Unvan fetişizmi ve kolezyum histerisi
İnsanın sorgulama, anlama, akıl yürütme, iddia edileni çözümleme, bir savın bilinmeyenlerinin sağlamasını bilinenlerle yapma yetisi ve hakkı çok hızlı adımlarla elinden alınıyor. İnsanlığı gettolara bile değil, kamplara hazırlayan irade, sindirilmiş, hazmedilmiş sünepeyi inşa etti, modelledi ve hızla çoğalttı. Otoritenin yüzlerine dahi bakmaya tenezzül etmeden ortaya söylercesine buyurduğunu, kendi sesleriyle, kendi fikirleri olarak tekrar edip diğerlerine karşı bunun kavgasını veren kalabalıklar oluşturuldu.
Şimdi onların ilk misyonu mütehakkimin
kabul ve hükümlerini haklı çıkartmak için karşı kanaat sahiplerinin
söylediklerini baskılayacak bir tahkir ve tezyif uğultusu çıkartmak, ikinci
misyonları ise perestiş edilen otorite, karşıtları üzerinde tedrici bir kıyıma
başladığında holiganca tezahürat yaparak ihtiyaç duyulan toplumsal onayı
sağlamaktır.
Zulümün bir üst evreye geçiş
aşamalarında uygulamaya konulacak olandan bile daha aşırısını talep edip süreci
kolaylaştırıyor ve bu tür kışkırtıcı beklentilerle mütehakkimlerin elini
güçlendirerek onlara karşı kitlesel yılgınlık, rıza hattâ minnet hissi oluşturma
işlevini ifâ ediyorlar. Bu duruma verilecek en uygun adın “kolezyum
histerisi” olduğunu düşünüyorum.
Kolezyum histerisi, diğerleri arenada
vahşi hayvanlara ya da gladyatörlere parçalatılırken ya da en temel hakları
ellerinden alınırken tribünlerde kendini güvende hissetmekten, acziyetten değil
ezenin kudretinden yana konuşlanmaktan, güçlünün lehine bağırarak onu
alkışlıyor olmaktan kaynaklanan bir muktedirlik vehmi.
Korkunun membaı erkle özdeşleşerek
kendini, gururunu ya da sahip olduklarını koruduğu sanısı. Bu güdü,
taşıyıcılarının ayrıcalıklı seçkinlik sanrısıyla uyuşmalarını, tehdit ve kaçma
riski olmayan hoşnut kurbanlar olarak serpiştirildikleri alanlarda sıralarını
beklemelerini sağlıyor.
Hâlbuki tribünde olma hâli döngüsel ve
konjonktürel bir değişken. Locadakiler tribündekilere şefkatle değil iştahla bakarlar.
Arena, lâtince “kum” demekmiş. Kumun işlevi kanı emmek. Kan emildiğinde geride
korku ve itaat kalacak!
İnsanın varlığı ve akletme melekesi
kovid şamatası ile sürüme sokulan oldu-bittilerle ve geri dönüşü olmayan
blokajlarla kundaklanarak hayatın içinden sürülmek, tard edilmek isteniyor.
Ademoğullarının kendisiyle ilgili,
çocuklarıyla ilgili, ülkesiyle ilgili bir kanaatinin olması, bunu ifâde etmesi
ve bu doğrultuda hür iradesiyle hareket edebilmesi kalıcı olarak yok edilmek üzere!
Bu sürece insanın gardının en çabuk
düşeceği sağlık alanından başlanması elbette tesadüf değil.
Söz söyleme ve kanaatini beyan etme
hakkı uzmanlık ve diploma fetişizmiyle sertifikalandırılıyor. Ancak söz ve
kanaat kavramları ile kastedilen yeni anlam, sertifikalandıran otoritenin
buyurduğunu birebir çoğaltıp kendi sesiyle tekrar etmekten ibâret bir eylem
illüzyonu artık.
Herhangi bir uzman bunun dışına
çıkarak gerçekten kendi kanaatini, objektif tespitlerini ve itirazlarını dile
getirmeye yeltenirse hızla istihza ve tezyife parçalattırılacak, düşüncesi
kriminalize edilerek suçlanacak, susturulacak hattâ yok edilecektir.
