25 Kasım 2017

Tek çözüm:Merkez Bankası’nı devletleştirmek

Geriye dönük 15 yıllık taramada Erdoğan'ın sürekli faiz ve enflasyon eleştirisi yaptığı görülür.

Bu da Erdoğan ile ekonomi bürokrasisi ve ekonomiden sorumlu bakanlar arasında sorunun yeni olmadığını gösterir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz hafta, “Faiz sebep, enflasyon neticedir. Burada beni anlamayanlar er geç anlayacak. Enflasyon yok hıyarmış, yok salataymış bunlardan kaynaklanan bir şey değil. Enflasyonu doğuran faizdir.

Faizi düşürdük, enflasyon tek haneliye geldi. Bakın faiz tekrar çıkmaya başladı, enflasyon da çift haneliye yine gidiyor. Merkez Bankası diyor ki ‘Yılsonu itibarıyla şu olacak.' E ne oldu? Kaç kere revize ettiniz, söylediklerinizin hiçbiri tutmuyor, tutmaz. Yanlış yoldasınız” demişti.

Erdoğan'ın eleştirileri sadece Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)'na yönelik olmasa da meselenin merkezinde Merkez Bankası var.

Madem Merkez Bankası Cumhurbaşkanı'nı bile dinlemiyor, o zaman çözüm basit.

Yapılacak tek şey, TCMB'nı devletleştirmek.

Merkez Bankası eskiden devlete ait bir müessese idi ve Hazine'nin piyasaya para ihracı yapan bir ajanı ve para tedavülünü kontrol eden bir birimi idi.

Ortada olan bir başka vakıa ise 15 yıllık iktidarı döneminde AK Parti, atadığı hiçbir TCMB Başkanları ile anlaşamamış olması...

Peki, sebebi ne? Neden TCMB Başkanları ülkenin siyasi iktidarı ve devletini umursamaz? Hiç düşündük mü? Siyaset bunun üzerine hiç kafa yordu mu?

O zaman, gelin birlikte biraz kafa yoralım

Anasol-M hükümeti döneminde Amerika'dan ithal edilen küresel baronların adamı Kemal Derviş'in operasyonu ile TCMB, Türkiye'den ‘bağımsız' lakin Siyonsit baronlara ‘bağımlı' bir müesseseye dönüştürülür.

Avustralyalı yazar Larry Hannigan 1971'de kaleme aldığı “Dünyayı ve yüzde 5'ini istiyorum” adlı çalışmasında, bugünkü siyasî ve iktisadî terörün nasıl başladığı, finans tetikçiliği ve faiz baronluğunun ortaya çıkışını harika bir üslupla ele alır.

Günümüzde ‘Merkez Bankası' denilen müesseseler, merkezi Siyonizmin de merkezi Basel'deki Bank for International Settlements (BIS)'in kölesidirler.

Türkiye'yi, Erdoğan'ı umuruna bile almayan TCMB, BIS'den gelen her talimatı emir telakki etmek zorunda. Öyle de yapıyor. Buna bir de batı yetişmiş adamların bürokrasiyi işgalini eklediğinizde durum içler acısı bir hal alır.

Adı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, lakin kendisi BIS'ın Ankara şubesi.

İçinde Türkiye'nin de olduğu 100 yakın ülkenin merkez bankası, sahiplerini umursamaz, kimse kusura bakmasın tasma takanların politik önceliklerini hayata geçirir.

Bu durumda başında kimin oturduğunu da önemsiz kılar.

TÜRKİYE'YE DÜŞEN GÖREV

Bu durum da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde düşen görev, eleştirmek ve sızlanmak değil, kendi adını verdiği bankayı devletleştirmek.

Hem de hemen!

Erdoğan'ın etrafını saran ve ‘Efendim yatırımcı ne der, kredi derecelendirme kuruluşları nasıl davranır' gibi cümleler kuran, küresel düzenin adamı bürokrat ve siyasetçileri dinlemeye devam ederse dolar bırakın 4 lirayı, 10 lirayı da bulur, 40 lirayı da.

TCMB'nın döviz kur arşivine baktım. Paradan 6 sıfır attığımız 2005 yılında dolar kuru 1,37 lira imiş. Bu gün ise 4 lira sınırında. Yani yüzde 300'e yaklaşan bir artış yahut kayıp…

2013 Mayısında yüzde 4,5'a kadar düşen faiz ise şimdi yüzde 8 bandında.

Görünen köy o ki, bugün değilse de yarın bir siyasetçi daha gelip, 3 veya 6 sıfır daha atmak zorunda kalır paradan. Böylece de durmaksızın kendi kendimizi aldatıp dururuz.

