23 Ekim 2015

Türk sinemasının canlı arşivi Güngör Özsoy

Ömrünün yarısından fazlasını Türk Sinemasına adayan, en önemli filmlerin set fotoğrafçılığını yapan aynı zamanda  “Sinemanın 50. Yılı” ve “Sinemanın 100. Yılı” adlı belgesel niteliğinde çok önemli çalışmaları olan Güngör Özsoy'u anlatacağım bu yazımda sizlere.

AHMET

Öyle isimler vardır ki onları anlatmak çok zordur. Nereden başlayacağınızı bilemezsiniz. Güngör Özsoy'da işte bu isimlerin en başında gelenlerdendir. O Selahattin Pınar gibi efsane bir ismin arkasında keman çalacak kadar üst düzey bir müzisyen olduğu gibi, sinemanın yaşayan arşivi ve kara kutusudur.

Her şey 1955 yılında babası Sami Özsoy'un kendisine fotoğraf makinesi hediye etmesiyle başlar. İlk fotoğrafı da babasını hasta yatağında çektiği fotoğraftır. O günü bile bugün gözleri dolarak anlatır. Babası da kısa bir süre sonra hakkın rahmetine kavuşur. Bu önemli hatıra Güngör Özsoy'un hayatına bambaşka bir anlam yüklemiştir artık. O günden itibaren hayata vizörden bakmaya başlar Güngör Özsoy.

Selahattin Pınar'ın arkasında keman çalışını unutamıyor

Müzisyen bir ailede büyüyen Güngör Özsoy 1958-60 yılları arasında iki yıl dönemin ünlü müzikholü Küçük Çiftlik Gazinosu'nun sahnesinde dönemin en iyi isimleri ile arasında keman çaldı. Efsane Bestekâr Selahattin Pınar'ın arkasında çalışını bugün bile gururla anlatıyor. 

Dönemin en acar muhabiri

1960 yılında, o güne kadar amatörce ilgilendiği fotoğraf tutkusunun ön plana çıkmasıyla birlikte muhabirlik hayatı başlar. Önce, Gece Postası, Radyo Alemi gibi dönemin ünlü gazete ve dergilerinde çalışır. Sonra sırasıyla Artist, Sinema, Ses ve Perde gibi magazin ağırlıklı dergilerde kendini göstererek şöhret basamaklarında yükselerek, Erol Dernek, Sayıl Erman, Meftun Olgaç gibi dönemin magazin dünyasının efsane muhabirleri arasına katılmayı başarır.

Türk Sinemasında yılda 250-300 filmin çekildiği, yeni yeni sinema yıldızlarının ortaya çıktığı, dolayısıyla magazin dergilerinin tiraj patlaması yaptığı 1960 yılları Güngör Özsoy'un da hem basında hem de sinema alanında adını daha çok duyurduğu dönem olmuştur.

AHMET 2

Çetin Karamanbey ile sinema dünyasının kapısını açıyor

Sanat ve magazin dünyasının içinde olduğu için dönemin en iyi yönetmenlerinden Çetin Karamanbey ile tanışır ve onun asistanı olur. 5 yıl onun için tam bir sinema eğitimi gibi geçer. İlk hocam dediği Çetin Karamanbey'den çok şey öğrenir.

1965 yılında Suat Yalaz'ın ünlü kahramanı Karaoğlan'ı sinemaya uyarladığı filmle birlikte Güngör Özsoy da artık sinema dünyasına set fotoğrafçısı olarak adımını atar. Kendisi çok ünlü bir magazin fotoğrafçısı ve muhabiri olduğu için de sektörde yabancılık yaşamaz. Aynı yıl Ertem Eğilmez'in davetiyle Arzu Filme geçiş yapan Özsoy, aralıksız olarak 15 yıl tüm setlerde bulunmuştur.

O artık sinema için vazgeçilmezdir. Piyasanın en iyi yönetmenleriyle 100'den fazla film setinde çalıştı. Hababam Sınıfı başta olmak üzere döneminin en kaliteli filmlerinin fotoğraflarını da yine o çekti. Bunun içinde çok sayıda kadın ve erkek sanatçının ilk fotoğrafları da Özsoy'a aittir.

Sinema tarihi için Özsoy'un fotoğrafları servet değerindedir

Sinema tarihi açısından Güngör Özsoy'un arşivi adeta bir servet değerindedir. Her fotoğrafı da adeta bir film karesidir.

Arzu Filmde, Orhan Aksoy, Metin Erksan, Çetin Karamanbey, Lütfü Akad, Memduh Ün gibi bir birinden değerli yönetmenlerle çalıştı.

Ünlü Rum Kameraman Kriton İliadis'den çok şey öğrenmiştir. İliadis, set aralarında verdiği özel detay bilgilerle Güngör Özsoy'u bambaşka bir kameraman ve fotoğrafçı yapmıştır. Işık, açı, kadraj ve birçok teknik konuda çok az sayıda kişinin sahip olduğu yeni donanımlar kazanmıştır. 

