23 Ocak 2017

TOKİ ve Ahmet Yakupoğlu Külliyatı “Şehir velisi”

Geçtiğimiz hafta kahvaltı masasındayız ailecek. Zil çaldı. Aşağıya baktık bir kurye. Bizim daire 7. kat. Yorulmasın diye sepet salmak istedik. TOKİ'den paket var ben getiriyorum dedi. Bir birimizin yüzüne baktık şaşkınlıkla. Acaba birimiz diğerinden habersiz daire aldı da onun borç faturası mı geliyor. Cidden meraklandık. Kurye nefes nefese geldi. Kucağında büyükçe bir paket. Teslim evrakını imzaladıktan sonra kuryeye teşekkür ettik.

Paketi açınca gerçekten bir şaheser ile karşılaştık. İçinden de benim şahsıma yazılmış T.C Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanı M. Ergün Turan imzalı bir mektup çıktı.

Sayın Ahmet Dur ile başlayan mektup şu şekilde devam ediyor:

“Hoca Ali Rıza Bey ve Prof. Dr. A Süheyl Ünver ekolünün takipçisi olan Ahmet Yakupoğlu, eski şehirlerimizin karakteristik görünümlerini ölümsüzleştiren sanatçılarımızdan biriydi. Hayatını Türk kültürüne vakfetmiş bir gönül eri olarak Anadolu'nun ruhunu hissettiren eserler ortaya koydu.

Değerli hocamızın özgün tarzını yansıtan ve bugüne kadar saklı kalan çalışmalarını yayınlayarak kültür ve sanat dünyamıza kazandırmaktan kıvanç duyuyoruz.

Eminim ki, gözünü ve gönlünü estetik hafızamızı inşa etmeye adayan Yakupoğlu'nun eserleri medeniyet perspektifimize derinlik katacaktır. Saygılarımla.”

TOKİ demek ki sadece konut üretmiyormuş. Harika güzel eserin altına da imza atmış. Ülkemizin yetiştirdiği en büyük ressam, müzisyen, neyzen, minyatür ustası Kütahyalı Ahmet Yakupoğlu'nun çalışmalarından oluşan iki ciltlik bir hazine yapmış. Gerçekten hazine.  

İki cilt ve 1022 sayfa. İçinde, büyük ustanın bir birinden değerli resimleri, fotoğrafları, minyatür çalışmaları bulunmakta. Bir isme böyle çalışma gerçekten çok şık ve zarif durmuş. Bu tür çalışmalar yapılmalı.

Kitabın seyrini merak ettim. İlk okuduğum yazı da editörün yazısı oldu. Titiz bir çalışma yapılmış. Ahmet Yakupoğlu'nun geriye kalan mirasının görünür, bilinir hale getirilmesi için, Prof. Dr. İsmail Kara, Gülbün Mesara, Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, Prof. M. Uğur Dermen, Beşir Ayvazoğlu, Dürdane Ünver, Sinan Uluant, Ömer Faruk Şerifoğlu gibi dost ve sevenleri böyle bir eser için muhtelif zamanlarda girişimlerde bulunmuşlar.   

Editörün yazısında Ömer Arısoy ismine rastlıyoruz. Şu an kendileri Kültür ve Turizm Bakanı Müsteşarıdır. Çok değerli bir kültür insanıdır. Müsteşarlığı süresince kültüre sanata büyük katkılar vereceği inancındayım. Ömer Arısoy, Prof. Dr. İsmail Kara, ve Ömer Faruk Şerifoğlu, üstadın birikimlerinin tek cilde sığmayacağını kanaat getirmişler ve bu değerli birikimlerin tamamının tespit edilerek fotoğraflanmasına karar vermişlerdir. Ulaşılabilen 2500 adet eserin fotoğraflanmasından sonra “İstanbul” ve “Anadolu” olarak iki kapsamlı eserin doğum yolculuğu başlamış.

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi başta olmak üzere, Kütahya'da ve İstanbul'da üstadın eserlerinin olduğu kütüphaneler, özel koleksiyonerlerin elindeki eserler tek tek fotoğraflanmış. Ayrıca Gülbün Mesara, Dürdane Ünver, Çiçek Derman ve Sinan Uluant'ın arşivlerinden de faydalanılmış.  Sabırlı ve ince bir işçilik yapılmış.

Birinci yani “İstanbul” cildinde Prof. Dr Ahmet Güner Sayar, Prof. M. Uğur Dermen, Beşir Ayvazoğlu, Şener Özmen ve Hasan Ali Göksoy; ikinci ciltte “Anadolu” da ise, Cinuçen Tanrıkorur, Sinan Uluant, D. Mehmet Doğan ve Pınar Yazkaç'ın Yakupoğlu ile ilgili anı ve incelemeleri bulunuyor.

Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan'ın yazısından kısa bölümler sunmak istiyorum Yakupoğlu'nu daha iyi anlamak için.

“Şehir delileri.. Bu tabir galiba has Erzurumlu, şehrine muhabbetle bağlı Çetin Baydar dostumdan duymuştum. Şehrini bütün unsurları ile bilen, onu çok seven ve yaşatmaya çalışan kimseler.; yani ‘şehir sevdalıları'.

