27 Ağustos 2020

TÜRKİYE’Yİ KİMLER, NASIL YÖNETTİLER? (2)

Eski bürokrat ve siyaset adamlarımızdan Ertan Yülek'in Hatıraları*ndan dönemin Türkiye yöneticileri ile ilgili şahitlikleri anlatmaya devam ediyoruz.

3) Başbakan ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Yönetiminden Manzaralar

Türk siyasetinin 1960 darbesinden sonraki en önemli figürlerinden biri olan ve 1965'teki seçimlerin ardından Başbakan olan, müteakiben bu makama 8 defa gelip 9 defa gittikten sonra en son 9. Cumhurbaşkanı olarak Türkiye'yi yöneten Süleyman Demirel'in de nasıl bir yönetici olduğunu dair Yülek'in hatıra kitabında çeşitli ayrıntılar var. Bunlardan biri Süleyman Demirel'in Amerika adına laiklik adına nasıl bir misyoner gibi davrandığını gösteren önemli örnekler yer alıyor.

(…..) 1977'nin Şubatında CIA Başkanı Türkiye'ye geldi, Demirel'le görüştü. Mayıs ayında seçim kararı alındı. Hiç gereği olmayan bir seçim kararıydı. Seçimler yapıldı. MSP'nin 48 milletvekili 24'e indi. CHP birinci parti oldu. 21 Haziran 1977 yılında Bülent Ecevit azınlık hükümeti kurdu. (Yülek,2015:323).

(……) 1992'de Demirel Başbakan, benim Başbakan Başdanışmanı olduğum zaman, kısa adı TİKA olan Türk İş Birliği Kalkınma Ajansı kuruldu ve Dışişleri Bakanlığı'na bağlandı ve bir büyükelçi Umut Arık da TİKA Başkanı olarak tayin edildi. Dışişleri Bakanlığı'na bağlı olmasının hatalı olduğunu birçok yerde ifade ettim. Nitekim o dönemde etkili bir çalışma yapması mümkün olmadı. O kadar hatalı işler yapıldı ki, faydasından çok belki de zararı oldu. Meselâ, Türkî Cumhuriyetlerin ihtiyacı olan teknik yardımlar yerine, BM ile işbirliği yapılarak doğum kontrolü gibi bu Cumhuriyetlere ihanet derecesinde zarar verecek projeler götürülmeye çalışıldı. (Yülek,2015:418-419).

(……) Demirel'in Başkanlığında, Orta Asya'ya gideceğimiz heyetle, Başbakanlık resmi konutunda bir toplantı yaptık. Bu toplantıya İçişleri ve Dışişleri mensupları katıldı. Namık Kemal Zeybek, Emre Gönensay ve Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin de toplantıdaydı. Birileri "Efendim işte biz buraya bu kadar gitmesek de, böyle şey yapmasak da, bu kadar yardım etmesek vs.” gibi laflar edince, Demirel "Ne diyorsunuz yahu, biz buralara laikliği götüreceğiz” dedi. (Yülek,2015:551-552).

4) Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Yönetiminden Manzaralar

Ülkemizi yöneten bir başka önemli politik figür, darbeci general Kenan Evren'dir. Evren,  1980 yılında yaptığı darbenin ardından Türkiye'yi 7 yıl yönetmişti. İşte bu darbenin ardından Amerikalılar “Bizim çocuklar başardı” demişlerdi.

12 Eylül Darbesi'nin idaresinin iki sembol hapishanesi vardı. Bunlardan biri Diyarbakır Cezaeviydi. Burada her düşünceden mahkûma her vesileyle işkence ediliyordu. Oruçlu mahkûma pislik yedirilmesi bunlardan sadece biriydi. Mahkûmların çırılçıplak soyularak coplanması bir başka uygulamaydı. Diyarbakır Cezaevinde “Mahkûmlara işkence yapan şahıslara Generaller tarafından ‘Alperen' şeklinde iltifat ediliyor” (Kahraman,1988:47). mahkûmlara İstiklal Marşı ve Atatürk ilkeleri zorla öğretiliyordu.

Darbeci general Kenan Evren Atatürk'e ve laikliğe o kadar çok bağlı gözüküyordu ki İslam ülkeleri toplantısının açılışında toplantının Kur'an-ı Kerim okunan bölümüne katılmamıştı.

