Türklerin Müslüman Oluşunun Hülasası: Satuk Buğra ve Ebû Nasr Samanî
Türklerin İslam dinini kabulleri tarihinde dikkat çeken iki isim Satuk Buğra ve Ebû Nasr Samanîdir. Bunların hikâyesi adeta Türklerin Müslüman oluşlarındaki dinamikleri ortaya koyan bir muhtevayı aktarması hasebiyle ayrı bir önem taşır. Uzun sayfalarda anlatılabilecek bir olgu dünyası sanki bu olayın içinde özleşerek toplanmış gibidir.
Şüphesiz Orta Çağlar
din ve toprak gibi temel iki esasa dayalıdır. Medeniyet yani
toplum-devlet-şehir hulasa insanın maddi ve manevi kültürünün teşekkül ortamı
bu asırlarda kendisini bu iki temek dinamiğe yaslar. Medeniyet merkezli tarih
okuması olarak kavramlaştırdığımız okuma şekli de bu unsurlara bakarak o çağın
yahut incelenen herhangi bir çağın esasındaki yapıcı unsurları görmemizi
sağlar. İşte bu sebeple Türklerin İslam’a girişleri ve yeni topraklar elde etme
çabaları zaman ruhuyla örtüşür bir karakter gösterir. Yeni topraklarda yeni bir
inanç kadim bir millete yeni asırların kapısını açacaktır.
Türkler Göktürk çağı
sonrası Batı’ya doğru göçlerinde kuzey ve güney istikametinde iki yoldan
giderler ki İlk Müslüman Türk devletlerinin bu çerçevede zuhuru tesadüfi
değildir. Bu cümleden olarak Türk Hakanlığını (Karahanlılar) oluşturan kitleler
de İslam ile komşu coğrafyalarda zuhur ettiler. İslam fetihlerinin bölgede
oluşturduğu durum ve onların burada bu yapılarla karşılaması tarihin en büyük
değişimlerinden birinin de kapısını aralayacaktır. Burada Abbasi devrine dair
iki büyük siyasi oluşumu Samânîler ve Türk Hakanlığının varlığı bu teşekkül de
kilit rol oynayacaktır.
Türk Hakanlığının
kurulup siyasi ömrünü henüz İslam olmadan sürdürdüğü süreçte Samânîlerle
ilişkileri bilinmektedir. İşte bu ilişkiler cümlesinden İslam ribatı ve Türk
yurdu olan bu bölgedeki karşılaşmaların en dikkat çekicilerinden birisi bugün
Çin’de Doğu Türkistan Özerk Uygur bölgesinde bulunan Artuç şehrinde
gerçekleşecektir. Türk Hakanı Bazir Arslan Han’ın ölümü sonrasında karısı ve
yedi yaşlarında olduğu ifade edilen oğlu Satuk Hakanlığın batısını yöneten
amcası Oğulcak Kadır Han’a sığınırlar. Oğulcak, Satuk’u kendisine sığınan bir
Samânî emiri olan Ebû Nasr Samânî’ye verdiği bölgeye tabi bir tegin olarak
gönderir. İşte vergi tahsili için geldiği bu yerde Satuk Tegin, Ebû Nasr Sâmânî
ile tanışır. İşte tam burada Ebû Nasr’ın bilinen özellikleri adeta Türklerin
İslam oluşunda etkili olan dinamikleri gösterir bir mahiyeti kendinde toplar
bir özellik gösterir. Öncelikle Ebû Nasr Sâmânî siyasi varlığının ve İslam’ın
yayılmasında etkili bu yapının temsilcisi olarak siyasi özellikleri olan bir
kişiliktir. Bu bakımdan Türklerin etraftaki Abbasiler merkezli Müslüman
yapılarla olan ilişkilerinde yeni dini kabulleri açısından sembolik mana ifade
eden durum Ebû Nasr’ın kimliğinde somutlaşır gibidir. Türklerin Abbasiler ve
onların çevresi ile bu alakaları ilerleyen zamanda Bağdad merkezli olarak
Türklerin İslam dünyasında zuhurunu Samerra devri denilen sürecin başlamasını,
Tolunoğulları ve İhşidîler gibi Mısır’daki ilk İslamî devir Türk devletlerinin
teşekkülünü mümkün kılacaktır. Aynı Satuk’un Müslüman olup Türk Hakanlığının
İslam oluşunda da vakidir. Bunun yanında Türkler’in bu yeni dini kabulünde
ülkelerine gelen tüccarların etkisi bilinmektedir. Bu tüccarlarla birlikte
gelen din adamları yeni dini görüp tanımalarında etkili olmuştur.
Türk Hakanlığının İpek
Yolu üzerinden yer alana hâkimiyet sahası tüccarların buraya ulaşması ve tabi
olarak onlarla birlikte yeni inancın da Türklere ulaşmasını sağladığı bir
ortamı var ediyordu. Bu durum karşılıklı ticari ilişkileri, müşterek bir hayatı
ve etkilenmeleri de söz konusu kılıyordu. Ribatlar bu manada iletişim ve
irtibatın önemli mekânları idiler. İşte Ebû Nasr diğer bir yönüyle tüccar
özelliği gösteren de bir kişidir. Dolayısıyla siyasi ve ticari saiklerin
Türklerin İslam’a girişlerindeki etkinliklerini göstermek bakımından önemli bir
sembol şahsiyet durumundadır.
