25 Temmuz 2018

Üniversite ilmin mabedi midir?

Zamanımızın kült kavramlarından olan teori kelimesi Yunanca theorien kelimesinden türemiştir ve dikkatlice bakmak manasınadır. Teori bir gerçekliği anladığı ve açıkladığı iddiasındaki bir bakış tarzıdır. İhsan Fazlıoğlu'nun tertibi üzere, bir düzene, nedensel ilişkilere, bu nedenle insan tarafından tanımlanabilir ve idrâk edilebilir, başka insanlar tarafından da paylaşılabilir ve denetlenebilir bir özelliğe sahiptir. Örneğin evrim teorisi insanlığın yeryüzündeki zuhurunu açıkladığını ileri sürer. Paradigma yani belirli bilgi çerçeveleri de teoriler, bunların kavramları, önermeleri/ilkeleri yani mantığı çerçevesinde teşekkül eder. Bu bilimsel izahların ötesinde bir açıklama tarzı yani teori bir yönetme şekli halini de alabilir. Kendisinin medeniyetin son çocuğu olduğu iddiasını da yanına aldığında mahut metafizik sihriyle büyülediği gözleri teknolojik tasallutuyla iyice teslim alıp hegemon bir çerçeveye dönüşebilir. Nihayetinde mesele sorun çözen ve yaratıcı aklı var eden çerçevenin bir zihin kelepçesine dönüşmesi söz konusu olur. İşte tam burada Türkçeyi bilim üretilemeyecek bir dil olarak görerek yabancı bir dilin taşeronluğuna soyunulur. Nasılını düşünmeyen bu akıl pratik maslahatları kovalar. Bir kültürün insanlarına gerçekliği gösteren o pencere bir diğeri için mutlak bir körlük sebebi olur. Gözü görmeyene yol açılır ama ya aklı kör olanlar?

Mevcut bir bilgi tabanında malum bir teoriye göre kes yapıştır düşünmekle o teoriye göre yeniden bilgi üretmek arasında büyük fark vardır. Birincisi üretilmiş bir bilginin öğrenilip tatbik edilmesine dair bir uzman ve memur zihniyeti inşa eder. İkincisine tâbi olduğunuzda ise mevcut birikimi kullanarak ve vaki teorik zemin üzerinde yeni yaklaşımlar üreterek teşekkül ettirici tefekküre ulaştırır. Birincisi bilgi ezberi ikinci ise yeni bilgiye ulaşmayı öngörür. İlkiyle vaki sorunlara üretilmiş eski çözümlerle bakarken diğeriyle sorunlara yeni çözümler teklif edebilirsiniz. 

Burada teorik bir çerçeveye bakarken bunun bir yaklaşım tarzı ve şablonu olduğunu unutmamak gerekir. Hiçbir teori mutlaklaştırılmamalıdır. Öncelikle, o teoriyi var eden tarihi, siyasi ve sosyal şartlar iyi belirlenmelidir. Teorinin kavram içeriği teorisyenin kimlik ve kişiliğiyle birlikte analiz edilmelidir. Teori anlaşılmadan onun vereceği sonuçları anlamaya çalışmak aklını kiraya vermek olacaktır. Problem çözmeye yarayacak bir araç/alet edindiğimizi sanırken yeni sorunlara düçar olmak bu yolda muhtemeller arasındadır. Hülasa teori, teorisyen ve teori çevresi iyi tahlil edilmeden bunu ezberci bir mantıkla edinmek, bunun ötesinde yeniden bilgi üretmek için teoriyi kullanma noktasında ciddi sorunlar yaşamak olasıdır. Her teorinin evrendeki bir duruma dair tarihi, insani ve kavramsal bir terkip olduğu unutulmamalıdır. Örneğin Ortadoğu tarihine dair İngiltere'de üretilmiş bir teorik yaklaşım, kavramları, ilkeleri ve bakış açısıyla bize vaki durumun çok ötesinde bir manzarayı sunabilir. Bunlarla düşünmek ise sadece İngiltere'de üretilmiş teoriyle bilgi üretimine katkı sağlamak ötesinde pek fayda sağlamayabilecektir. Oryantalizmin pek çok yaklaşımında da bunu görmek mümkündür. Bu açıdan eleştirileri dahi eleştirmek ve önümüze gelen çerçeveleri anlamadan tedavüle sürmek aydın/entelektüel mesuliyetinin suiistimali olacaktır. Üniversitelerimiz bu bakımdan özellikle sosyal bilimlerde bu bilinçte öğrenci yetiştirmek durumundadırlar. Teoriyle düşündüğünü ve soyutlayarak olaylara bakabildiğini sanan pek çok büyük üniversitemizin öğrencileri dahi üretilmiş bilgi zeminlerine ırgatlık etmekten öte geçemediklerini ne yazık ki çokça fark edemezler. Zihinsel sömürü ve emperyalizm de tam burada devrededir. Makbul teoriler ile makul olduğu düşünülen bilgilerin yabancı dillerde üretilmesi tam da buna bir misaldir. Pek bunun ötesi nedir?