İnsanlık buna bir defa rıza gösterirse
tekrar eski özgür günlerine dönebilmek için çok ağır bedeller ödemek zorunda
kalacak.
Ödemek ve ödetmek…
Halbuki bir konu üzerinde mesleki
uzmanlık vesikasına, unvanına sahip olmak, diğerinin kanaat, algı, fikir, kabul
ve retleri üzerinde o kişinin tahakküm kurabileceği anlamına gelemez.
Aksiyle talep edilen bilme ve anlama
çabasına istinat eden bilim değil bilâkis kara bir cübbeye ya da beyaz bir
önlüğe bürünmüş şeytani bir ruhbanlığın inşâsıdır.
Kendisine yöneltilen her türlü şüphe
ve itiraz için cübbenin veya beyaz önlüğün bir kolundan sarkan aforoz öbür
kolundan sarkan engizisyondur.
Hürriyetin, aklın, insanın nefesini
keserler.
Aslında mesleki ustalık, uzmanlık,
kıymeti kendinden menkul bir statü değildir; büyük ölçüde diğer insanların
tasdik ve teyidiyle anlam kazanırlar.
Yaptırdığımız masa düz zeminde
sallanıyorsa marangoza itiraz eder, “bu iş yanlış” diyebiliriz.
“Sen marangoz
musun, otuz yılını bu mesleğe adadı, sorsan malzeme meşe mi kestane mi
birbirinden ayıramaz ama ustaya iş öğretiyor”
gibi itirazların hepsi abes, hepsi saçmadır.
Yapılan işin sonucu kötü, tecrübe
ettiğimiz netice olumsuzsa ustalık ve uzmanlık gibi unvanlara teslim olarak mevcut
duruma rıza göstermeyiz.
Diş hekimliğinde de cerrahlıkta da
makine mühendisliğinde de tornacılıkta da, tezgâhtarlıkta da, antrenörlükte de benzer
kriterler geçerlidir. İnsanlar sonuçlarından memnun olmadıkları, şüphe
duydukları, bildikleriyle çelişen uygulamalara itiraz eder ve açıklama
isterler; doğru ve doğal olan budur. Bilim adamı üzerinde çalıştığı disiplini
ve o disiplinin tatbiklerini diğer insanlar için anlaşılır hâle getirebilen,
sebep ve sonuçlarını açıklayabilen kişidir.
Bilim tereddüt, soru ve şüpheden
beslenir ve sürekli çapraz sağlamalarla yol alır. Ayrıca anlama ve bilmenin
zihinsel süreçleri ve öğrenme düzeneği tüm disiplinler için aynıdır. Üzerinde
çalışılan konunun, matematik, tıp, felsefe, kimya, saat tamiri ya da göz
ameliyatı olması anlama ve öğrenmenin zihinsel mekaniğini değiştirmez.
Dolayısıyla bilimin algılama, veri
toplama, kıyaslama, hüküm çıkarmaya ilişkin temel yöntemlerini herhangi bir
disiplin ya da meslek üzerinden öğrenmiş her akıl, yöneldiği tüm alanlarla
ilgili çok doğru sorular sorabilir ya da aksaklık ve tutarsızlıkları fark
edebilir.
Zaten bilim, diploma ya da alan
fetişizmiyle değil, emâre, doğru soru ve itirazlarla ilgilenir ve bu yolla
ilerler. Sertifika, unvan ve diploma fetişizmi ile tiranlık ve ruhbanlık ise
birbirlerini doğurur, besler, büyütür ve yeniler.
Bu yüzden küresel kovid dayatmaları ve
aynı istikamette yapılan medya manipülasyonları karşısında ihtiyacımız olan davranış,
itirazları, uyarıları hiç duymuyormuş gibi davranan, iddialarının ve
uygulamalarının doğruluğunu tartışmalı hâle getiren istatistiklere ve bulgulara
karşı körleşen akademiler ile ulusal sağlık bakanlıklarına karşı en az onlar
kadar kararlı biçimde, savların tarafsız ve âdil şekilde değerlendirilmesini
talep etmek olmalı.
Cevaplanmayan soruları ısrarla tekrarlayanlar haklı itirazları dillendirenler kendi seslerinden ve sözlerinden bıkıp susarlarsa veya onlar cevaplanmış ve açıklanmışçasına başka suallere geçerlerse tuzağa düşerler.