Muhakkak oluşan
bu temas ortamının yanında fakihler ve mutasavvıflar Türklerin İslam oluşunda
doğrudan etkilidirler. Hanefi ve Mâturîdi gelenek ile Melâmîlik ve Yeseviliğin
oluşturduğu inanç ve coşku ortamının aşk ve sevgi odaklı etkisi Türklerin İslam
oluşunda etkisi yine bu yeni dinini kabulü Saikleri arasındaki yeri artık
tartışılmazdır. İşte Ebû Nasr kişiliği burada İslâmî ilimlerde derinliği olan
bir fakih özelliği yanında kutb derecesinde olduğu söylenen bir mutasavvıf
olması ile adeta resimdeki bütün unsurları kendinde toplar gibidir. (Bu
konularda bkz. Ö. Soner Hunkan, X-XIII. Yüzyıllarda Orta Asya’da Türkler ve İslam
(Nümizmatik Veriler ve İslam Kaynaklarına Göre))
Ebû Nasr Oğulcak ile
ticari emtia gelirlerinden sağladığı imkânlar sonucu oluşan dostluğu ile
bölgede bir cami inşa etme imtiyazı elde ederek yeni din için burayı bir merkez
haline de getirmiştir. İşte bir Müslüman beldeye dönüşen aynı zamanda bir
ticaret merkezi olan Artuç’a gelen Satuk Tegin burada bu küçük ticaret şehrinde
Müslümanları görür ve Ebû Nasr ile tanışıp onun telkinleri ile yeni din
hakkında bilgiler edinerek bir gece rüyasında kendisine Müslüman ol ki,
dünyada ve ahirette esenlik bulasın denmesi
üzerine rüyasında Müslüman olarak Abdulkerim adını aldığı görülmektedir. Onun
vefatından sonra ise oğlu Baytaş
Arslan Han Musa Satuk zamanında Ebu’l-Hasan Muhammed el-Kelematî Buhara’da
çıkarak onun yanına gelmiş ve 955-961 yılları arasında İslam Türk Hakanlığının
resmi dini haline gelmiştir. Satuk Buğra Han’ın menkıbevi hikâyesi onun adına
düzenlenen menkıbevi metinde bugün hala okunmaktadır.
İslamiyet’in
yayılmasında sembol bir isim olarak gördüğümüz Ebû Nasr, Manas destanında da
farklı bir zaviyeden lakin yine dini bir mana içinde Aykoco adı ile dâhil
olmuştur. Bu da bizim Türklerin Müslüman olması hadisesindeki unsurları
kendinde toplayan bir şahsiyet olduğunu ifade ettiğimiz bu şahsın zaman içindeki
etkisini görmek bakımından önemlidir: “Ebu
Nasr bin Ahmed bu özellikleri nedeniyle Müslüman olan diğer halklarla birlikte,
coğrafyada yaşamaya devam eden Türk boylarının kültürel belleklerinde önemli
bir yer edinmiştir. Ayrıca Samânî hanedanının Türk soylu halklarla ilgisinin
olabileceği düşüncesi de bu şahsiyetin Türk soylu halkların sözlü kültüründe
yer almasında etkili olmuştur diye düşünülebilir, s.122. Tarihte yaşamış bir
şahsiyet olan Ebu Nasır Samânî, Kırgız kültüründe yeni dinin, başka bir deyişle
yeni bir kültürel belleğin öğreticisi olarak bütün Kırgızlara; Kırgızları
yeniden özgürlüklerine ve topraklarına kavuşturan Manas Ata’yı peygamber
zamanına bağlamak ve peygamber tarafından verilen kutsal emanetleri kendisine
ulaştırmak yoluyla, Manas’a “kut” veren bir yardımcı, efsanevi kahraman tipine
dönüşmüştür ve bu dönüşüm onun destanî adında yer alan “ay” ve “koca” söz
bileşenleriyle ifade edilmiştir. Sözlü kültürde Ebu Nasır Samânî, gerçek
kişiliğinin dışına taşınmıştır, s.131.” (Naciye Yıldız, “Manas Destanı’nda
Dinî Şahsiyetin Efsanevi Şahsiyete Dönüşmesi: Ebu Nasır Samânî’den Aykoco’ya”,
Millî Folklor, 2017, Yıl 29, Sayı 115”). Kırgız coğrafyası Türkistan’ın kalbgâhında
Tanrı Dağlarının merkezinde yer alması hasebiyle ata vatanın önemli bir mekânı
olması hasebiyle İslam’ın yayılmasındaki etkili unsurlar bakımından Ebû Nasr’ın
gösterdiği nitelikler Manas Destan’ında Arslan Baba imgesi ile birleşen bir
özellikle asr-ı saadet ile Türkistan arasında bağ kuran bir özellik kazanarak
yerini almıştır.
Türklerin zorla ve
baskıyla Müslüman olmadıkları aşikârdır. Bunun sebepleri ve süreci tarihi
olarak kısa bir zamana ve anlatı olarak da hülasa bir yazıya sığmayacak kadar geniş
ve çeşitlidir. Lakin burada işaret edilmeye çalışıldığı üzere Ebû Nasr
karakteri ve Satuk Buğra Han buluşması adeta serencamın hülasası bir durumu
göstermesi bakımından önemli görünüyor. Maksadımız meseleyi basite indirmek
değil bütünü gösteren bu veciz örnekle akla ve fikre yol açmaktır.
Türkistanlılık idraki bunu dünden yarına yaşamakta ve geleceğini de bu
çerçevede düşünmektedir. Bize düşen ise yoldaki manaları okuyarak köklerden
dallara kendiliğimizi müdrik kalmaktır.
Vesselam