25 May 2016

Tıp beslenme ve eskatoloji 3

Resulullah'ın (asm) ahir zaman krizine dair uyarılarını incelediğimizde Müslümanların dünya üzerindeki tahakkümüne dair gerçek bir fecaat ile karşılaşırız. Bu hadisler hacim sıkıntısı olan bir köşe yazısına sığmayacağından tek tek burada teşhir edemiyoruz ama popüler hadis kitaplarında mevzubahis bütün hadislere rastlanabilir. Hadislere göre Müslümanlar sayılarının çokluğuna ve zenginliklerine rağmen insanlığın mevcut süreçleri üzerinde etkisiz, kendi başlarına gelen sıkıntılara dahi tepki vermekten aciz “adeta selde sürüklenen bir çalı parçası gibi” kendilerine dahi tasarruftan uzak bir ahvaldedirler. Günümüzdeki dünya kadrajını incelediğimiz zaman gerçekten böylesi bir manzara ile karşılaşarak üzülürüz. Garip olan acziyetimizin kaynağına dair düşündüğümüzde ilginç veriler elde ederiz. Çünkü Müslümanlar aslında aczleri ile ters orantılı bir zenginliğin içindedirler. Hakim batının faydalandığı bütün imkanlara sahiptirler ve kimi lokal, süreğen sıkıntıları saymazsak aslında dünyevi imkanlar açısından hiç de mahrum bir durumda değildirler. Kimi eli kalemliler günümüzde var olan acziyeti “Batı Zulmüne” bağlasalar da Resulullah'a (asm) sorulan bir soru neticesinde bu zavallılığın tek bir sebebi olduğu anlaşılır. “Kalplerin dünya sevgisi ile dolması!”

Evet, kalplerdeki bu doluluğun Müslümanların gerçek belası olduğunu anlamamız için özel yaratılışlı dehalar olmamız gerekmiyor. Örneklere geçecek olursak var olan duruma dair muhakkak tecrübesi olan her birey bizleri ekmel manada anlayacaktır. Örneğin dünyanın nadide doğal dokularına sahip İstanbul, Bursa, Adapazarı gibi şehirler her geçen gün yeni bir beton istilası ile tekvinatın o en saydam güzelliklerini kaybederken, devasa Müslüman gruplardan herhangi bir eleştiriyi bile göremiyoruz. Allah'ın Kitabı Mübinin de tefekkürün temel malzemesi olan doğa artık şehirlerin uzak noktalarında betonlaşma adayı bir tutam müzelik bahar halinde. Tepki vermek, durumu anlamak bir yana bu betonlaşmadan pay alma yarışında olan devasa dindar gruplara rastlıyoruz. Bugün dünyada karbon salınımının en yoğun olduğu şehirler Körfez ülkelerindeki başkentler…

Bugün livata grupları fikir ve eylem özgürlükleri için canlarını dişlerine takmışken devasa ödeneklere sahip İslami vakıf ve dernekler tabanın tepkisini almak için ancak Hz. Lut kıssası anlatabiliyor. Tecavüzlere ve artık gündelik olaylara dönüşmüş sapkın ilişkilere dair devasa gövdemize rağmen bir basit yakıntı bile haykıramıyoruz. Bütün unsurları ile medya Müslüman karakteri ve haysiyeti üzerine sabah akşam zar atıp yüksek topuklularla tepiniyor lakin bırakalım basit bir programı iptal ettirmeyi, yavaş yavaş fesat kaynağı programların başlıca figürleri haline geliyoruz.

Modern tıbbın yanında kaynağını tıbbı nebeviden alan geleneksel tıbba dair referanslarımız ciddi birer alay konusu! Kürtaj mevzuunda bırakın tepki koymayı, neredeyse kürtajcı grupların tezlerine destek için toplanıp fetva uyduracağız. Sayısal çoğunluğun sadece miting meydanlarında işe yaradığı garip bir heyuladayız. İlaçlarımızda domuz katkısı var mı yok mu sorusuna dahi kesin cevaplar alamamışken oturup yerleşke anfilerinde “Deccal nedir” tartışmalarına tebliğler sunuyoruz. Dünyanın en büyük gıda tröstleri şehit kanlarıyla sulanmış toprakları kimyasal zehirlere ve GDO'lu tohumlara buladıkça bizler “orucu bozan haller” tartışmalarına hazırlanıyoruz.

Şüphesiz ki Müminler Resulullah'ı (asm) Sancak-ı Manevisine olan ittiba ile gözlerini dört açacaklar. Birilerinin çıkıp Eskatolojik hadislerin ışığında Müslümanların hallerinin şuurundalığına çalışması gerekiyor.  Bu acziyet gider ya da kalır ayrı bir mesele, lakin Mümin onuru böylesi bir boş vermişlik karşısında tabanına köz yapışmış ayaklarla yerinde duramıyor.