01 Ağustos 2016

Tasavvurların millî mücadelesi 1

Ülkemizde yaşanan derin acılar bugünlerin arkasındaki, var olanı var eden olgu dünyasının da yeniden irdelenmesi zaruretini düşündürüyor. Bu noktada ben idrakimiz, kendilik şuurumuz ve biz olmak kavramlarımızı kuran arka planı, metotlu ve tefekkür odaklı bir çerçevede yeniden bir yenilenme perspektifi içinde okumamız gereği aşikardır. Ben olmayı bir irade ve idrak olarak gerçekleştirememiş sürü bireylerin toplumsal görüntüsünün bir millet için bedellerini yaşayarak görüyoruz.

Bir umran dünyasının, bir asabiyenin, bunların üstündeki bir “medeniyet” zaviyesinin evrene dair oluşturduğu bakış açısı o toplumda bireyin varoluş gerçekliğinin belirlendiği en üst çerçevede zemini kurar. İnsan topluluğunun maddi gerçekliğinin bir formata/surete evrilmesi sürecinde bunu gerçekleştiren fikri ve ruhi çerçeveyi çizen akıl/fail etken, o topluluğun gayesinin istikametini çizerek somut gerçekliği olan maddi dünyası ile ideal gerçekliği olan düşünce dünyasının var olacağı hali çizer.

Ahmet Yesevî bir yeni çağ başında Türkçeyi gönül dili haline getirirken aslında insanın formatını bulacağı suretin içeriğini ve amacını çizen bir fail etken olarak zamana sesinin duyurmuştu.  Osman Turan'ın da işaret ettiği üzere X. Asırda İslâm dünyası göreceli bir gerilik yaşanırken bu şahıslar sayesinde Türkistan'da ilim, din, iktisaD3i ve medenî hayat ilerlemesine devam etmiş ve Selçuklular yeni bir dünyanın kurucusu olabilmişlerdir. Dolayısıyla O ve benzerlerinin sözlerini basit birer dinî yorum olmanın ötesinde kurucu olmak özellikleri vardır. Bu bakımdan milletimiz eğer aklı ve gözü açık olsun diliyorsak duyduğu bir sözü ilk olarak bu zaviyeden düşünmelidir. Bu kişi hangi maddeyi hangi forma hangi amaçla ve insanla dönüştürmek istiyor. En kadim sözden en modern yapılara kadar var olanı, karşımıza konanı, bize din, bilim vs diye sunulanı bu gözle okumayı öğrenmezsek ferdi idrak ve irademiz daha çok felç edilir durur.

Bu noktada ikinci önemli bakış açımız bu varoluş durumunun metafizik/ilkesel esaslarını tespite bağlıdır. Düşünen bir zihin karşısındaki olay, olgu vs her ne var ise bu işin kökleri nedir?, karşımdaki bu kişi hangi esasa, öze istinat ediyor sorusunu sormalıdır. Bunun tarihi olanın takip edileceği peki bu kökün tarih içindeki açılımı nasıl gösteriliyor sorusu sorulmalıdır? Bize sunulan şeyin tarihi objektif ve millet yararına bir düzlemde vicdan mı taşıyor değilse bir spekülasyon veya manüpülasyon mu içeriyor? Ben idraki taşıyacak bir ferdin bu sorularla yüzleşmeden yaşadığını düşünmesi söz konusu olamaz. Burada son basamak sunulan bu metafizik durumda gaye nedir? Kök ve süreç hangi gayeyi önümüze koyuyor. Düşünüyorum öyleyse varım diyen adam için de diğer tüm filozoflar için de durum budur. Onun da bir köken ve süreç bilinci içinde gayesi vardı. Bu sorular bize bir kozmoloji ve insan idraki söz konusu kılacak hususları içerir. Değilse zamanın önünde sürüklenen bir saman parçası olmaktan öte kıymetimiz kalmaz, tarih dışına itilmiş, önümüze konanı düşünmeden tüketen asalak olmanın ötesinde varlık âleminde bir manamız da kalmaz. Milletimiz Selçuklu ve Osmanlı süreçlerinde bir anlam ve değer üretebildiyse bu bahsedilen hususlarda ayakları yere basan ve kendini tarihte fail etken kılabilen entelektüel faaliyet, bunun eğitim kurumlarına dönüşmesi ve gündelik hayatı da kendi gerçeği içinde ortaya koymasıyla mümkün olabilmiştir.

Nihayet insan idraki açısında insanın karşına konulan bilgiyi kendisi açısından nereden geldim, neredeyim ve nereye gidiyorum soruları açısından nereye koyduğu ile alakalıdır. Bu sorularla yüzleşmeden, olanı düşünmeden insana yer ve konum belirleyen bir zihin nesne bir akıldır. Dünya tarihindeki tüm felsefi ve düşünce içerikli yapılar bu küçük yazıda bahsetmeye çalışılan tasavvurlar cihetinde kurguludur. Bunları anlarsanız o sunulan yapının “itibari” değerini kendi zihninizde tartıp ölçecek imkânlara sahip olmuş olursunuz. Değilse bir takım üstadların!!! selinde savrulan saman olmaktan öte gidilemez. Elbette geçmişteki büyük alimler, birikim, ilim ve geçmiş birikim bir hazinedir; ama bunu değerlendirecek bir akıl terbiyesinden bunu hayata aktaracak bir ahlak perspektifinden, bunun yorumlayacak bir felsefi zaviyeden ve bunu değer haline getirecek etik ve estetikten mahrumsanız yerkürede kimseye veya şeye dair bir senaryonuz olamaz, bir teklifle beşeriyetin önüne çıkamazsınız.

İnsanımıza sahip çıkmanın bir yolu aklımıza ve tasavvurlarımıza sahip çıkmaktır. Eğitim bilgi yığmak değil varlıkla yaka paça olmayı öğrenmek ve buna dair araçlarla mücehhez olmak demektir. Yoksa bir çağda üretilmiş bilgiyi tekrar eden ve pazarlayan üniversiteler istikbalin kurucu bir devletin yardımcısı kurumlar olamazlar. Bir üniversiteyi, binalar ve insanlar topluluğu maddi bir yapı olmaktan öteye taşımak akademik bir ortam, yenilikçi bir zihin, akademik marka bir forma dönüştüren yönetimin adil, etkin, akademik, yenilikçi, bir yaklaşımla yerel, milli ve küresel amaçları doğrultusunda söz konusu olacak irade, idrak ve hareketiyle mümkün olacaktır. İnsan burada maddi, formal, etkin ve gaye sebep olarak senaryonun merkezinde yer alacaktır.

Naçizane tasavvurların milli mücadelesi buralardan başlamalıdır diye düşünüyoruz. Milletimiz bu uğurda da mücadele etmeli, bunu talep ederek istiklal mücadelesinin bir ayağının da düşünce dünyasında olması gerektiğini unutmamalıdır. Modernitenin birkaç asırlık düşünce darbelerine ve “düşünce tanklarının” ateşlerine karşı artık düşüncenin yollarında kendisini ve geleceğini muhafaza etmelidir. Şer gördüğümüzden hayır devşirmenin tam zamanıdır. Bu yazıdaki içerik kısmetse müstakbel yazılarda somut ve tatbiki bir sahaya taşınıp ele alınacaktır. Başlamak yola çıkmak varmak için gerek şarttır yeter şartı ise çalışmak. Vesselam…