VF kat sol
VF kat sağ

24 Şubat 2022

​Türk okçuluğunun Türkçe kaynaklarına dair

Türkler’in uzun asırlar süren hâkimiyetlerinin şüphesiz en önemli destekçilerinden birisi harp sanatına olan kabiliyet ve buna dair kültürleridir. Bu cümleden olarak ok ve yay kültür içinde çok mühim bir yer işgal eder. Göktürk alfabe­sindeki harflerden biri “ko” şeklinde okunan “ok” işaretidir. Türk edebiyatında da ok ve yay çok kullanılan iki terim ola­rak karşımıza çıkar. Ok sevgilinin kirpikleri ve bakışları yay ise kaşı olarak edebiyatımızda yerini almıştır. Selçuklularda okun başka manaları da vardır. Hukuki bir işaret olarak kul­lanılan ok ve yay Tuğrul Bey’in mektuplarında yer alır. Bağ­dat seferine çıkıldığında halifeye gönderilen mektupta bu ok ve yay motiflerine yer verilmiştir. İşte böylesine geniş ve bizim Ok-Yay Medeniyet Teorisi adını verdiğimiz bir nazari bakışın oluşturacak kadar arka planı ve anlam dünyası olan okçuluğun muhtelif dillerde kaynakları da vardır. Bunlardan Türkçe olanlara bu yazı vesilesi temasa çalışılacaktır.

Türk tarihinin saha ve yapı genişliği bakımından kaynakları pek çoktur. Farklı diller ve türlerde pek çok kaynak tarihimize dair bilgiler vermektedir. Okçuluk meselesine dair de en eski zamanlardan itibaren Türklerin bu tarihî yoldaşı hakkında bilgilere rastlanmaktadır. Bu kaynaklar içinde destanlardan, furusiye kitaplarına pek çok kaynakta diğer hususlarda olmadığı kadar bilgiye ulaşabilmekteyiz. Bu kısa yazı dâhilinde kaynaklardan bazılarına dair örneklerle konuyu misallendirmeye çalışacağız.

Bu Türkçe kaynaklardan belki de ilk başta zikredilmesi gerekenlerden biri Dede Korkut Hikayeleri’dir. Kültürümüzün bu Türkçe şaheseri içinde, okçuluğa dair çok değerli malumat vardır. Bu cümleden olarak, 13. hikâyenin kahramanı olan Salur Kazan tavsif edilirken yine ok ve yay üzerinden ilginç bir anlatım vardır; “Adım Deli Dönmez iken, Ad kazanan Kazan idim; Kâfir Ala Demir Han’dan gelmiş idi, O kâfirin sârı yayı, On altı teke boynuzunda kurulmuş idi; İç Oğuz’un beyleri, Dış Oğuz’un beyleri Katı yayı geremez idi; Ak bileğimde, sırtımda gerginliği alıp çektim, Padişahtan vekilliği kazanan Kazan idim” sözleri ile gönderilen sert bir yayı çekerek nasıl onur ve ad kazandığını anlatırken yay çekme tekniğine dair çok ilginç bir ayrıntıyı da aktarır.

Tarihimizin diğer bir Türkçe baş eseri olan Kutadgu Bilig’de de bu konuda bazı bilgiler vardır: İlk önce uzaktan oklar ile vuruşmalı; yaklaşınca ve yüz yüze gelince de süngü ile hücum etmelidir. Saflar karışınca kılıç ve balta ile vuruş; dişle tırnakla saldır, yakasından tut yapış.

Türk tarihinin okçuluk konusunda önemli ve çığır açıcı devirlerinden birisi Memlûklar devridir. Kaynakların genelde Arapça olduğu döneme ait yazılmış Türkçe kaynakların varlığı kültürümüz adına büyük bir şanstır. Bu cümleden Memlûk okçuluğunu tanıtmakta yol gösterecek en önemli kaynaklar furûsiyyeye dair yazılmış otantik kaynaklardır. Bu konuda Memlûkler devrinde çok değerli bir birikimin olduğu ve çok az sayıda Ortaçağ tarihçisinin sahip olacağı bir şans olarak Memlûk tarihinin bu kaynaklarının Türkçe olduğu burada ifade edilmelidir. Bu kitaplardan ilk örnek olma özelliği de gösteren Kitab fi İlm en-Nüşşâb (14. asır sonu) adlı eserin giriş kısmı şöyle başlanmaktadır: “Yena sizga malum bolsun kim bu kitabnı yazmaga sebeb ol boldı kim Mahdum Tolu (Beg) el-Melikî ez-Zâhirî kaçan kim men zaif biçareni ündeyüb önümde Arap tilince ok atmak ilmi içinde kitaplar geltürüb koydu. Dahi men miskin biçareden tiledi kim bu kitaplardan ve dahi özge kitaplardan bir kitap yaza ok atmak içinde Türk tili üzere. (Kurtuluş Öztopçu, Kitâb fî ‘İlm en-Nüşşâb, İstanbul, 2002, s. 181.)Okçuluğa hasredilmiş bu eser görüldüğü üzere üst düzey emirle ve Türkçe olarak kaleme alınması talimatıyla yazılmıştır.

