Umursamamak
”İmam ne derse desin, cemaat bildiğini okur!” sözünde, “İmam” camide namaz kıldıran değil; “cemaat” de camide ibadet yapanlar anlamında değildir. Bu iki kelime mecaz anlamındadır. Bildiğiniz gibi bazen kelimeleri kendi öz anlamlarının dışında kullanıyoruz. Bir örnek: Birine, “Sobayı yak!” dediğimizde, yakılan soba değil; içindeki odundur. Burada soba öz anlamının dışında bir anlamda kullanılmıştır.
Bu sözde geçen “imam”
devlettir. “cemaat” ise ticaret yapanlar anlamındadır. Devlet hangi önlemi
alırsa alsın, açıkgöz ticaretçi ne edip edip bir yolunu buluyor; işin içinden
çıkmasını beceriyor ve kaşığı kendi tarafına yönlendirebiliyor. Sonunda işten
karlı çıkan yine o açıkgöz ticaretçi oluyor. Burada sözüm, dürüst ticaret yapıp
merhametli, vicdanlı, sorumluluğunu bilen ticaret yapanlara değildir.
Devlet, “KDV’yi %1’e
indirdim.” diyor; ticaretçilere de: ”Siz de buna göre fiyatları düşürün!”
diyor; ancak açıkgöz ticaretçi bırakın denileni yapmayı, tam tersine fiyatı
daha da artırıyor.
Ticaretçilerden biri, bir
hafta önce bir gıda maddesinin faturasında
KDV’yi %8; ödenmesi gereken toplam ücreti, 18.50 TL. olarak gösteriyor.
Bir hafta sonra aynı gıda maddesinin faturasında; KDV’yi %1, ödenmesi gereken
toplam ücreti ise yine 18.50 TL. olarak gösteriyor. Burada olan devletin
%7’sine oluyor!
Satıcıların yaptığı başka bir
oyun daha: “Önce yükselt; sonra indir yöntemi!” Adam eşyanın fiyatını
indireceği zaman; önce normal fiyatını yükseltiyor; sonra indirim yaptım
diyerek fiyatı önceki fiyatına geri getiriyor. Buna indirim diyor! Eğer
gerçekten mal oluş fiyatı/girdisi yüksekse ticaretçinin bunu kanıtlaması
gerekir. Bu da ürünün ilk çıktığı yer tarafından faturası gerçek ve şeffaf
düzenlenirse sonraki aşamalarda da aynı titizlik ve şeffaflıkla denetime açık
bir biçimde devam eder. Bütün bunları vicdanı kararmamış, fıtratı bozulmamış ve
Allah korkusu ve ahiret inancı olan insanlar için konuşuyoruz. Üstat M.Akif
Ersoy’un mısralara döktüğü gibi:
“Ne irfandır
veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazîlet hissi
insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden
çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın...
Ne irfânın
kalır te’sîri kat’iyyen, ne vicdânın.”
İster
ticaretçi/satıcı, ister imalatçı, nakliyeci veya onarımcı olalım; hangi
kademede olursak olalım, sorumluluğumuz altındaki işimizi düzgünce yapabilmemiz
için önce Allah’tan korkmalıyız! Vicdanın yol göstericisi Allah korkusudur.
Allah korkusu yoksa vicdan da tek başına yön bulamaz. Üstat Said-i Nursi: ”Vicdanın
ziyası ulum-i diniyyedir.” der. Yani vicdanın doğru bir karar vermesi için
kişinin dinini bilip Allah’tan korkması gerekir. Diyelim ki adam Allah’tan
korkmuyor -korksaydı bu suçları işlemezdi- o zaman yapılacak şey açık ve
nettir. Bu kişiye yasa uygulayıcılarının göz açtırmaması gerekir ki toplumsal
huzur ve güvenimiz yerinde olsun... Devletlerin, dolayısıyla hükumetlerin
ayakta durup varlıklarına devam edebilmeleri,
adaletin yanında vatandaşların huzur ve güveninin olması ve ekonomik
durumunun da gereken standartlara uygun olmasıyla mümkündür. İnsanın temel
ihtiyaçları karşılanmadığı zaman insan mutlu olamıyor. “Olmazsa olmazlar!”
dediğimiz ve yeme içme, giyinme, aile kurma, barınma, okuma, seyahat etme
biçiminde sıralayabileceklerimiz insanın temel ihtiyaçlarıdır. İnsanı mutlu
etmenin yolu temel ihtiyaçlarını karşılamaktır.
Ey
tacirler, bu halkın gücü size yetmiyor
diye siz de: ”Vurun abalıya!” mı diyeceksiniz. Haşa “Allah’ın sopası yoktur!”
ama günü geldiğinde yaptığınızın cezası burnunuzdan gelecektir. Ahirette
olacağından zaten şüphe yok, kastettiğimiz dünyada da burnunuzdan gelecektir. O
zaman, “Aman sen de...!” “Git işine!” diyemeyeceksiniz, çünkü günü gelecek, er
geç “Kaşıkla topladığınız, kepçeyle elinizden
gidecek!” ve siz oturup dizlerinizi döveceksiniz; ancak iş işten geçmiş olacak
ve yalvarsanız da yakarsanız da size söylenecek söz şu olacaktır: ”Geçti
Bor’un pazarı; sür eşeğini Niğde’ye...”
Hiç kimse;
”Yaptığının yanına kar kalacağını düşünmesin!” Kendi kendini kandırmış
olur. Yanınıza kaldığını sandığınız
suçlarınız, gelecekte yanınızı çürütecek ve siz bir şekilde suçunuzun cezasını
çekeceksiniz. Adamın evi soyuluyor; “Herhalde kapıyı iyi kilitlemediğimden
böyle oldu!” deyip bunun, suçunun dünyadaki bir cezası olduğu aklına gelmiyor. Oysa;
”Haydan gelip huya gitmiştir!” o yanına kar kalır diye aşırdıkları...
Dünyada karşılaştığımız kazandıklarımızın elimizden bir çırpıda gitmesine neden
olan olaylar sıradanmış gibi geliyor bize! Oysa bu olayların da bir suçumuza
karşılık bir ceza olabileceğini düşünmemiz gerekir.
Ey çıkarcılar!
Allah’tan korkmaz ve kuldan utanmaz fahiş fiyatçı tacirler! Kimsesizlerin
kimsesi Allah’tır. Bunu unutmayın!