25 Aralık 2017

Türküden Umrana

Türküler irfanımızı ve hikâyemizi anlatan, milletimizin adıyla maruf dünya görüşümüzü ve hayat tarzımızı gösteren en esaslı kaynaklarımızdandır. Kendimize koşmak, şuurumuzu özümüzle buluşturmak, ruhumuzu bu toprakların güzelliğiyle anlamlandırmak istediğimizde en müstesna kaynaklardan birinin türküler olduğunda şüphe yoktur. Türklerin tarihi gibi müzik çeşitliliği de son derece geniş ve köklüdür. Türklerde tarih, hayat ve millet sevinci ve acısıyla türkülerde kol kola yaşar.

Millet, kültürünün her parçasıyla müşterek ve bütün bir uzviyettir. Kerimoğlu Zeybeği olarak bilinen türkü ve buna bağlı olarak oynanan zeybek oyun yiğit milletimizin ruhunu, duygusunu ve acısını aksettiren bu cümleden güzel misallerdendir. Anadolu'daki Türkün ruhunu anlamak isteyenler için berrak bir kaynak olarak kulakları coşturan ezgisi ve sözleri yanında, gözlerimizden ruhumuza yiğitlik aksettiren zeybeğiyle Kerimoğlu Zeybeği, daha önceki bir yazıda bahsedilen Mevlevi ayinlerinin kültürümüzü şekil- muhteva güzelliği ile aksettirmesi gibi, aynı durum bu türkümüzde de kendi formu içinde söz konusudur.

Kerimoğlu Zeybeğinin hikâyesi, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerindeki dış borçlar meselesinden kaynaklı ortamda gelişen bir olaya yaslanır. Emperyalizmin vatanın bağrına ekonomi hançerini dayadığı bir başka zamandır işte. Kırım savaşı sonrası borçları ödemek için kurulan tütün rejisinin ağır şartlarındaki Anadolu insan zordadır, milletler arası antlaşma olduğu için kolluk kuvvetlerince korunan bir ortamda rejiye itiraz etmek, bunu delmek takibata uğramaya, tartaklanmaya sebep oluyormuş. Bu devirde kaçakçılık suçmuş; kaçakçılık deyince tütünü kendi istediğin gibi satmak kaçakçılık oluyormuş. 1883'te kurulan ve 42 yıl süren Reji İdaresi boyunca kaçakçı, kolcu ve zabıtadan ölenlerinin sayısının 20 bin kadar olduğu ileri sürülür. İşte bizim Kerimoğlu hikâyemizde bu siyakta gelişen bir olaydır.  Kerimoğlu türküsüne konu olan Eyüp'ün ağabeysi bu reji ortamına karşı gelip itiraz ettiğinden hapislere düşer dururmuş. Anlatılanlara göre elbette, kardeş Eyüp'te bu ortamda şikayetlenir dururmuş. Günlerden bir gün bir düğünde zeybek oyununa büyüklerden destur almadan kalktığı gerekçesi ile Pisi muhtarı İzzet Ağa tarafından uyarılınca tartışma alevlenivermiş, silahlar çekilmiş ve muhtar çatışmada kolundan yaralanmış. Bunun üzerine kolluk Eyüp'ün evine gelince firar eden Eyüp dağlara kaçmış. Bu arada çatışmalarda bir zabit de hayatını kaybedince iş iyice sarpa sarmış. Tüm gayretler bu 19 yaşındaki gencin yakalanmasına yetmemiş. Milas'ta kaçakçılık yapan Kör Arap lakaplı İsmail Çavuş'a iş ihale edilmiş. Bu kurnaz avcı 1901 bahar günlerinden bir gün Eyüp'ün kaldığı yeri bulup canına kıyıvermiş. Bu acıya dayanamayan annesi Hatice de dayanmayarak bu fani dünyadan göçüp gitmiş. Ağabeyde anlatılana göre Yerkesik'e yerleşmiş. Bu mahzun hikâyenin sonrasında devran dönmüş 1911'de kapatılan reji idaresi 1925'te tamam kaldırılmasıyla ülkeden çekip gidince geriye haksızlığa itiraz eden Kerimoğlu Eyüp'ün kahramana dönüşen hikâyesi kalmış. Millet de bu evladının hikâyesine bir türkü yakarak onu zamana kazırken, rejinin yani zaman ruhunun uşağı Kör Arap'ı küçümsediği bu türküyle olaya dair duruşunu kendi irfanınca söze ve müziğe dökmüş. Oyna lende koca Arabın sen oyna senden başka yiğit! kalmadı.

