12 Aralık 2017

Vatan sınırlarını haritalar belirlemez

Kudüs 100 yıldır kan ağlıyor. Dün dedemiz ve babamızın içi sızlarken bugün bizlerin yüreği yanıyor.  Bizim için İstanbul, Konya, Urfa, Ankara.. Ne ifade ediyorsa Kudüs'de onu ifade ediyor.

Her şey Mehmetciğin elindeki kutsal sancağımızın Kudüs semalarından ayrılmasıyla başladı. O günden beri öksüz Mescid-i Aksa. Yüz yıl önce işgal edilen mukaddes topraklar yeni Selahaddin Eyyubi'sini ve Yavuz Sultan Selim'ini bekliyor.

onbasi

Gazeteciler Şimon Perez'e 1986 yılında “Kur'an-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor” diye hatırlattıklarında, Perez soruya karşılık “Kur'an'ın bahsettiği Müslümanlar gelsin düşünürüz!”diye cevap veriyor. (Tercüman Gazetesi, Ergun Göze, 1986)

Simon Perez'in cevabı Müslümanların içinde bulundukları durumu net anlatıyor. Cevap 30 yıl önce veriliyor ama günümüzde de durum ortada.

 

Kudüs üç dinin de kutsal mekanı

Üç semavi dinin de Kudüs'te kutsal mekânlarının bulunması, kentin tarih boyunca uluslararası öneme sahip olmasına yol açtı. Kudüs, üç semavi din olan İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık için çok kutsal yerleri içinde barındırıyor. Kutsal yerlerin önemli bir kısmı Doğu Kudüs'te yer alıyor. Kudüs'ün içinde binlerce yıllık tarihi barındıran dar sokaklarla dolu Eski Kenti, dört ana bölümden oluşuyor. Bunlar Müslüman, Yahudi, Hristiyan ve Ermeni mahalleleri olarak sıralanıyor.

Müslümanlar için en kutsal yerlerden biri kabul edilen Mescid-i Aksa ve Kubbet'üs Sahra'nın bulunduğu Harem-Üş Şerif, Doğu Kudüs'te yer alıyor. Hz. Muhammed Peygamber'in buradan göğe yükseldiğine inanılıyor.

Yahudiler için Mescid-i Aksa'nın hemen altında yer alan ve Süleyman döneminde yapılan tapınağa ait olduğuna inanılan Ağlama Duvarı yer alıyor. Burası Yahudilik inancının en kutsal mekanı.

Hristiyanlar içinse Kudüs'te bulunan Kutsal Kabir Kilisesi'nde İsa Peygamber'in çarmıha gerildiği ve kabrine konulduğu düşünülüyor. Bu kilise, aralarında Rum Ortodoks Patrikhanesi, Roma Katolik Kilisesi ve Ermeni Patrikliği'nin de olduğu farklı mezheplerin temsilcileri tarafından yönetiliyor.

Vatan sınırlarını haritalar belirlemez

Dünü bilmeyen bugünü değerlendiremez ve yarını inşa edemez. 2017 yılında Kudüs'ü ve Filistin'i anlamak için 1917 yılında meydana gelen olayların iç yüzünü bilmemiz gerekir. Kutsal topraklar için. Büyük mücadeleler verildi. Çetin savaşlar yapıldı. Derin hikayeler barındırıyor bu topraklar.

Yıllar önce rahmetli İlhan Bardakçı, Kudüs'te gördüğü Iğdırlı Hasan Onbaşı'nın hikâyesini gazetede ki köşesinde şöyle anlatıyordu. Bu anının filmi çekiliyor. Bu film'de ‘Ayla' gibi büyük ilgi göreceğinden eminim.

“Yıllar önceydi, sene 1972. O zamanlar genç bir gazeteciydim. Türkiye'den bazı siyasiler ve iş adamları İsrail'e resmi ziyarette bulunuyorlardı. Biz de gelişmeleri izlemek için oradaydık. Bir sıcak mayıs akşamıydı. Her ziyarette olduğu gibi sıradan bir işti anlayacağınız.

 Ziyaretin dördüncü günü bize tarihi ve turistik yerleri gezdirmeye başladılar, kafile olarak Mescid-i Aksa'ya vardık. Heyecanlanmıştım asırlık merdivenlerden yukarı çıkarken. Üstteki avluya ‘on iki bin şamdanlı avlu' diyorlar. Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs'e gelince bu avluda on iki bin şamdan mum yaktırmış. Koca Osmanlı ordusu yatsı namazını o mumların ışığında kılmış, adı oradan geliyor. 

