26 Mart 2017

Topraktan vatana, vatandan millete...

Çanakkale toprağını avucuna alan Boşnak genç, yanındaki Priştineli Arnavut şehidin mezarına, Türkiye'den Senirkentli Hüseyin'in mezarına bakarken ellerine aldığının sadece bir toprak olmadığını fark ediveriyordu. Toprak, var olmak, vatan olmak, vefa idi. Evet bu topraktan yaratılan insanı milletlere ayıran hikmet onları Osmanlı olmak çatısı altın “bir” etmişti. Bu topraklar onları “tek millet” yapmıştı. Vatan olmuştu onlara asırlarca bu topraklar. “Tek vatanda” asırlarca yaşamışlardı. Onlarda bu tarihe vefa gösterip işte bu toprağın içinde sonsuza vermişlerdi kendilerini. “Tek bayrağın” altında uzun devirler geçirmişlerdi. Toprak gibi sessiz olduğum an bil ki Şimşek gibi gökte gürlüyor feryâdım! (Hz.Mevlana) sesini hatırlayan genç adam “Tek devlet”lerinin yıkılıp gidişini düşünürken şimdiki sessizliğin göklerde gürleyen bir feryadın da habercisi olduğunu düşünüyordu. Toprak insan olarak yaratılışının esası idi inancına göre. Millet olarak anası olan vatandan doğmuştu, var olmuştu her şey. Evet, vatan onlara devletlerini kuracak sebepleri vermiş, bir bayrak altında yüceltmişti. Ve onlarda zamanı gelince vatana vefa göstermişlerdi işte. Haleplisi, Kosovalısı, Karabüklüsü, Kırçovalısı, Bosnalısı kim varsa yedi düvele karşı durmuş namusunu çiğnetmemişti. Düşünmek, var olmak ve hareket etmek diyen Topçu'nun bu yaklaşımını Çanakkale'de bir avuç toprağı tefekkür edince anlamamak ve yeniden harekete geçmemek mümkün değildi. Toprak maddeyi canlandırdığı gibi manayı da böyle ihya edebiliyordu işte.

Toprak, dedi genç bu bakımdan, türeyiş, töre, tevazu demektir. Evet, insan olmaklığın mebdesi toprağa üflenen bir ruh ile başlamıştı. Kadın ve erkek olmak, milletler hep bu serencamda türemişti. Her millet kendine bir türeyiş mitosu, efsanesi ve dahi destanları ile kendi öz varoluşunu, türeyişini idrak etmişti. İnsan olmak ne demekti? Nasırul-İbad olmayı düşünenlerin ülküsü olmasındı bu. Nizamı âlemi düşünerek bunu da insana yardım gören bir dünya görüşü işin esası olmasındı. Topraktan türeyenin bir töresi olacaktı elbette. Nizam ve asayiş isterdi insan olmak. Amiru'l-Bilad olmak beldeleri imar ederek ömürleri şenlendirmek umranlar kurmak nizam değil miydi? Ve dahi Dafiu'z-zulumat ve'l-fesat olmak. Şahsiyet taşımak, zulme kalkan olmak, yolsuzluğu yoldan çekmek demekti insan olmak. Bunları müşterek bilenler bir olurdu, iri ve diri olurdu. Gencimizin fikri burada, İnsanın ham maddesi topraktır, ama fazla sulandı mı çamurlaşır!.. diyen Mevlana'nın başka bir hikmetine takılıvermişti. Kendini unutanı evren ve sahibi de unutuyordu. Toprak töreydi, toprağa can veren nefesti bunu unutmamak lazımdı!

Çamurlaşmamak lazımdı. O zaman toprak tevazu vermez, güç ile azdırırdı zira. Hz. Lokman'ın ağzından “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez." uyarısı yapılmamış mıydı? Tohum olmak için vatanın bağrına düşen insan tevazu ile yeşerir, ama çamura düşerse çürürdü. Nerden geldiğini ve nereye gideceğini unutanın gayesi kalmaz, tarihi muğlaklaşır, vatan mefhumu karışırdı. Toprağı Türkiye yapan, vatan yapan şey şehidin kanı ve köylünün teriydi. Sazın telinden dökülen, neyin avazındaki sonsuzluktu vatan. Türkiye yapan o toprağı Müslüman Türkün ayağının coğrafyaya değmesiydi. Mebde bu oldu ve başladı. Tarih yaşandı bin yıldır bir süreçte biz olduk. Güldük, ağladık. Gayemiz vardı, nizam-ı âlem kızıl elmamızdı. Bunları hatırlarken o bir avuç toprak bir anda asırlık bir vatan oluvermişti. Gözlerinden toprağa düşen iki damla ise göklerden gelen bir diriliş selamı gibiydi.

Hz. Mevlana, Topraktan geldik toprağa gideceğiz mühim olan çamurlaşmamak derken bir tarihin, bir coğrafyanın insanlarına basit ama sonsuz sözünü miras bırakıyordu. Topçu Mevlana ve Tasavvuf eserinde (s.115-116), Anadolu'nun ruhunun uyanış çağında, ona istikamet vermesi, hikmetin ışıklarını göstermesi bakımından bu ülkede Mevlânâ ve Yunus, Sokrat'ın yaptığı büyük role sahiptiler. Eğer biz Mevlânâ'ların sunduğu ruhla dolsaydık, her gün bir yabancı ruhun taklitçisi bedbaht zavallılar olmayacaktık. Milli ruhumuzun mürşidi Mevlânâ, felsefemizin üstadı olmalıydı.” der. Keşke bu söze kulak asan olsaydı. Hülasa, toprak nihayetinde meaddır. Dönüş, sonsuza emanet edinilen yerdir. Mezar. Toprağa düşen bir tohum nasıl kendi devam imkânını kendi içine taşıyarak görevini diğer tohuma bırakıyorsa, insanda böleydi. Bir sonsuzluk döngüsü ilahi bir nizam olarak sürüp gidiyordu. Merhum Topçu büyük vatanlar büyük mezarlar üzerinde kurulur diyordu. Gencin elindeki bir avuç toprak, mezardan alınan bir avuç vatan olmuştu. Dünyayla gözü doymayan insanın bir avuç toprakla doyması da bu işin ironik tarafı. Bu vatan için toprağa çoklarını tevdi ettik. Sene-i devriyesinde olduğumuz Muhsin Yazıcıoğlu'nu  rahmetle, bir Fatiha miktarınca da olsa hatırlamak vefa olacaktır.