Türk okçuluğunun Türkçe kaynaklarına dair
Türkler’in uzun asırlar süren hâkimiyetlerinin şüphesiz en önemli destekçilerinden birisi harp sanatına olan kabiliyet ve buna dair kültürleridir. Bu cümleden olarak ok ve yay kültür içinde çok mühim bir yer işgal eder. Göktürk alfabesindeki harflerden biri “ko” şeklinde okunan “ok” işaretidir. Türk edebiyatında da ok ve yay çok kullanılan iki terim olarak karşımıza çıkar. Ok sevgilinin kirpikleri ve bakışları yay ise kaşı olarak edebiyatımızda yerini almıştır. Selçuklularda okun başka manaları da vardır. Hukuki bir işaret olarak kullanılan ok ve yay Tuğrul Bey’in mektuplarında yer alır. Bağdat seferine çıkıldığında halifeye gönderilen mektupta bu ok ve yay motiflerine yer verilmiştir. İşte böylesine geniş ve bizim Ok-Yay Medeniyet Teorisi adını verdiğimiz bir nazari bakışın oluşturacak kadar arka planı ve anlam dünyası olan okçuluğun muhtelif dillerde kaynakları da vardır. Bunlardan Türkçe olanlara bu yazı vesilesi temasa çalışılacaktır.
Türk
tarihinin saha ve yapı genişliği bakımından kaynakları pek çoktur. Farklı
diller ve türlerde pek çok kaynak tarihimize dair bilgiler vermektedir. Okçuluk
meselesine dair de en eski zamanlardan itibaren Türklerin bu tarihî yoldaşı
hakkında bilgilere rastlanmaktadır. Bu kaynaklar içinde destanlardan, furusiye
kitaplarına pek çok kaynakta diğer hususlarda olmadığı kadar bilgiye
ulaşabilmekteyiz. Bu kısa yazı dâhilinde kaynaklardan bazılarına dair
örneklerle konuyu misallendirmeye çalışacağız.
Bu
Türkçe kaynaklardan belki de ilk başta zikredilmesi gerekenlerden biri Dede
Korkut Hikayeleri’dir. Kültürümüzün bu Türkçe şaheseri içinde, okçuluğa dair
çok değerli malumat vardır. Bu cümleden olarak, 13. hikâyenin kahramanı olan Salur Kazan tavsif edilirken yine ok ve
yay üzerinden ilginç bir anlatım vardır; “Adım
Deli Dönmez iken, Ad kazanan Kazan idim; Kâfir Ala Demir Han’dan gelmiş idi, O
kâfirin sârı yayı, On altı teke boynuzunda kurulmuş idi; İç Oğuz’un beyleri,
Dış Oğuz’un beyleri Katı yayı geremez idi; Ak bileğimde, sırtımda gerginliği
alıp çektim, Padişahtan vekilliği kazanan Kazan idim” sözleri ile
gönderilen sert bir yayı çekerek nasıl onur ve ad kazandığını anlatırken yay
çekme tekniğine dair çok ilginç bir ayrıntıyı da aktarır.
Tarihimizin
diğer bir Türkçe baş eseri olan Kutadgu
Bilig’de de bu konuda bazı bilgiler vardır: İlk önce uzaktan oklar ile vuruşmalı; yaklaşınca ve yüz yüze gelince de
süngü ile hücum etmelidir. Saflar karışınca kılıç ve balta ile vuruş; dişle
tırnakla saldır, yakasından tut yapış.
Türk tarihinin okçuluk konusunda önemli ve çığır
açıcı devirlerinden birisi Memlûklar devridir. Kaynakların genelde Arapça
olduğu döneme ait yazılmış Türkçe kaynakların varlığı kültürümüz adına büyük
bir şanstır. Bu cümleden Memlûk okçuluğunu tanıtmakta yol gösterecek en önemli
kaynaklar furûsiyyeye dair yazılmış
otantik kaynaklardır. Bu konuda Memlûkler devrinde çok değerli bir birikimin
olduğu ve çok az sayıda Ortaçağ tarihçisinin sahip olacağı bir şans olarak
Memlûk tarihinin bu kaynaklarının Türkçe olduğu burada ifade edilmelidir. Bu
kitaplardan ilk örnek olma özelliği de gösteren Kitab fi İlm en-Nüşşâb (14. asır sonu) adlı eserin giriş kısmı
şöyle başlanmaktadır: “Yena sizga malum
bolsun kim bu kitabnı yazmaga sebeb ol boldı kim Mahdum Tolu (Beg) el-Melikî
ez-Zâhirî kaçan kim men zaif biçareni ündeyüb önümde Arap tilince ok atmak ilmi
içinde kitaplar geltürüb koydu. Dahi men miskin biçareden tiledi kim bu
kitaplardan ve dahi özge kitaplardan bir kitap yaza ok atmak içinde Türk
tili üzere. (Kurtuluş Öztopçu,
Kitâb fî ‘İlm en-Nüşşâb, İstanbul,
2002, s. 181.)” Okçuluğa hasredilmiş
bu eser görüldüğü üzere üst düzey emirle ve Türkçe olarak kaleme alınması
talimatıyla yazılmıştır.