(…..) 1985 yılıydı. Yusuf Bozkurt Özal müsteşar, Turgut Özal Başbakan, Kenan Evren de Cumhurbaşkanıydı. İslam Ülkeleri'nin üst düzey katılımlarıyla toplantıyı gerçekleştirdik. Cumhurbaşkanı Kenan Evren toplantının başkanıydı. Kur'an-ı Kerim okunurken laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle salonda yerini almadı. Gazeteler de bu toplantıda Kur'an okunmasını kalemlerine doladılar ve laikliğe aykırı bularak aleyhte yayın yaptılar (Yülek,2015:448).

Aynı Kenan Evren'in damadı hiç Türkçe şarkı söylemeye lüzum bile görülmeyen partiler tertip ediyorlar, Kuranı Kerim'e karşı duydukları kaçınma duygusunu, Yunanca şarkılara karşı  hissetmiyorlardı.

(……) Kenan Evren'in damadı, Gümrük Müsteşarı Ertan Cizreli bazı Ankaralılarla Çankaya Grubu diye bir grup oluşturmuşlardı. Konferanslar, sosyal faaliyetler yapıyorlardı. Birinde Ankara'da Sheraton veya Hilton otelde şarkıcı Leman Sam'ı çağırmışlardı. Kimler yoktu ki; Kenan Evren, Turgut Özal, Genelkurmay Başkanı, saymaya lüzum yok, siyasetin ve bürokrasinin en üst kademeleri. Gazetecilerin Ankara temsilcileri, yazarları, bazı iş adamları.

Bizim masamızda o zaman Hürriyet Ankara Temsilcisi Ertuğrul Özkök ve eşi de bulunuyordu. Leman Sam başladı teganni etmeye, İngilizce, Fransızca şarkıların ardı arkası kesilmiyor. Hatta Yunanca şarkı bile söyledi. Ben başladım homurdanmaya, Türkiye Devletinin bütün üst düzey yöneticileri orada, Türkçe şarkı yok. O sırada bitişik masada oturan Tercüman'dan Yavuz Donat bana gelerek "Ertan Bey bu ne hâldir, bizim masada Vitali Hakko, kalktı gitti” dedi. Benim homurdanmam, tenkitlerim artınca Ertuğrul Özkök “Ne olur söylerse, söylesin” diye bu duruma sahip çıkınca, münakaşayı uzatmamak için hanımla masayı terk ettik. İnsan biraz kültürüne, devletine, milletine, Cumhurbaşkanına, Başbakanına hürmet eder, Türkçe bir şeyler söyler (Yülek,2015:494).

12 Eylül darbe döneminin birçok mağduru olmuştur. Bunlardan biri de dönemin vergi rekortmeni Ahmet Uğurlu'ydu. Ahmet Uğurlu'nun başına geleni de Ertan Yürek şöyle anlatıyor: Ahmet Uğurlu 1977 yılı vergi rekortmeniydi. 1980 İhtilalden sonra Ahmet Bey'i fiktiften mal aldı diye Gayrettepe Emniyet Müdürlüğüne çağırmışlar. O zaman Sadettin Tantan İstanbul kaçakçılık şubesinde müdür. Askeri idare devam ediyor. Fiktif ambardan mal çekmişinle başlayıp, "Sen Sovyetlerle çalışıyorsun. Sovyet casusu musun?” diyerek oğlu ve ortağıyla birlikte içeri attılar. Aynı suçtan, fiktif ambardan mal çekme konusundan dolayı başka bir televizyon imalâtının sahibi -azınlıklardan birisi- 24 saat bile kalmadan serbest bırakıldı.

Daha sonra Ahmet Bey'in kendisinden dinledim. Her sabah Mamak Askerî Cezaevinde içtimaa çıktıklarında, "Ben vatan hainiyim komutanım” diye onbaşıya tekmil veriyorlarmış. Turgut Bey'e bunu anlattım birkaç defa. "Bunun için adam içeride tutulur mu?" diyerek bir kararname çıkarttı ve tam 18 ay sonra Ahmet Uğurlu serbest kaldı. Maalesef Türkiye'nin çok önemli bir sanayi ve elektronik kuruluşu olabilecek Uğurgül firması bir daha da iflah olmadı, battı gitti. Ahmet Uğurlu kahrından beyin kanaması geçirdi ve Hakk'ın rahmetine kavuşmakla kalmadı, ailesi de perişan oldu. (Yülek,2015:340).

Kaldığımız yerden konuyu incelemeye devam edeceğiz inşallah..

*Yülek Ertan, (2015), Ömürdür Gelir Geçer, (Yaşadıklarım, Gördüklerim, Duyduklarım) Ankara: Cümle Yay