Ülkemizde hala hak ettiği bilinirliğe erişemeyen Memlûkler ve Türkçe kaynaklarından içinde okçuluğa dair de çok değerli bilgilerin yer aldığı Münyetü’l-Guzat (14. asır sonu) isimli eser şu cümlelerle başlamaktadır: “Bilgil kim bu risâle Türk tili üzere tahrir kılınmaklığa dâ’î bu boldı kim tengri fermânı birle Misr ilinde bir ‘azimü’ş-şân melik zuhûrga kildi... hâsekiler hâsı Timür big... takı işaret muntig kıldı kim bizim katımızda bir ‘Arabî silâh-nâme bar turur anı Türk tilinge çevürseng kim bu gâzî Türkler andın intifâ’ alsalar sanga takı sevâb bolsa tidi. Bu duâçı kul takı ‘alâ re’si ve aynı tip buyruklarınga imtisal kılıp...tengri tevfîki birle ol kitâbını Türk tilinçe tecüme kılıp takı Münyetü’l-Guzât tiyü ad birdi... (Mustafa Uğurlu, Munyet el-Guzât, Ankara, 1987, s.12–14.)” Bu eserde ata binmek, süngü (mızrak) tutmak, kılıç kullanmak, kalkan tutmak, ok atmak, top (çevgan) vurmak konuları vardır. Evet, Memlûklerin Türk kimliğini ortaya koyan bu giriş cümleleri aynı zamanda savaş kültürlerine dair yazılmış Türkçe bir eserin çok anlamlı bir parçasıdırlar.

Osmanlılar devri Türk okçuluğunun klasik çağdaki son zirvesi olacaktır. Ateşli silahlara kadar hükmü devam eden ok ve yay o devirde Türkçe yazılan eserlerden bize büyük bir geleneği aktarmaktadır. Bunlardan birisi 16. asra dair Türk okçuluğunun özellikle yükseliş dönemi ile alakalı önemli bir birikimini aktaran Bahtiyârzâde Hacı Hasan Çelebi'nin, Bahtiyârzâde Risâlesi diye tanınan kitabıdır. İşte Bahtiyarzâde eserin girişine “Mahrûse-i İstanbul feth olub Ok Meydânı ta‘yîn oldukda ibtidâ meydâna gelüb ok atub taş diküb bâdehu andan ziyâde atub taş dikenler kimlerdir. Bu mahalde beyân olunmağa şürû olundu. İnşâallâhu'r-Rahman ve amma bir menzili Merhûm Sultan Mehemmed Hân zamânından ta bu zamâna gelince zikr etmeyince birine dahi şürû‘ etmeziz. Zîrâ öyle olmayınca ma‘lûm olmaz. Biz söze ondan başlayalım kim İstanbul’da kangı menzilden ibtidâ olunub bünyâd urdular evvelinden âhirine denlü ve ne havâ ile atılmışdır. Onu diyelim ve ondan aşurı kim gelüp atmışdır ve her birinin evsâfından (evsâfından) haber verelim vesâ'ir şehirlerin dahi menzillerin haber verelim alâ-kadri't-tâka bu fakîre haber yetişdüğine göre rivâyet olunduğı üzere inşâallâhu te‘âlâ ve gelen üstâdlardan ve kabza âşıklarından haberi olanların şevki hevâ ve heveslerini Allâhu Te‘âlâ  ziyâde ede ve olmayanlara dahi müyesser eyleye âmin yâ Mu‘în.(Osmanlı Yükseliş Çağında İslambol Okçuları, Risale-i Bahtiyarzâde Hasan Çelebi, (Haz. Abdullah Ergin-Altan Çetin), Ankara, 2015, s. 99-100)” diyerek başlar.

