27 Temmuz 2017

Üniversiteyi Düşünmek 5

Fikri özgürlüğe haiz olunamadan gerçek bir hürriyetten bahsetmek abesle iştigaldir. Bu bakımdan araştırma-eğitim-öğretim hâsılı üniversite faaliyetleri fevkalade önemlidir. Bu cümleden sosyal bilimler olarak tasnif edilen alanda temel bilimler hayati derecede önem taşırlar. Felsefe bu cümleden hakikatin ucundan tutmaya dair insanın kullandığı en önemli vasıtalardandır. Felsefenin ana konularından olan bilgi ve felsefesi, varlığın hakikatini otantik kurucu döngü (mebde-meaş-mead) ve metafizik esaslarla (köke-süreç-amaç) kavramanın imkânını sunar. Bu noktada öznelere yüklediğimiz yüklemler bizi varlığa yüklenen mananın sübjektif realitesine ulaştırır. Örneğin, tarih maddedir yaklaşımı ile tarih manadır bakışı tarih öznesine belli bir zaviyeden yaklaşımı belirlerken, bilginin oluşturduğu nesne alanına ontolojik ilkeler üzerinden yaptığımız okumaları da ortaya koyar. Önermemizde öznemize yüklediğimiz yüklem özümüzün/ontolojimizin çerçevesinden varlığı kavrayışımızı verir. Öznenin yükleme uygunluğu denetlenerek kabul alanının genişliği oranında evrensele veya tam tersi durumda elemeye tabi olarak yerini bulur. Yanlışlanabilir olmakla yanlış olmak arasındaki farkı burada gözden kaçırmamak gerekir. Burada ortalama bir okuyucu için, derin felsefi tetkiklere girmeden, her bilginin bir zihinden sudur ettiği ve perspektiften bakarak gerçeğe dokunmaya çalıştığı, prizma etkisinin varlıkla bilgi arasında söz konusu olduğunun bilinmesi gerekir. Madde ve mana arasında kurucu döngü tercihi yapan bir ekolün önermeleri bu bağlamda okunmalıdır. Aynı şekilde kökene dair belirlenimler de bu açıdan söz konusu olacaktır. Mesela, madde açısından Osmanlı Devleti'nin kuruluşuna bakan bir zihin kendi diyalektik çözümleme dizgesinde meseleye yaklaşırken, mana tabanlı bir tercih farklı kavram ve önermeleri söz konusu kılacaktır. Buradan tarihin mutlak bir kurgu olduğu anlamını çıkarmadan olayın sunumunda tarihçinin kendi ontolojisinden yola çıkarak olay ve olgu dünyasını okuduğunu görmek, kavramları ve önermeleri bu zihin terbiyesi ile tahlil etmek gereğinin bilinmesidir. Prizma etkisi burada otantik olay zamanı ile tarihçinin onu yazdığı vakit arasındaki süreçte de söz konusudur. Tek bir renk nasıl prizmada muhtelif renklere ayrılıyorsa gerçeklik farklı zihinlerde/nazarlardan değişik yansımalarla görülebilir. Mesela, Osmanlılar 1453'te İstanbul'u ele geçirmişlerdir. Bu objektif bir realitedir. Bunun fetih ya da işgal olduğu kavramsal bakışı tercihe tabi olduğu gibi, sebeplerin de maddi veya manevi olduğu eldeki mevcut kaynak bilgilerinin tenkit edilmesinden hâsıl olan sonuca göre tarihçinin değerlendirmesidir. İbn Sina'nın düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir sözü bilgi felsefesi değerlendirmeleri açısından anlayan için önemlidir. Nazarsız manzaraya bakmak körlük olacağından faydasız, manzarasız nazar ise hayali olacağından boşluğa düşürür. İbn Haldun bu açıdan bize çok büyük katkı sağlar ve değeri de Toynbee onu övdüğü için değil naçizane buradan gelir, gelmelidir. Üniversitelerimizin sosyal bilimlerin en azından temel alanlarından bu yaklaşımın söz konusu olması, var olanların güçlendirilmesi yol aldırıcı olacaktır.

Nurettin Topçu'nun zaviyesinden felsefe aklın nasıl işlediği öğrenmek, evreni bütün halinde kavrama çabası, insanı tanıtan insan özgürlüğünün kaynağıdır. Ona göre düşünmek felsefe yapmaktır. Ona göre “Fikirlerimizin doğruluğu hususunda kullandığımız ölçünün darlığı, görüşümüzün darlığını doğurur. Ölçünün genişliği nispetinde hakikate yaklaşıyoruz.” Yine O, Var Olmak adlı eserinde “Hakikati bizden saklayan, örten, onunla aramıza giren engelleri ortadan kaldırıcı hareketin sevgisini bize felsefe ve hikmet sunuyor. İlim bu hareketin usulünü öğretiyor” der. Hülasa felsefi olmayanın âlemde izi olmuyor. Felsefenin bizatihi kendisini hakikat olarak görmek veya bir felsefesi ekolü mutlak felsefe budur diye dayatmak felsefeye yapılacak en büyük haksızlık olacaktır. Teleskop nasıl gösterdiği kâinatın kendisi değilse felsefede anlattığı varlığın bizatihi kendisi değildir.