Ülkemizde hala hak ettiği bilinirliğe erişemeyen
Memlûkler ve Türkçe kaynaklarından içinde okçuluğa dair de çok değerli bilgilerin
yer aldığı Münyetü’l-Guzat (14. asır
sonu) isimli eser şu cümlelerle başlamaktadır: “Bilgil kim bu risâle Türk tili üzere tahrir kılınmaklığa dâ’î bu
boldı kim tengri fermânı birle Misr ilinde bir ‘azimü’ş-şân melik zuhûrga
kildi... hâsekiler hâsı Timür big... takı işaret muntig kıldı kim bizim
katımızda bir ‘Arabî silâh-nâme bar turur anı Türk tilinge çevürseng kim bu gâzî Türkler andın intifâ’ alsalar sanga takı sevâb bolsa
tidi. Bu duâçı kul takı ‘alâ re’si ve aynı tip buyruklarınga imtisal kılıp...tengri
tevfîki birle ol kitâbını Türk tilinçe tecüme kılıp takı Münyetü’l-Guzât tiyü ad birdi... (Mustafa Uğurlu, Munyet el-Guzât, Ankara, 1987, s.12–14.)” Bu eserde ata binmek, süngü (mızrak) tutmak, kılıç kullanmak, kalkan
tutmak, ok atmak, top (çevgan) vurmak konuları vardır. Evet, Memlûklerin Türk kimliğini ortaya koyan bu giriş
cümleleri aynı zamanda savaş kültürlerine dair yazılmış Türkçe bir eserin çok
anlamlı bir parçasıdırlar.
Osmanlılar devri Türk okçuluğunun klasik çağdaki son
zirvesi olacaktır. Ateşli silahlara kadar hükmü devam eden ok ve yay o devirde
Türkçe yazılan eserlerden bize büyük bir geleneği aktarmaktadır. Bunlardan
birisi 16. asra dair Türk okçuluğunun özellikle yükseliş dönemi ile alakalı
önemli bir birikimini aktaran Bahtiyârzâde Hacı Hasan Çelebi'nin, Bahtiyârzâde Risâlesi diye tanınan kitabıdır. İşte Bahtiyarzâde eserin girişine “Mahrûse-i İstanbul feth olub Ok Meydânı
ta‘yîn oldukda ibtidâ meydâna gelüb ok
atub taş diküb bâdehu andan ziyâde atub taş dikenler kimlerdir. Bu mahalde
beyân olunmağa şürû‘ olundu.
İnşâallâhu'r-Rahman ve amma bir menzili Merhûm Sultan Mehemmed Hân zamânından
ta bu zamâna gelince zikr etmeyince birine dahi şürû‘ etmeziz. Zîrâ öyle
olmayınca ma‘lûm olmaz. Biz söze ondan başlayalım kim İstanbul’da kangı
menzilden ibtidâ olunub bünyâd urdular evvelinden âhirine denlü ve ne havâ ile
atılmışdır. Onu diyelim ve ondan aşurı kim gelüp atmışdır ve her birinin
evsâfından (evsâfından) haber verelim vesâ'ir şehirlerin dahi menzillerin haber
verelim alâ-kadri't-tâka bu fakîre haber yetişdüğine göre rivâyet olunduğı
üzere inşâallâhu te‘âlâ ve gelen üstâdlardan ve kabza âşıklarından haberi
olanların şevki hevâ ve heveslerini Allâhu Te‘âlâ ziyâde ede ve olmayanlara dahi müyesser
eyleye âmin yâ Mu‘în.(Osmanlı Yükseliş Çağında İslambol Okçuları, Risale-i
Bahtiyarzâde Hasan Çelebi, (Haz. Abdullah Ergin-Altan Çetin), Ankara, 2015,
s. 99-100)” diyerek başlar.