Tekrarlamak gerekirse yapılacak şey belli.

O da TCMB'yi, Larry Hannigan'ın ifadesiyle ılımlı ve ihtiyatlı sosyalist manalarına gelen “Fabian” mafyasının elinden alıp, yeniden siyasetin emrine teslim etmek.

Ya bunu yapacağız, ya da sızlanmayı bırakacağız.

Çünkü siz yönetmezseniz, eleştirdikleriniz yönetir, sömürtür.

KİM BU FABIAN MAFYASI?

7 Nisan 2015'de Yeni Söz'de yazdığım ilkyazının başlığı “BIS ya da Erdoğan'ın savaştığı merkez” idi.

3 yıl önce yazdıklarımızdan kısa bir özetle devam edelim:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Merkez Bankası'nın ‘faiz' ve ‘kur' politikalarına yönelik eleştirilerini, başbakan olduğu günden bu yana sürdürüyor.

Hafızamızı yoklarsak, Erdoğan, 12 yıl öncesinde de MB'nin izlediği yüksek faiz politikasını eleştirmiş ve bu politikanın, ihracatı olumsuz yönde etkilediğini söylemişti. Bununla da kalmayıp, MB'nın İstanbul'a taşınmasını istiyordu.

Faiz konusunda son derece hassas ve yüksek faizi ‘vatanı satmak'la eş değer tutan Cumhurbaşkanı'nın, ‘küresel mafya'nın para oyunlarını çok iyi bildiği açık...

Yönetimi siyasi iktidarca atanmış olmasına karşın, bu iradeye diklenen Türkiye Merkez Bankası'nın klasik faiz direnci, özerk bir bankacılık yaptığı için mi, yoksa pek bilinmeyen saikler yüzünden mi?

Merkez bankalarının özerkleştirilmesi' denilen şey, merkez bankalarının millî hükümetlerin kontrolünden çıkarılmasından başka bir şey değildi.

Çünkü özerlik sadece bir yalandı. Çünkü merkez bankası, ‘Uluslararası Ödemeler Bankası / Bank for International Settlements (BIS)'in politikalarını uygulamanın dışında bir şey yap(a)maz.

BIS, 1930'da İsviçre'nin Basel şehrinde Siyonist bankerlerin girişimi ile kurulmasına karşın, adı az yazılıp çizilen bir terör örgütü…

Amerika ve Avrupa merkez bankaları dâhil ne kadar finans kuruluşu varsa, dünya para piyasasını küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda kontrol etmek için çalışan BIS'den, bilgi almadan veya danışıp görüşünü sormadan, faizde ne indirim, ne de artırım yap(a)mazlar. Türkiye Merkez Bankası'nın siyasi iradeye diklenmesinin nedeni de budur.

Amerika Başkanlarından Thomas Jefferson'un, ‘Merkez Bankası, anayasamızın ilkelerine ve düzenine karşı son derece düşman tavırlar içinde olan bir kurumdur' sözünün şerhini en iyi Prof Carroll Quigley'in şu cümlelerle yapar: ‘Finansal kapitalizmi elinde tutan güçlerin esas amacı, dünya sistemini özel kişiler tarafından kontrol ederek, her ülkenin politik sistemine ve ekonomilerine hâkim olmaktır. Sistem feodal bir şekilde, gizli anlaşmalar, gizli toplantılar ve konferanslarla, merkez bankaları eli ile kontrol edilmektedir.'

Sözde özerk TCMB'nın da bağlı olduğu BIS, dünya finans sistemi ve ülkeleri kontrol etmeye yarayan en önemli mekanizmalardan biri. Yönetimin çekirdeğini, İngiliz ve Amerikalılar oluştursa da, yönetim kuruluex officio / daimi değişmez” denilen; Amerika, İngiltere, AB (Almanya, İtalya, Belçika) kurucu devletlerinin merkez bankası temsilcilerinden oluşur.

Yani Türkiye'nin hiçbir zaman iyiliğini istemeyen Yahudi'den…

Yönetim kurulu, senede 6 kez şeffaf(!) bir şekilde büyük bir gizlilikle toplanır. Kararlarının gizliliğinin yanı sıra, binasına hiçbir otorite giremez, arayamaz, hesaplarını inceleyemez. Hepsinin diplomatik hak ve dokunulmazlıkları olduğu için, çalışanları tutuklanamaz, eşyaları aranamaz. Bu sayede benzersiz bir dokunulmazlığa sahipler.

Ne dersiniz, TCMB'yi devletleştirmeden bu ülke kurtulur mu? Yoksa kredi derecelendirme kuruluşu ve BIS adlı küresel çetelere hizmet eden akbabaların yemi mi oluruz?