Avlunun kenarında biri dikkatimi çekti. Doksan yaşlarında bir adam… Üzerinde kendinden daha yaşlı bir asker üniforması; her yanı yama içinde, hatta bazı yamaların bile tekrar yamanmış olduğu bir elbise... Asırlık ağaçların gövdesindeki halkalar misali yamaları yaşını göstermeye çalışıyordu sanki. 
Orada ayakta bekliyordu, sırtına zorla yapıştırılmış gibi duran hafif kamburu da olmasa dimdik duracaktı. İki metreye yakın boyu ile yaşlıydı ama bir o kadar da vakur. Şaşırmıştım. 

‘Acaba bu adam bu sıcakta güneş altında neden dikilip duruyor' dedim içimden. Bizi gezdiren rehbere sordum; ‘Ben kendimi bildim bileli her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler, ne de kimseyle konuşur. Sadece bekler, delinin teki herhalde.' dedi. Bu yaşta bu sıcakta sebepsiz beklemeyeceğini biliyordum. Bembeyaz sakalının hafif titremesi rüzgardan mıydı, senelerin bedene yüklediği ağır yükten mi bilemedim. Kafasında eski bir kalpak, sanki kanatlanıp gidecek bir kumru misali bekliyordu. 

Konuşmakla konuşmamak arasında kararsız kaldım. Yanına yaklaştığımı fark etti, ama kımıldamadı. ‘Selamün aleyküm baba.' dedim. Başını biraz bana doğru çevirdi, durakladı ve çatallanmış titrek bir sesle “Aleyküm selam oğul.” dedi. ‘Hayırdır baba sen kimsin, burada ne yapıyorsun?' dedim. “Ben...” dedi titreyen bir sesle. “Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan'ım.” Sesinde titreme kalmamıştı. Genç bir askerin tekmil vermesi gibi tekrarladı: “Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan'ım. Bizim bölük Cihan Harbi'nde Kanal Cephesi'nden İngiliz'e saldırdı. Cânım ordu Kanal'da yenildi. Artık geri çekilmek elzem idi. Ecdat yadigârı topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs'e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs'te artçı bölük olarak bırakıldık.” dedi.

Osmanlılar, İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde mübarek belde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakır. Eskiden bir kenti ele geçiren devlet, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmazmış. Zaten İngilizler de Kudüs'ü işgal ettikleri zaman halk çok tepki göstermesin diye küçük bir Osmanlı birliğinin şehirde kalmasını istemişler.

Sonra anlatmayı sürdürdü: “Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. ‘Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Şanlı ordumuzu terhis ediyorlar, beni İstanbul'a çağırıyorlar. Gitmem gerek, gitmezsem mütareke emrini çiğnemiş, emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine avdet edebilir, ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var: Kudüs bize Sultan Selim Han Hazretleri'nin yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk ‘Osmanlı da gitti, bundan sonra bizim halimiz nice olur!' demesin. Fahri Kâinat Efendimiz'in ilk kıblesini Osmanlı da terk ederse gâvura bayramdır. Siz, İslam'ın şerefini, Osmanlı'nın şanını ayaklar altına aldırmayın.' dedi. 
Bölüğümüz Kudüs'te kaldı. Sonra upuzun yıllar bir anda bitiverdi. Bölükteki kardeşler teker teker Cenab-ı Hakk'ın rahmetine kavuştu. Düşman değil de yıllar biçti geçti bizi. Bir ben kaldım buralarda. Bir ben, koca Kudüs'te bir Onbaşı Hasan.” dedi. 
Alnından akan ter, gözyaşına karışıyor, kırış kırış olmuş yüzünde kendi yol bulup akıyordu. Konuşmaya devam etti: “Sana bir emanet var oğul, nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?” dedi. ‘Elbette' dedim. Sanki Türkiye'ye haber göndermek için birini bekliyordu. “Anadolu'ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse Mescid-i Aksa'ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git. Ellerinden benim için öp ve de ki: ‘Kudüs'ü bekleyen 11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Nöbetini terk etmedi, tekmili tamamdır hayır dualarınızı beklemektedir kumandanım.' de.” ‘Tamam', dedim. Bir yandan gözyaşlarımı gizlemeye, öte yandan dediklerini not almaya çalışıyordum.