Gelibolulu Ali, 16. asrın önemli
bir şahsiyetidir. O eserinde Bahtiyarzade’ye de atıfta bulunarak okçuluk
geleneğimizin mebde itibariyle konuya bakışını şöyle aktarır: “İmām Ebū Caʿfer-i
Ṭaberī ve “Mir‛atü’z-Zamān” mü‛ellifi Mesʿūdī, maḥallinde beyān eylemişlerdür
ki sehm ü ḳavs cennetden çıḳmışdur ve rūy-ı zemīnde evvelen ḥażret-i Ādem-i Ṣafī
oḳ atmışdur, yaʿni ki zirāʿat ve ḥirāsete toḫm ekdikde reme-i murġān-ı ʿarż
pervāz u ṭayerānla indiler, ḥażretüñ ekdügi gendüm dānelerini eşüp çıḳarup ġıdā
idindiler. Her çend ki defʿine saʿy eyledi memnūʿ olmadılar, bi’l-āḫire Ādem
peyġamber ʿaleyhi’s-selām ḥażret-i Ḫallāḳ-ı
dād-ger cenābına murġāndan şikāyet eyledi. Emr-i celīl ile ḥażret-i Cibrīl
nüzūl idüp cennetden bir ḳavs ve iki oḳ ve bir kiriş getürdi. Ṣafiyyul’lāh:
“Bunlar nedür?” diyü istiḥbār itdükde yayı gösterüp: “Hāẕihī ḳuvvetullāh.” ve kirişi
ṣunup: “Hāẕihi şiddetu’llāh.” buyurdı baʿde oḳları virüp: “Nikāyetu’llāh” taʿbīrin
ḳıldı. Pes yay nice ḳurılur, oḳ nice atılur, nice nişānlanur ḥażret-i Ādem’e
ögretdi. Bu taḳdīrce tīr-endāzlaruñ pīrleri melā‛ikeden Cibrīl olur, peşzümresinden
Ṣafiyyul’lāh-ı Celīl idügi taḥaḳḳuḳ bulur. Nite ki aṣḥāb-ı resūl miyānında
pīr-i peş-ḳademleri Saʿd ibnü Ebī Vaḳḳaṣ’dur. Binā‛en ʿalā ẕālik selāṭīn-i ẕī-şān
ḫuṣūṣan mülūk-i āl-i ʿOs̠mān tīr-endāzlara raġbet ü iltifāt idegelmişlerdür.
Menzil atanlaruñ menāṣıb cihetinden menāzil ḳaṭʿı itmelerine ruḫṣat
virmişlerdür. Felācerem Ebū’l-fetḥ muẓaffer-i ʿalem yaʿni Sulṭān Mehemmed Ḫān-ı
muḥterem ki İstanbul’ı aldı, Ġalaṭa cānibindeki ṣaḥrāyı oḳ meydānı taʿyīn ḳıldı
tā ki mürūr-ı zamānla baʿżı eşirrābir
yerden ṭamaʿ idüp almayalar yaʿni ki
mevtālarını defn itmeyeler ve bāġ u bāġçe dikmeyeler bāʿis̠ budur ki mezbūr
İbnü Baḫtiyār risālesinde sınurını yazmışdur.(Osmanlı Yükseliş Çağında İslambol Okçuları,
s. 82.)” Bu örnekler elbette Osmanlı devri kemankeşliğine dair eserlerin çok
mütevazı iki örneğini oluşturmaktadır. Ünsal Yücel bu eserleri çalışmasında
etraflıca tanıtmış idi. Bunun yanında hala yazma durumunda olup kültür
hayatımıza aktarılan pek çok okçuluk kitabı Türkçe olarak varlığını ve
katkısını sürdürmeye devam etmektedir.
Tarihin bilinen şafağından
başlayarak süreçte Türk-İslâm Devletleri’nde okçuluk ve okçulukla ilgili
çalışmalar ve talimler tarih boyunca devam etmiş, Türk devlet adamları bu işe gereken
değeri vermekten geri kalmamışlardır. Sultan Orhan ve torunu Yıldırım
Bayezid‘den başlayarak, Fatih Sultan Mehmed ve II. Bayezid’e kadar pek çok
padişah okçuluk mesleğinin ilerlemesi için çalışmışlardır. Orhan Bey, Bursa’da
Yıldırım Bayezid da Gelibolu’da ok meydanları yaptırmışlardır. Fatih de
İstanbul’da ünlü ok meydanı’nı kurmuştur. Ancak ateşli silahların ve başka harp
vasıtalarının ortaya çıkması ile değerini kaybetmeye başlayan okçuluk sönük bir
devirde geçirmiştir. Böyle olmakla birlikte okçuluk bir spor dalı, avcılık ve
yerine göre bir harp sınıfı olarak varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Bugün
yeniden canlanan Türk Okçuluğu yeni nesillerin kondisyon/güç, koordinasyon/uyum-denge
ve konsantrasyon/odaklanma gibi konularda güncel hayatın getirdiği bazı
sorunlara önemli bir çıkış olacağı gibi kültür ve kimlik gibi konuların
nazari-ameli öğrenilmesi bakımından da son derece değerli bir imkanı
içermektedir. Bendenizin mensubu olduğum Ankara
Altınyay Okçuluk Araştırma Derneği ve
Spor Kulübü gibi yüzlerce derneğin ve hali hazırda bu işleri düzenleyen
Geleneksel Türk Okçuluğu Federasyonunun gayretleri ile devam etmektedir. Bu
konuya geçmişten geleceğe emek veren cümleye başta okçuluğu yeryüzünde
başlattığı düşünülen Hz. Adem ve okçuluk pirimiz Sad b. Ebi Vakkas olmak üzere
gelmiş-geçmiş ve hali hazırda var olan tüm emek sahiplerine ve özellikle Türkçe
eserler ile bu geleneği bize ulaştıran ecdada selam ve rahmet olsun…
Vesselam.