TOPRAK İNSANI ÇAĞIRINCA
Topraktan var olmuştu insan ve ancak toprağa yakın durduğu müddetçe huzur bulabilirdi. Fakat aldandı, ölümsüzlüğe, gökdelenlere, beton kaplı şehirlere merak saldı. Toprakla arasına çelik kafesler, beton duvarlar ördü. Belki de ölümü hatırlattığı için uzaklaşmıştı topraktan. Fakat bir gün toprak, ansızın geri çağırdı insanı.
Tüm
unvanlardan, yapaylıklardan ve ayrıcalıklardan arındıran, karşı konulamaz bir
çağrıdır, ölüm. Her canlının, mutlak riayet edeceği
sonsuzluk aleminin, alemlerin Rabbinin çağrısıdır bu. Her şey bir gün aslına rücu eder ve insanda öz
yurduna yani kara toprağa döner, toprak onu geri çağırdığında.
İnsanlar
geçip gidiyor gözlerimizin önünden, tıpkı denizlere akıp giden dereler,
ırmaklar misali. Geriye suretler kalıyor. Suretlerde başka bir ölümlüye emanet. Oysa kısacık ömrüyle ölümsüzlüğe talip olmuştu insan. Heyhat, bu ne
büyük bir yanılgı ve hüsrana uğramış bir ticaret. Kısacık dünya hayatı için
vazgeçtiğimiz sonsuzluk alemi, işte çağırıyor bizi.
Modern
şehirde ölümü unutturmak üzerine kurulmuştu tüm panayırlar. Daha fazla yaşamak
formülü satışa çıkarılmıştı yetkili eczanelerde. Gün be gün çürüyen bedenlerini
gerdirmekle meşguldü, insanlar. Zira insanın kabının değerli olduğu, kalbinin ise
unutulduğu bir medeniyetti bu! Etiketler yapıştırılmıştı tüm mutlulukların
üzerine. Fakat henüz satın alabilen olmamıştı, ölümsüzlüğü.
“İnsan
dünyaya bir kere gelir, öyleyse tüm hazları sınırsızca yaşamalıdır”, ideası
nakış nakış işleniyordu genç dimağlara. İnsanı ve insanlığı, maziyi ve atiyi
çürüten bu zehirli sarmaşık bir heyula gibi dolaşıyordu şehirlerin üzerinde. Gazete ilanlarına, telefon mesajlarına sığdırılmıştı hüzün ve gözyaşı
içermeyen taziyeler. Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.
Fakat ölüm, toprağın çağrısı tüm perdeleri yırtıp
ansızın çıkagelir bir gün. Dünyanın geçici hevesleriyle efsunlanmış gözlerden geriye,
pişmanlık dolu bakışlar kalır. İşte şurada hiç giyilmemiş kıyafetler, duvarda
asılı kalmış hikayeler ve harcanamamış yığın yığın servetler. Sonra ötelerden
kutlu bir ses yankılanır kulaklarımızda; “Asra
yemin ederim ki; İnsan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlar,
birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır” (Asr Suresi- 1-3. Ayet). Evet aldandık, bu dünya bakidir sandık. Dünya ve
ahiret hayatını düzenleyen ölümü unuttuk, sıradanlaştırdık.
Geçen her gün, her ay ve her yıl bizi biraz daha
yaklaştırıyor ölüme.
İnsan,
gündüz ve gece mütemadiyen yürürken ve menzili de belli iken niçin varacağı yer
için, ebedi yurdu için bir hazırlık yapmaz?
Bizler ölümün bir son değil tam aksine yeni bir
başlangıç olduğunu biliriz ve buna iman ederiz. Öyleyse yaşamımızı da buna göre
düzenlemek mecburiyetindeyiz. Zira insan sadece dünya için yaratılmamıştır.
İnsana dünya hayatıyla sonsuz saadeti ve sonsuz eziyeti elde edebilme ayrıcalığı
verilmiştir.
Görmek
isteyen için yaşam ve ölüm, nice duyulası sırlar taşır. Lakin bu sırlar kalbi
henüz katılaşmamış olanlara aşikâr olur. Dilerim çok geç olmadan yaşamın ve
ölümün sırlarına vakıf olalım ve az bir karşılık için ebedi hayatımızı helak
etmeyelim. Kalan ömrümüzün, geçen ömrümüzden daha hayırlı, daha sağlıklı ve
huzurlu geçmesi niyazıyla…
Vesselam…