Bu devirde bu işin akıllı işi olmadığını ispata ihtiyaç yok galiba! Meğer ki insanın içine ateş düşmeli:

Kar mı yağdı Kütahya'nın dağına

Ateş düştü ciğerimin bağına

 Yakupoğlu'nun çalışma mekanındayız.  Duvarlar irili ufaklı tablo ile dolu.Bir tarafta çeşitli su manzaraları. Yani su kaynakları,pınarlar, akarsular,küçük küçük çağlayanlar, oluklar, değirmenler vs. vs.  Ahmet Bey “artık bu sular ve manzaralar kalmadı” dedi, hüznünü saklayan bir üslupla.

Başka bir duvarda Kütahya'nın şehir ve mimari manzaraları, evleri sokakları… Ahmet Yakupoğlu onlar için bir şey söylemeye gerek görmedi. Müşterek hüznümüzü tazelemek istemedi anlaşılan. Yanında İznik, Antalya, Konya, Bursa vs. manzaraları geniş bir hüzün coğrafyasının hatıralarını bir duvar boyunca anlatıyor.

Ve tabii olarak bir duvar şehirler şehri, başkentler başkenti İstanbul'a ayrılmış. Yakupoğlu, İstanbul'un kendisinin ve akranlarının göz hafızasıyla birlikte ortadan kalkacak olan renklerini ve şekillerini bir duvar boyu saklıyor. Boğaziçi'nde hiç erguvan kalmadı (veya kalmayacak) belki ama bu odanın duvarlarında erguvanlar renk vermekle kalmıyor, koku da saçıyorlar sanki!

Bir an kendimi bir savaşın bütün safhaları ile takip edildiği karargahta zannettim. Belli ki savaş kaybedilmiştir. Bazı cepheler, mevziler direnmektedir. Zaman zaman haberler gelmektedir; falan ya da filan yer de düştü diye. O anda savaş karargahında düşen yerin resmi asılmaktadır. Bir nevi geri çekiliştir bu. Sonunda koca bir ülke bütün hatırasıyla bir odanın dört duvarı arasında kalacaktır…

Onun bize bir başka Ahmet'i hatırlatacağından şüphe etmemeli: Ahmet Süheyl Ünver… Tevazu bunu gerektirir, fakat asıl önemlisi talebenin ustayı anmasının edepden olmasında aranmalıdır.

Süheyl hoca siyaseten kapanan , hatta yok addedilen bir devrin medeniyet mirasını sabır ve ustalıkla (burada ‘teenni' kelimesini de unutmamalıyız) sonraki nesillere emanet etme  sanatının bütün incelikleriyle icra etmiş ve klasik sanatlarımız böylece bir diriliş hamlesi yapacak zemin bulmuştur. Onun bir başka Ahmet'ten, Ahmet Hamdi Tanpınar'dan emaneti aldığını hatırlamalıyız. Vefatından bir ay önce Tanpınar, Çarşıkapısı'nda karşılaşıp üç beş laf ettiği dostuna, bir iki adım attıktan sonra dönüp ‘İstanbul sana emanet' dediği bir efsane değil ,hakikattir.

Bizim hakikatimiz de efsane değil midir? Veya efsanemiz hakikatin ta kendisi değil de nedir?

Süheyl Bey, ‘ benim gibi belediye temsilcisi veya vali, yani yetkili olmayan birine Ahmet Hamdi neden böyle bir şey söyledi' diye düşünür… Aslında cevap soruda meknuzdur: İstanbul, kadim şehirler, belediye temsilcilerine, valilere, yetkililere emanet edilemeyecek kadar mühimdir!

Süheyl Ünver'in Ahmet Yakupoğlu'na sadece ‘Kütahya sana emanet' demediğini sanıyoruz. Böyle bir mücadele için Kütahya'nın emin bir mekan olduğu da şüphe götürmez.

Yakupoğlu bu zemini yaparak, üreterek besleyen, böylece Kütahya'nın ölçeğini Türkiye bütününe genişleten abide bir şahsiyet. Bu Osmanlı çınarının gölgesinde emsalsiz güzellikler neşvü nema bulmuştur.

Hani yazının başında ‘şehir delisi' demiştik ya, yani şehir sevdalısı…

Ben derim ki o bir ‘şehir velisi' ”

Ne güzel yazmış sevgili D. Mehmet Doğan büyüğümüz. Ona da sağlık ve afiyetler diliyorum.

Şimdi hepimizin aklında bir soru var değil mi? Ahmet Yakupoğlu kime el verdi. Kime emanet etti. Kütahya'yı ve İstanbul'u ve ve .. 

Her daim ‘şehir delileri'ne, ‘şehir sevdalıları'na ve ‘şehir velileri'ne ihtiyacımız var. Bu vesile ile, Ahmet Hamdi Tanpınar, Süheyl Ünver ve Ahmet Yakupoğlu'na Allahtan rahmet diliyorum.