Tavan-arası
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
Kararları,
kuralları, nizamı, intizamı çerçeveleyen çizgiler eridiğinde, birinden diğerine
durdurulamaz bir bulaşma meydana geliyor ve bu akışa tahammül etmek güçleşiyor.
Eğer bozulanlar, kırılanlar yeniden yapılamıyorsa varlığına da tahammül
edilemiyor.
Sandıklara
kilitlenip atılıyor tozlu döşemeye.
Bir gün
birikenlerin çoğaldığını anlıyor, tek tek karşımıza seriyor ve seyrederek
hatırlıyoruz her birini. Kimisini geri dönemeyeceği yerlere gönderiyor,
kimisini hasretle yâd ediyor, kimisini buruşturup atıyoruz. İmha etmek çok da
kolay değil. Atacak bir çöpü bile yok bu karanlık odanın, ne yapsanız geri
dönüyor, attığınız her şey yine içinde kalıyor.
Üstünkörü
sıkıştırılmış, havasız kalmış, sayısız hayat kalıntıları bunlar. Ne olursa
olsun feda edilemeyecek, vazgeçilemeyecek, yorgun, beklemiş, bunalmış, ihmal
edilmiş, unutulmuş, ihanete uğramış izler, imgeler, hayaller, gerçekler, yaşanma
ihtimali olanlar, yaşanmış, hevesi geçmiş, kullanılmış, bıkılmış ya da özlenmiş
ne varsa hepsi. Kaderleri hurdalığa gönderilmiş eşyalarınki gibi.
Kimi zaman o
loş tavan arasına sürükleme isteği nüksediyor; dar sokaklardan geçerken, ihanete
uğrarken, nefretin uyanması için zorlanırken, büyük bir kayba ağlarken,
başarısız olmuşken, hayat koşusunun dışında kalırken, büyük oyundan atılırken,
terk edilmiş çıkmaz sokağın sonundaki duvarı aşamayıp dibine çökerken ya da hiçbirisi
olmamışken, uyuyakalmışken sabah, sadece bir küçük izin hatırlatmasıyla.
Belki
bazılarının arkasında kibirden devleşmeye dönmüşken baş aşağıya düşmenin
sarsıntısı var, sonra başını gömüp uykuya dalma çabası var, yenilgiden sonra
varlığına bu denli güvenmekten duyulan büyük utanç var…
Şekil
verilemeyen berrak bir suyduk çocukken. Paylaşan, sözünü tutan, sevgiyi
tanımlayamadan yaşayabilen, mızıkçılıkları, hırçınlıkları, haksızlıkları
unutabilen, ne olursa olsun can yakmayan...
Büyüyünce
büyük bir yığına dönüştü, ya aklımıza sürgün ya sırtımıza kambur oldu suçlarımız,
günahlarımız, hatalarımız.
Biz insanız,
unuturuz.
Bazen bize
ilk lokmayı vereni, bazen yere düştüğümüzde kaldıranı...
Katilleri,
dolandırıcıları, canileri, yere vuranları, aç bırakanları, bomba atanları,
riyayı bile unuturuz.
Geri
dönülemeyecek sanılan bütün yollar geri döner aslında, eski hâline dönmeyecek
sanılan her bozguncu alışkanlık unutulabilir. Bir belleğe ne kazınırsa
kazınsın, tefekkürle demlenmeye bırakılınca içindekiler zamanla silinir. Suyun
içinde bekledikçe cilalanan taşlar gibi...
Beklemek;
Zamana göre
işleyen ve görünmeyen en büyük telafi reçetesi. Sürüklenmek değil bu. Bilakis
sürüklenmeye direnmektir, yığın biriktirmekten vazgeçmektir beklemek.
Ağaçların
inatla bırakmamak için direnip rüzgârın yere serdiği yapraklarla eğleşen serin
bir bahar sabahında, tavan arasındaki sayısız sandığa kilitlenmiş istiflerle
yüzleşmektir, mutlu hatıralarla birlikte ne var ne yoksa camdan salıvermek
için.
Ne aklımızda
sürgün ne de sırtımızda kambur kalsın.
Özgür
kalalım, iradenin direnişine göz kulak olalım. Makbul olan “insan”lık adına…
***
Künye: Tavan arası; binalarda tavanla çatı arasında
kalan ve yüksekliğine göre eşya konabilen, hatta oturulacak bir yer oluşturan
boşluk, çatı arası anlamına gelir.