Temaşa -2: Temsilin Temsili
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
“Temaşa” serisinin
başlangıcı ve geçen haftaki açılış cümlesi İstanbul’la ilişkili olarak Yahya
Kemal’e aitti.
Yahya Kemal’in
İstanbul söz konusu olunca akla gelen birkaç edebiyatçıdan biri olduğu,
İstanbul’un ise şehir denilince akla gelen birkaç şehirden biri olduğu malum. Temaşayı
bu temsillerle ilişkilendirmek ise başka bir temsili açığa çıkarıyor.
İstanbul, temaşayı
hatırlatan bir temsil. Yahya Kemal de temaşayı gerçekleştirebilmiş bir münevver
temsili. Doğru ve güzel bakışı elde edebilmek için bir şehir temsili İstanbul’u
okumanın önemi de burada açığa çıkıyor.
Bu temsillerden anlaşılması
gerekense bir güzelliğin neticesi olan temaşanın azalışı-yok oluşu sebebiyle rikkat
ve dikkat yoksunluğundan doğan çoraklık.
Yahya Kemal’in
anlattığı şehirlerin güzidesi İstanbul günümüze değin tükenişe geçtiğinden,
derinden derine bakma-görme işi ve görülen güzelliklerden doğan muhabbet de
tükenişte.
Temaşa eski bir
kelime. Güzel bakmak, zevkle bakmak, baktığın şeyde güzellik görmek ve bundan
zevk almak, aynı zamanda zevkle seyredilen görünüş anlamlarına geliyor. Yahya
Kemal’in sözündeki, “…İstanbul'u, Üsküdar'ı ve Boğaziçi'ni, her tepeden, her
kıyıdan, her köşeden, her mevsimde, sabah, öğle, akşam ve gece saatlerinde,
derinden derine seyredecek bir sanatkâr kaç türlü yeni güzellik bulur…”
ifadesi, bakmanın da görmenin de bir sanat mahareti olduğunu vurguluyor.
Güzel yerlerle,
manzarlarla, işlerle, oluşlarla ilişkilendirilmiş, özel bir gayretle hayata
geçen temaşa, bu bakımdan bir sanat terimi sayılmalı. Belki de bu yüzden adı
her geçen gün daha fazla sarf edilen “sanat” kelimesine rağmen sanat icrasının
azlığı gibi temaşa da kayıplarda.
Derinden derine
seyretme ve seyrettiğinde güzellik arayıp bulma işi de artık kıymet verilmeyen,
az anlaşılan işler arasında. Çünkü bir eser icrasını, yaradılışın güzelliğini
seyretmek sanat kadar azlaşmış ve yoklaşmışken adına yer vermek o kadar da
gerekli görülmüyor.
Her eskinin bir
eskisi, her yeninin de bir yenisi var. Eskinin de yeninin de değerlisi var. Ne
her eski değerli ne de her yeni. Ne her eski değersiz ne de her yeni.
Dolayısıyla buradaki temel mesele, eski bir kelimeye (temaşa), eski bir şehre
(İstanbul), eskiye değer katan bir münevvere (Yahya Kemal) nispet eden,
gidişatın yeniden şekillendirdiği mekân ve insan bütünlüğünden meydana gelen
yozlaşma.
İnsanın içini
doldurduğu mekân hayat yorumuna, toplumun toplam nefsine göre şekilleniyor
demiştik. Bundan doğan güzel ya da çirkin ne varsa içinde yaşayanlara ait.
Temaşayı unutturan, derin ve güzel nazarlara değmeyecek manzaralardır.
Güzellikler azaldıkça güzel bakış da azalıyor. Dolayısıyla bunun ifadesi de
azalıyor.
90’larda İstanbul’u
mekân seçen bilumum yerli filmde -birkaç istisna hariç- Beyoğlu’nun her
birinden lağım aktığını düşündüren ve öyle tasvir edilen arka sokakları vardı. Böylesi
bir at gözlüğünden bakınca İstanbul’da âdeta görülmeye, sevilmeye değer hiçbir
şey yoktu.
Sosyal içerikli ve
sosyal dramlara yer veren filmlerde mekânın gözü tırmalaması elbette normaldir.
Ancak marjinal hayatlardan başka bir şey görmeyen, sıradan hayatları ve normalin
içindeki incelikleri ıskalayan sözüm ona sanatsal bakışta İstanbul’un zatından
eser kalmamış, mercekler göç sonrası kendini toplumdan ayrı tutan
ucubeliklerden başkasını görmez olmuştu.
Değişen ve ne
nesillere göre yeniden şekillenen mekânların mutlak çirkin ve değersiz olduğunu
düşünmek belki de çarpıtılmış bakış-görüş yorumlarıyla da ilgilidir. Çünkü
baktığınız konum önemlidir. Her şehrin müstesna ve harikulade köşeleri olduğu
gibi, lağım çukurları da vardır. Lağım çukurlarıyla güzellikleri perdelemek de
lağım çukurunun varlığını inkâr da doğru değil. Öyleyse önünü arkası,
aydınlığını karanlığını bir arada düşünmeli insan. Dünya zaten eskiden beri hep
böyle bir yer değil miydi?
“Şerefü'l-mekan
bi'l-mekin” sözü boşuna değil. Yedi tepesine şiirler yazılan İstanbul, artık
aynı İstanbul değil diyebilirsiniz, ama beyhudedir. Ama aynı tepeleri hâlen
kutlu şahsiyetlerin türbeleri tutuyor. Şereflilerin olduğu her mekân
şereflidir. Bu bakışın adı temaşa değil de nedir?