Set fotoğraflarına baktığımız zaman Özsoy'un farkını anlayabiliyorsunuz. Bunun sebebini sorduğumuzda hafiften gülümseyerek şöyle demişti: “O devirde iki türlü fotoğrafçı vardı. Birincisi çaycıda oturan fotoğrafçılardı. Bunlar sette sürekli çay içen ve sadece çağrıldıklarında fotoğraf çeken kişilerdi. Bense sette oturur ve o sahnenin çekilişini seyrederdim. O sahneyi tek bir karede anlatman lazım ama o sahneyi sette takip etmezsen çekemezsin. Sahnenin çekimi biter, yönetmen bana gelir, Güngör, seti hazırla fotoğraf çek derdi.

Biz kalkıp ışıkçıyla, setçiyle fotoğraflık bir set hazırlar çekerdik. Oyuncular da iyi bir iş çıkacağını bildiklerinden dolayı bize sorun çıkarmazlardı. O sahneyi bir fotoğrafta anlatırdım. Mesela bir örnek veriyim: Selma Güneri'yle bir film çekiliyor. Selma Güneri, mahalle kızı. Ancak ona iftira atmak için onu bir eve sokacaklar, eve bir adam sokacaklar ve onlar da baskın yapacaklar. Bu sahne 20-25 planla çekildi. Tunç Başaran, Güngör fotoğraf çeksene dedi. Tunç dedim yarım saati alır. Film mi çekeceksin, dedi. İstersen hiç çekmeyeyim dedim. Sonra kabul etti.

Ben öyle bir açı hazırladım ve seti yeniden yaptım ki fotoğraf için, tek bir karede 20-25 planı anlatmış oldum. Film fotoğrafı filmi anlatan fotoromandır yani. Ben öyle çalışırdım.”

Güngör hoca konuşurken hiç şüphesiz geçmişe dönüyordu. Eski dostlarını ustalarını hatırlıyor gözleri doluyordu.

Şaryo yerine sabun kullanılırdı

Hocam geçmiş ile günümüzü kıyaslar mısınız dediğimizde o günlerin zor şartları ve yorgunluğu aklına geldi ve derin bir nefesten sonra şöyle devam etti: “Senede 300 film çekilirdi. Figuran bulunmazdı, araç bulunmazdı. Oyuncular aynı anda 3 filmde oynarlardı. Öyle bir çalışma temposu içindeydik. Şimdiki teknoloji yoktu o zamanlar. Mesela şaryo yoktu. Kamera ayaklarına sabun konur, yerler ıslatılır ve kaydırılırdı. Biz bunları yaşadık. Türk sineması profesyonel bir sinema olamadı. Amatör kaldı. Çünkü dünyaya açılamadı.

Yapımcıların kazandığı paralar, yeni stüdyolara, film platolarına, teknik ekipmanlara aktarılamadı. Bir de üstüne üstlük TV ve videonun yaygınlaşması işi daha da kötü bir hale getirdi. Türker İnanoğlu ağabey gibi beş kişi daha bu işe soyunsaydı inanın sinemamız daha ileri bir düzeyde olurdu. Şimdiki gençler daha da şanslı. İstedikleri imkanlar var. Vizyonları daha geniş. İyi eğitim almışlar. Çok umutluyum.”

80'li yıllarda erotik film furyası başlayınca sinemadan uzaklaşarak 90'lı yılların başına kadar mankenlik çekimleri, sanayi ve tanıtım çekimleri yapan Özsoy, daha sonra manzara ve doğa fotoğrafçılığının içinde bulur kendini.

Edirne'den Kars'a Türkiye'yi 15 kere dolaştı

Edirne'den Kars'a kadar Türkiye'yi 15 kere gezen Özsoy'un arşivinde ülkemizin her köşesinin en güzel karesini görebilirsiniz. Yayınlanan turistik tanıtım kitapları, takvimler ve kartpostalların çoğunda hocanın fotoğrafları var.  Özsoy ile ilgili en önemli ayrıntılardan biri de sayısız fotoğraflarının içinde bir kare bile sefaleti anlatan tek kare göremezsiniz. Hoca bu konuda etrafımızda onca güzellik varken neden sefalet çekiyim ki diyor ve ekliyor “Benim için fotoğraf güzellikleri ebedileştirme sanatıdır”

Güngör Özsoy, yedi kuşak İstanbulludur. Onun içinde İstanbul'a sevdalıdır. Bu kadim şehrin en iyi açıdan çekilmiş güzel kareleri de kendisine aittir. Fotoğraflarında mavi ve tonları hakimdir. Böyle bir rengin ancak fotoshop ile gerçekleşebileceğini sananlar bunun nasıl olduğuna inanamazlar. Özsoy, bu sırrın da fotoğrafın çekildiği zamanda dilimlerinde (saat) saklı olduğunu söylüyor.

Sinemanın 50. Yılı ile ilgili bir kitabı var

Hayatı sinema fotoğraf dünyasının içinde geçen Güngör Özsoy'un Sinemanın 50. Yılı ile ilgili bu işle uğraşan herkesin evinde olması gereken güzel bir kitap çalışması var. Özsoy şimdide sinemanın 100. Yılı ile ilgili çok detaylı bir kitap hazırlığı içinde. Bu çalışmadan haberi olan bazı sanatçılar hocayı telefonla arayarak kitabın kapağına kendilerinin fotoğrafını koymasını istiyorlar ama yılların tecrübesi kafasında ki kitap kapağını çoktan belirlemiş bile…