Aklını işleten ve bu cümleten varlığı ve evreni kavrayan bir zihin teorize ettiği yaklaşımla özgün bilgi felsefesini teşekkül ettirerek varlığa kendi sorularını sormaya başlar. Varlığa ve dahi bilcümle mesaile dair teorisi/nazariyesi olmayanın zamanda gölgesi olmaz, olsa olsa başkalarının gölgesinde eşinip durur. Fikri(logos/bilim/teori) olmayanın âlemde izi(espiteme/bilgi) de olamaz. Mefkûre fikrimizin zamana düşen gölgesidir. Türk Cihan Hâkimiyeti mefkûresi demek bu bakımdan Türkün siyaset teorisinin zamanda ve mekân nesnelleşmesi manasını taşır. Anlama yeteneğimiz teorimizin anlattıkları kadardır. Bu cümleden mesela İbn Haldun'un teorisi ile Osmanlıyı düşünmek, bahsedilen manada medeniyetimizin zaman ve mekânda bıraktığı izlerden birini, Türkün zamana yansıyan gölgesinin manasını idrake çalışmak demektir. Hülasa varlığı idrak ediş tarzımız fikrimizin muhtevasını fikrimizin mazmunu mefkûremizin hasılasını mefkûremiz ise milli kimliğimizin esaslarını ortaya koyar. Varlık içinde Türk olarak görünen zuhuratın kurucu döngüsü ve metafizik esasları kendi nesnel alanının öznel adı olarak görülmelidir. Varlık güneşinde var olanların gölgesi fikir ile tecessüm ederek mefkûre olarak zamana gölgesini düşürür. Gölgenin uzaması fiziksel dünyanın aksine güneşin batışına değil nesnenin sahnede uzun kalışına işaret görülmelidir, işte burada akıl ile irfanın buluştuğu başka bir yere geçilir.

Modern düşünce teorileri tabiri cazise tavuk mu yumurtadan yumurtamı tavuktan çıktı kakafonisi üzerine kürara düşünce teorisini. Realist misin idealist mi?, maddemi yoksa mana mı esastır, önce söz mü vardı sözü var dene maddemi, teorya mı historya mı şeklinde teferruatandırılacak bir  zeminde gelişir süreç. Bu süreçte horozdan kimse bahsetmez. Ülkemizde muhafazakâr pozitivist bir yaklaşım rasyonalist bir eğilimi tesellük eylediğini iddia ile aklın jandarmalığını yaparken empirist yöntemlerle muhafazakâr ne kadar tarihi kavram varsa hepsini sekülerleştiriyor. Böyle bir muhafazakâr görünümlü yapı söküm faaliyeti kavramları, düşünceyi ve hülasa varoluşu kendisine yabancılaştırırken söylem bazındaki gelenekçi tutumuyla kendisini bir koruma kalkanı altına alarak pozitivist yöntemleri vasıtasıyla tahribata devam ediyor. Böylece düşünemeyip dolayısıyla özgün nazariye müktesebatına sahip olamadığı için başkalarının gölgesinin kenarında eşinen bir düşünce ademiyetine düşen toplumların gölgesi de tarihte görünmez, mefkûresinin ise izine rastlanmaz oluyor. Bu bağlamda sekülerleşen gelenek hayatı tahrip ediyor.

Osmanlı'yı kuran kökendeki dinamikleri görmeden, bunun sürecini tahlil etmeden ve gayesini tespit etmeden tarihe düşen en büyük gölgemizi hakkıyla değerlendirmek zordur. Bu cümleden İbn Haldun'un siyaset gelişim teorilerindeki kavramlar bağlanımda Osmanlının gelişimini okuyarak anlamaya çalışmak, bu babda asabiye kavramının Oğuzları nasıl süreçte cihan devletinin banileri kıldığının teorisini burada incelemek, Fuat Köprülü hocamızın Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu kitabındaki muazzam kavrayış ile söz konusu ettiği meselelere İbn Haldun zaviyesinden yaklaşmak bu büyük olayı, Türk, İslam ve Dünya tarihinin en büyük gelişmesini idraklerimize daha vuzuhla gösterecektir. Osmanlı bir medeniyetten köken alan bir dinamizmin, Selçuklu ile başlayan bir sürecin parçası ise bu nesnel gerçeğin fikri esasları belirlenmeden anlaşılması zordur. En son Feridun Emecen hocamızın Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi (1300-1600)'de bizlere sunduğu fevkalade değerli olaylar manzumesini İbn Haldun nazariyesi ile okuduğumuzda gölgemizin asırları bulan bir genişliğe nasıl vardığını anlamak mümkün olacaktır. Böylece yerli bir teori ile muhafazakâr pozitivist çukurlara düşmeden gerçeği de gelenekçi gerekçelerle ıskalamadan, tarih övgüsü derdine düşmeden vuzuhuyla ortaya koyabiliriz. Varlığa bakış şablonu olan her nazariye bir zaviyedir, çerçevedir ve bir espitemolojik alan inşa eder, mutlak hakikati değil hakikate perspektiften bir bakış atar. Denendikçe açıklayabildiği alanın genişliğince geçerli olur, aksi halde ise zamanla elenir gider. Hakikati aramak esastır, teorimiz buna vasıtadır, fikirlerimiz bunu anlama çabası, mefkûresi ise bundan kaynaklı bir hayat görüşüdür. İbn Haldun'un tabirince tarih bir inşa bilimi değil haber ilmidir.

Son olarak, üniversitelerimizde Türk Dili, Atatürk İlkeleri dersleri yanında naçiz bir teklif olarak Medeniyet ve Bilim Tarihi, Bilim ve Bilgi Felsefesi derslerinin okutulması insan kaynağımıza büyük bir katkı olacaktır. N. Topçu, “Hakikat şu ki, millet bünyesinde inkılaplar mekteple başlar ve her milletin kendine özel olan mektebi vardır.” sözleri ile bitirelim. Üniversiteyi düşünmek müstakbeli aramaktır. İstiklal ve istikbalin esas ocaklarından biri buralardır.