31 Ocak 2018

Teknolojiyi düşünmek

Batı'da Martin Heidegger, Jacques Ellul, Herbert Marcuse, Jürgen Habermas gibi düşünürler teknolojinin ortaya çıkardığı problemleri ortaya koyarak onu eleştirdiler.

Herbert Marcuse'un teknolojiyle ilgili düşünceleri keskin reddedişler içermektedir.

Marcuse, "teknolojinin salt kullanımı değil bizzat kendisi de doğa ve insan üzerinde iktidardır" der.

Teknolojiye ait bu iktidarın amaçları ve yönelişleri tekniğe sonradan ve dışarıdan empoze edilmiş değildir. O, bizzat teknolojik aygıtın yapısına dahil durumdadır. Tekno-iktidar, kendini salt teknoloji aracılığıyla değil teknoloji olarak da ölümsüzleştirmekte ve insanların özgürsüzlüğünün büyük rasyonelleştirmesini sağlamaktadır. Böylelikle insanın yaşamını kendi kendine belirlemesinin teknik imkânsızlığını kanıtlamaktadır.

Bu özgürsüzlük ne usdışı ne de politiktir; tersine daha çok hayatın rahatlıklarını artırarak ve çalışma verimliliğini yükselterek belirmektedir. Özgürsüzlük, rahatlık bulma adına bireylerin teknik aygıtın boyunduruğuna girmesidir. Rasyonellik (teknoloji), doğaya hükmederek onu dönüştürmekte, doğayla birlikte insanın da dönüşümüne sebep olmaktadır. Teknoloji, hayatı kuşatarak bireyi baskı altına almakta, onun bireyselliğini sindirmekte, bireysel aklın otonomisinin anlamını silmektedir. Birey teknolojinin aracı haline gelmekte, teknolojinin ilkelerini uygulamak ve teknolojik rasyonaliteyi yeniden üretmek zorunda kalmaktadır. Bu şekliyle teknoloji toplumu bütünüyle mantık dışıdır.

Teknolojik gelişmeler sonucunda doğal dünya, ‘teknik dünya'ya dönüşmektedir. İnsan ihtiyacı olmadığı halde tabiatı gereksiz yere işleyen veya fazlasıyla tüketen bir varlığa dönüşmüştür. Bu ‘bolluk durumu' bireylere ‘özgürlük' gibi görünmektedir.

Teknoloji, sağladığı imkânlarla bireylerin arzu ve ihtiyaçlarının manipüle edilebilmesine imkân açmaktadır. Birey, gerçek ihtiyaçları manipüle edilerek yanlış ihtiyaçlarını karşılamak için koşullanmaktadır.

İleri endüstriyel kapitalizmin verdiği bu ‘özgürlük hali', gerçekte, yanlış ihtiyaçlara ve hazlara dayalı teknolojik rasyonaliteyle gizlenmiş bir özgürlüksüzlük durumudur. Toplum düzeninde her şey teknik aklın arzularına göre düzenlenmektedir. İnsanların aletlerle ve birbirleriyle ilişkileri teknolojik rasyonaliteyle oluşturulmakta ve bireylerin arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmaktadır. İnsanların beslenmelerinden, giyinmelerine, uykularından, cinsel hayatlarına, boş zamanlarından çalışma vardiyalarına kadar her şey teknolojik ilkeler çevresinde örgütlenmektedir. Teknoloji, ontolojinin yerini almıştır. Teknolojik form, gerçekliğin de hem formu hem özü olmuştur.

Phil Slater şöyle yazar: “Modern Teknolojinin Bazı Toplumsal İçerimleri adlı makalesinde Marcuse, Taylorizmi ‘çağdaş otokrasi' olarak tanımlamıştır” (Slater, Frankfurt Okulu, Kabalcı Yayınları, 1998: 176). Marcuse'un yaklaşımında ileri endüstri toplumunda insan varoluşu tek boyuta indirgenmiştir. İnsan neslini ortadan kaldıracak atom bombası tehdidi, aynı zamanda bu tehlikeli silahı imal eden güçleri korumanın aracı haline gelmiştir. Teknoloji edinme yarışı, öldürücünün daha da öldürücü olması için elimizden geleni yapmak anlamına gelecektir.