Kerimoğlu Zeybeği Osmanlının son dönem sıkıntıları arasında oluşan sosyal zeminde vuku bulan bir olayın neticesinde ortaya çıkan bir türkü ve buna bağlı olarak oluşan oyunun mecmuundan oluşan, bugün izleyenlerin gönlüne BU ÜLKE'ye ait olmanın onur, gurur ve güzelliğini hatırlatan hikâyesiyle ibret, kendisiyle bir kültür kaynağı olan değerimizdir.

Son olarak, bu türkünün geleceğimize söyleyeceği söz, dinleyenleri coşturmanın, zeybeğin yiğitlik duygularımızı tahkim etmesinin ötesindedir. Okullarımızda yeni nesillerin eğitimine katkı sağlayacak katmanlı bir anlamı olan bu gibi kıymetlerimizden yaralanmamız gerektiğini düşünüyoruz. Bu ve benzeri seçilecek türküler ve belki klasik Türk müziği eserleri okullarımızda MEB tarafından planlanarak, öğretilmek suretiyle hikâyeleriyle milli bir şuurun, vatan sevgisinin kazandırılması yanında bir türkü olarak öğrencilerin yeteneğine göre toplu olarak öğretilmeleri yanında, türkü söyleyemeye kabiliyetli çocukların bu istidatlarının geliştirilmesine vesile kılınabilir. Bunun yanında bu türkünün icrasında başta saz olmak üzere milli çalgılarımızın öğretileceği atölyeler benzer şekilde kurulabilir. Nihayet bir halk oyunu olarak beden ve zihin sağlığına son derece faydalı bir faaliyet olarak zeybeğin öğretilmesi yoluyla ortaöğretimim bitiren bir Türk çocuğunun belirli bir sayıda türkü ve klasik musikimizin eserini bilir, belli oyunları tanır halde, en azından aşina şekilde üniversiteye intikali sağlanabilir. Bu düzenleme sanat değerlerimizle tercihli olarak desteklenebilir. Benzer çalışmalar, tercihli/seçmeli de olabilir, klasik Türk musikisi ve klasik Batı müziği çalışmaları olarak da geliştirilerek, donanımlı ve muhtevalı insanlar terbiyesi söz konusu olabilir.

Bunu bir batı doğu modernleşme gelenekçilik kakafonisine sokmadan makul bir çizgide çocuklarımıza aktarmamız fevkalade faydalı olacaktır. Finlandiya fiyortlarında aradığımız ruh buralarda olmasın!!!

Müziğin aklı ve ruhu terbiye etmesi ötesinde muhtevasındaki dolaysız öğreticilikle de sözlerle ve monologla verilmek istenen pek çok şey bu suretle tabii olarak kazandırılabilir şeklinde naçiz ve müstehzi bakışları çekeceğinden emin olduğum teklifimi arz etmek isterim efendim. Her şey bitti de müzik mi kaldı diyeceklere cevabımız evet efendim bir tek müzik kaldı! Milli kültürüne tabii vasıtalarla aşina olan nesiller geleceğe bu değerleri aynı güzellikte taşıyacaklardır. Zevk-i selim olmayan yerde düşünce katılaşır, kültür donuklaşır.

Vesselam!