Gelibolulu Ali, 16. asrın önemli bir şahsiyetidir. O eserinde Bahtiyarzade’ye de atıfta bulunarak okçuluk geleneğimizin mebde itibariyle konuya bakışını şöyle aktarır: “İmām Ebū Caʿfer-i Ṭaberī ve “Mir‛atü’z-Zamān” mü‛ellifi Mesʿūdī, maḥallinde beyān eylemişlerdür ki sehm ü ḳavs cennetden çıḳmışdur ve rūy-ı zemīnde evvelen ḥażret-i Ādem-i Ṣafī oḳ atmışdur, yaʿni ki zirāʿat ve ḥirāsete toḫm ekdikde reme-i murġān-ı ʿarż pervāz u ṭayerānla indiler, ḥażretüñ ekdügi gendüm dānelerini eşüp çıḳarup ġıdā idindiler. Her çend ki defʿine saʿy eyledi memnūʿ olmadılar, bi’l-āḫire Ādem peyġamber ʿaleyhi’s-selām  ḥażret-i Ḫallāḳ-ı dād-ger cenābına murġāndan şikāyet eyledi. Emr-i celīl ile ḥażret-i Cibrīl nüzūl idüp cennetden bir ḳavs ve iki oḳ ve bir kiriş getürdi. Ṣafiyyul’lāh: “Bunlar nedür?” diyü istiḥbār itdükde yayı gösterüp: “Hāẕihī ḳuvvetullāh.” ve kirişi ṣunup: “Hāẕihi şiddetu’llāh.” buyurdı baʿde oḳları virüp: “Nikāyetu’llāh” taʿbīrin ḳıldı. Pes yay nice ḳurılur, oḳ nice atılur, nice nişānlanur ḥażret-i Ādem’e ögretdi. Bu taḳdīrce tīr-endāzlaruñ pīrleri melā‛ikeden Cibrīl olur, peşzümresinden Ṣafiyyul’lāh-ı Celīl idügi taḥaḳḳuḳ bulur. Nite ki aṣḥāb-ı resūl miyānında pīr-i peş-ḳademleri Saʿd ibnü Ebī Vaḳḳaṣ’dur. Binā‛en ʿalā ẕālik selāṭīn-i ẕī-şān ḫuṣūṣan mülūk-i āl-i ʿOs̠mān tīr-endāzlara raġbet ü iltifāt idegelmişlerdür. Menzil atanlaruñ menāṣıb cihetinden menāzil ḳaṭʿı itmelerine ruḫṣat virmişlerdür. Felācerem Ebū’l-fetḥ muẓaffer-i ʿalem yaʿni Sulṭān Mehemmed Ḫān-ı muḥterem ki İstanbul’ı aldı, Ġalaṭa cānibindeki ṣaḥrāyı oḳ meydānı taʿyīn ḳıldı tā ki mürūr-ı zamānla  baʿżı eşirrābir yerden ṭamaʿ idüp almayalar yaʿni  ki mevtālarını defn itmeyeler ve bāġ u bāġçe dikmeyeler bāʿis̠ budur ki mezbūr İbnü Baḫtiyār risālesinde sınurını yazmışdur.(Osmanlı Yükseliş Çağında İslambol Okçuları, s. 82.)” Bu örnekler elbette Osmanlı devri kemankeşliğine dair eserlerin çok mütevazı iki örneğini oluşturmaktadır. Ünsal Yücel bu eserleri çalışmasında etraflıca tanıtmış idi. Bunun yanında hala yazma durumunda olup kültür hayatımıza aktarılan pek çok okçuluk kitabı Türkçe olarak varlığını ve katkısını sürdürmeye devam etmektedir.

Tarihin bilinen şafağından başlayarak süreçte Türk-İslâm Devletleri’nde okçuluk ve okçulukla ilgili çalışmalar ve talimler tarih boyunca devam etmiş, Türk devlet adamları bu işe gereken değeri vermekten geri kalmamışlardır. Sultan Orhan ve torunu Yıldırım Bayezid‘den başlayarak, Fatih Sultan Mehmed ve II. Bayezid’e kadar pek çok padişah okçuluk mesleğinin ilerlemesi için çalışmışlardır. Orhan Bey, Bursa’da Yıldırım Bayezid da Gelibolu’da ok meydanları yaptırmışlardır. Fatih de İstanbul’da ünlü ok meydanı’nı kurmuştur. Ancak ateşli silahların ve başka harp vasıtalarının ortaya çıkması ile değerini kaybetmeye başlayan okçuluk sönük bir devirde geçirmiştir. Böyle olmakla birlikte okçuluk bir spor dalı, avcılık ve yerine göre bir harp sınıfı olarak varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Bugün yeniden canlanan Türk Okçuluğu yeni nesillerin kondisyon/güç, koordinasyon/uyum-denge ve konsantrasyon/odaklanma gibi konularda güncel hayatın getirdiği bazı sorunlara önemli bir çıkış olacağı gibi kültür ve kimlik gibi konuların nazari-ameli öğrenilmesi bakımından da son derece değerli bir imkanı içermektedir. Bendenizin mensubu olduğum Ankara Altınyay Okçuluk Araştırma Derneği ve Spor Kulübü gibi yüzlerce derneğin ve hali hazırda bu işleri düzenleyen Geleneksel Türk Okçuluğu Federasyonunun gayretleri ile devam etmektedir. Bu konuya geçmişten geleceğe emek veren cümleye başta okçuluğu yeryüzünde başlattığı düşünülen Hz. Adem ve okçuluk pirimiz Sad b. Ebi Vakkas olmak üzere gelmiş-geçmiş ve hali hazırda var olan tüm emek sahiplerine ve özellikle Türkçe eserler ile bu geleneği bize ulaştıran ecdada selam ve rahmet olsun…

Vesselam.