Teorik bakışı elbette yadsımıyoruz. Bu çerçevede düşünebilen eleştirel ve yaratıcı bakabilen zihinler çok elzemdir. Lakin ezberci bir zihnin uysal uzmanlığı ne kadar şayan-ı tenkid ise bir teorinin ezberlenmesi ile mahut bir çevreye bilgi üretmek de o denli irdelenmesi gereken bir durumdur. Peki, ne yapacağız? Öncelikle medeniyet tarihinin ve bilim tarih ve felsefesinin müktesebatını metodolojik bir müfredata dönüştürerek geçmişteki üretimlerin mantığını, özünün esasını, usulünü, yaratıcı düşüncenin doğuş imkânları ve mekânlarını göstererek öğrencide yeni bir çerçeve üretmeyi mümkün kılacak bir bilinç ve bilgi düzeyine taşımalıyız. Bu adam artık ezberleyen değil düşünen ve arayan adamdır. Önündeki hayatı ve bilgiyi bu bakış açısı ile düşünmeye başlamıştır. Sosyal bilimcilerimiz bu noktada tamamen ezberci ve nakıs bir zaviyeden yetişmektedir. Eleştiri metodolojisi ve yöntemlerinden mahrum bu yapı, teorik bakış açısını burjuva geleneği gibi görerek mitolojik bir mesele gibi bakmakta, felsefe yadırganmakta, düşünce dışlanmaktadır. Bu bağlamda zihni teşekkül eden uzmanların ise yeni durumlar karşısında apışıp kalmaları, sorunları çözememeleri, alternatifler üretememeleri şaşılacak bir şey değildir. Bunun bir adım ötesi ise felsefi bakış açısı ile yeni teoriler üreterek yeni bilgi zemini kurmaktır.  Bunu başarmak bir aydınlanma şafağı demektir. Beytü'l-Hikme tecrübesini romantik bir İslam tarihi fenomeni olarak okunmanın ötesinde insanlığın asırlık medeniyet hasılasının süzülüp yeniden geleceğe sunulduğu yer olarak görülüp, mesele bu kafayla irdelenip anlaşılmadıkça romantik ufuklarda yitiğimizi aramaya devam edecek gibiyiz.

Bilgi, toplumu canlı tutan en önemli güçlerden biridir. Bilginin edinilmesi ve üretimi ise bir o kadar ve kendisinden de önemlidir. Bu bakımdan insanlığın büyük bilgi ve medeniyet birikiminin usaresini süzecek bir akıl ve zihniyetin izdüşümü kurumlar olarak muhtevasını bulacak olan araştırma merkezleri ve üniversiteler geçmişin özünü kurtarıp geleceğin taşlarını döşeyebilecektir. Bu cümleden Edebiyat Fakültelerimiz başta olmak üzere akademimiz metodoloji, teori ve düşünce odağına geçerek aktarmacı eğitimden anlamacı/açıklamacı bir içeriğe doğru bir geçişi yapmak durumundadır. Kutadgu Bilig'de Anlayış ile bütün işi yap/Bilim ile zamanını kap diyen ses maziden bize yol göstermek ister gibidir. Problem çözen ve yaratıcı düşünceye haiz şeklinde ifade edilen moda söz de belki bu yolla yeniden hayatımızda görülmeye başlanabilir.

İlim aklın ibadetiyse akıllarımızın ne kadar sekülerleştiğini varın siz hayal edin. İbadet gibi ilim de hakikate dayadığımız bir merdiven ise, akıllarımızın ilimsiz ibadetsiz halini demeye zaten hacet yoktur. Aklına ilimle ibadet yaptıran eslafımızı dahi anlayamaz haldeyiz. İlim aklın ibadetiyse, bu durumda üniversitede aklın mabedi olmalıdır? Öyleyse bu mabedin ibadet usulü nedir? Usulsüz vusul olmaz denmiştir.

Vesselam…