Teknolojideki bu sapmayı Müslüman düşüncede çok az aydın idrak etmiştir: Nurettin Topçu, İsmet Özel. Peki âlimlerimiz?

Hasan Basri Çantay (5 Maide 14) ayetinin meâlini şöyle verdi:

“'Biz Nasraniyiz', diyenlerin de sağlam teminatını almıştık. Neticede onlar da ihtar edildikleri şeylerden bir hisse almayı unutuverdiler. Biz de aralarına kıyamet gününe kadar düşmanlığı ve kin ve buğzu yapıştırdık. Allah onların ne (sanat)ler yapacaklarını ileride kendilerine (gösterip) haber verecektir / sevfe yunebbiuhumullâhu bimâ kânû yasnaûn” (Çantay, Kur'an-ı Hâkim ve Meâl-i Kerim, Risale Yayınları, c: 1, 1996: 238).

Çantay, bu ayette geçen ‘yasnaûn' kelimesine izah yapmayı gerekli bulur:

“Kendilerini fecî suretlerde cezalandıracaktır. Bu ayet-i kerimede diğerlerinden farklı olarak (يَصْنَعُونَ – yasnaûn) buyurulması gerçekten dikkati çekmektedir. Bu lâfz-ı celil “san'at-san'aat”dendir. Aslında bunlar da ‘iş' ve ‘iş yapmak' demektir. Fakat benzerlerinde meselâ, “amel”den “ya'melûn”, “fiil”den “yef'elûn”, “kesb”den “yeksibun, teksibûn” denilip de burada “yasneûn” buyurulması elbette bir hikmete müsteniddir. Bu ilahi hikmetin dünyaya ait kısmı Birinci ve bilhassa İkinci Cihan Savaşı'nda pek bariz bir şekilde anlaşılmıştır. Makineli harp sanayiinde birbirleriyle yarış eden, hatır ve hayale gelmedik bunca tahrip vasıtaları meydana getiren Hıristiyan milletlerin bu son dünya savaşında birbirlerini nasıl imha ettiklerini gördük. Bu milletlerin hepsi de aynı din ve kitabın salikleridirler” (Çantay, 1996: 239).

Elmalılı Hamdi Yazır ise aynı ayete şu yorumu yapmıştır:

Bu cümle şedid bir azab ile vaid ve inzardır. Netekim lisanımızda da ‘ben sana bu yaptığını anlatırım' demek şiddetli bir tehdid ifade eder (…) Yaptıklarına san'at tabir olunması da iki nükteyi ihtiva eder ki, evvelâ bunların fena amellerde rusuhları (meleke) olduğunu, nakz-ı misakı, ihmali kitabı, buğz u adavet saçmayı ve daha bir takım seyyiatı san'at ittihaz eylediklerini iş'ar eder. Saniyen bunların sanayi ile iftihar eylediklerini iyma ederek Yahudilerin ticaret sevdasıyla dini, Allah'ı ve ahireti unutmaları (…) gibi, bunların da san'at sevdasıyla Allah'ı, Peygamberi, diyn ü diyaneti unutmaları muzır bir san'at olarak tasvir edilmiştir (…) [Ayetle bunların] gafil bulunduklarını ve başlarına kıyamet kopmadan fenalıklarını anlayamayacaklarını iş'ar eder (…) Yaptıklarının bazıları haber verilecektir” (Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neşriyat ve Dağıtım, c: 3, 1979: 1605-1606).

Anlaşılacağı üzere teknolojinin geleceği üzerine düşünce geliştirmekten kaçamayız.