26 Temmuz 2018

Var olma mücadelesinden varlıklı olma mücadelesine

İnsan var edildiğinde, en büyük kaygısı yaşamının devamını sağlamaktır. Bu yüzden bebekler karnının doyurulması, yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanması ile kendilerini güvende hissederler ve mutlu olmaları için bunlar kâfi gelir.

 

Yaşının büyümesiyle birlikte çocuğun yaşamında biyolojik ihtiyaçların yanına maddeye ve nesneye dair başkaca istek ve beklentiler görülmeye başlar. Oyuncak, kıyafet ve elektronik aletler gibi.

 

Büyüyen sadece çocuğun yaşı değil sanki. Çocukla birlikte büyüyen istekler, hazlar, ihtiraslar, beklentiler de söz konusu. Haksızda sayılmaz aslında. Madde ve onun maddi değeri üzerine kurulu bir yaşam döngüsü söz konusu.

 

Her yerde karşılaşır bu küçük insan, maddenin kuşatıcı gücüyle. Marka kıyafetler giyen ve bunlarla övünen arkadaşları, tatil resimlerini paylaşan akranları, babalarının işi ve arabasıyla başlayan sohbetler.

 

Maddenin ve maddi olanın bir erdem ve yaşam ideali olarak sunulduğu aile ortamlarında geçer çocukluk yılları, heyecan dolu gençliği. Anne ve babasının, onun için öngördüğü meslek ve kariyer ideali için çok sayıda haklı gerekçesi vardır. Daha çok para kazanacağı, daha çok saygı göreceği ve toplumda yüksek bir statü elde edeceği üzerine sayısız sohbetlere şahit olur.

 

Maddenin yaşam üzerindeki gücünü gören ve artık bunu kanıksayan genç adam, artık bir yol ayrımındadır. Muhtemelen o da pek çokları gibi güç ve saygınlık elde etmek için maddenin ardına düşecek ve ona sahip olma idealiyle yaşayacaktır.

 

Seçtiği bu yol aslında sonu olmayan karanlık bir yoldur. Çünkü Ademoğlu'na verilmiş olan bir nefis vardır ki doyumsuzluk ve kanaatsizlik üzerine bina edilmiştir. Her sahip oluş ve her yeni bir müddet sonra eskiye dönecek ve insan yeniden daha başka yenilerin arayışına yönelecektir.

 

Üstelik insanın, maddeye ve dünyaya ait olan bir şeye tam manasıyla sahip olması mümkün değildir. Çünkü, onu bekleyen nihai bir son vardır. Üstat Karakoç'un dediği gibi insan, “ne yapsa boş, göklerden gelen bir karar vardır”. Bu karar tüm kararlardan üstün ve galip olandır.

 

Sosyolog ve aynı zamanda felsefeci olan Erich Fromm, insanın varoluşunu “sahip olmak” ile “olmak” diye iki ayrı başlıkta ele alır ve “insan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir” der.

 

Burada önemli olan bizim yaşamımızı hangi ideal üzerine bina ettiğimiz. Sahip olmak mı yoksa olmak mı?

 

Sahip olma ideali insanı sonu olmayan ve asla tatmini olmayacak arayışlara yöneltirken, olmak ideali ise insana ölümsüzlüğün, mutluluğun ve yaratılış idealini fark etme nimetinin kapısını aralayacaktır. Maddenin ve mananın gerçek sahibini bilmesini, kendisinin ise ancak bir emanetçi olabileceğini ve sahip olduğu maddi şeylerin kendi imtihanı olduğunu idrak etmesini sağlayacaktır.

 

Dünyada yolcu gibi olması beklenen bizler, dünyanın “yol”cusu olmamalıyız. Yani kazanma hırsı, sahip olma arzusu için “her yol mubahtır” sözü zihnimizde, kalbimizde ve lisanımızda yer etmemeli. Bu hassas bir denge aslında, bu mizanı kurmayı başaramazsak ne yazık ki hem çocuklarımızın hem de kendimizin akıbetini berbat etmiş olacağız.

 

 Vesselam…