Nasırlı ellerine sarıldım sonra öptüm öptüm. ‘Allah'a emanet ol baba' dedim. “Sağ olasın oğul. Bizim için dünya gözü ile o mübarek Anadolu'yu görmek mümkün değil. Var sen selam götür tanıdık tanımadık herkese.” dedi. Kafileye geri döndüm, sanki bütün tarihimiz kitaplardan canlanmış da karşıma çıkmıştı. Rehbere durumu anlattım, inanamadı. Adresimi verdim, bu askeri takip etmesini, bir şey olursa bana mutlaka haber etmesini istedim. 

Türkiye'ye gelince verdiğim sözü yerine getirmek için Tokat'a gittim. Askerî kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi'nin izini buldum. Vefat edeli yıllar olmuştu. Sözümü yerine getirememiştim. Ardından seneler birbirini kovaladı. 1982'de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. Rehberden gelen bir tek cümle yazılıydı: “Mescid-i Aksa'yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün öldü.”

 

 Son Muhafız Kudüs Filmi Geliyor

İlhan Bardakçı'nın okuyanı derinden etkileyen ve gözyaşına boğan bu gerçek yaşanmış olay filme konu oluyor. ‘Ayla' filmi gibi ‘Son Muhafız Kudüs'te büyük ilgi göreceği kesin.

Son dönemde 'Savaşçı' ve 'Şevkat Yerimdar' gibi çok izlenen dizilerinin yanı sıra peş peşe 'Poyraz Karayel Küresel Sermaye' ve 'Cingöz Recai' filmlerini çeken Limon Film, iddialı bir yeni projeye daha hazırlanıyor.

Filmin adı 'Son Muhafız Kudüs'. 2018 sonbaharında seyirciyle buluşturulması planlanan projenin çalışmalarına önümüzdeki günlerde başlanacak.

"Vatan sınırlarını haritalar belirlemez" sloganıyla çekilecek filmin tanıtım filmi youtube'da büyük ilgi gördü. Yapımcılar filmi şu satırla tanıttı:

"Son Muhafız Kudüs, vatan kavramını modern haritalar ile sınırlamayan, bugünkü sınırlarımız dışında kalan coğrafyanın da kendisine emanet edildiğinin farkında olan bir bakışla hazırlanan bir sinema filmi... 2017 yılı, İsrail'in Kudüs'ü işgalinin 50. Osmanlı'nın Kudüs'ten çekilişinin 100. Kudüs'ün Yavuz Sultan Selim tarafından fethinin 500. yıldönümüdür. Kudüs, geçen on yıllar boyunca yalnızca ezilen Müslüman toplumu ve İsrail ablukası çerçevesinde anılmakta. Oysaki Kudüs, taşıdığı görkemli tarih ve muhteşem ruhuyla bize başka şeyler de söylemektedir. Son Muhafız Kudüs, bu görkemli tarihin üzerinde biriken tozları silmek, ihtişamını hatırlatmak için hazırlanmaktadır."

 

 

YÜZYILLIK HASRET KUDÜS 1917

Dünü bilmeyen bugünü değerlendiremez ve yarını inşa edemez. 2017 yılında Kudüs'ü ve Filistin'i anlamak için 1917 yılında meydana gelen olayların iç yüzünü bilmemiz gerekir.

 Mihrabat Yayınlarından Nurettin Taşkesen imzasıyla çıkan ‘Yüz yıllık Hasret Kudüs 1917' isimli belge roman Kudüs'ü ve olayların günümüze nasıl geldiğini anlatıyor.

Yüz yıl önce ‘kaybolan mukaddes topraklar' elimizden nasıl çıktı, kimler kapalı kapılar ardında hangi anlaşmaları yaptı, hangi casusluk örgütleri bu savaşın sonucuna önemli etkide bulundu, hangi kumandanlar kahramanca savaştı, hangileri cephelerde bozguna sebep oldu? Bütün bu soruların cevabını Kudüs 1917 kitabında bulacaksınız. Gerçek tarihi olaylar içinde isimsiz kahramanların fedekarlıklarını ve Gazze-Kudüs- Filistin cephesinin akıl almaz ve zorluklarını öğrenecek ve kahraman ecdadımızı rahmetle anacaksınız.

 

 P_20171211_025805.jpg-1

MİLLİ MÜCADELENİN CESUR VE KAYIP KADINLARI

Milli Mücadele döneminde kahraman kadınlarımızın anlatıldığı ‘Milli Mücadelenin Cesur ve Kayıp Kadınları' isimli tiyatro oyunun galası yapıldı. Galada Genelkurmay arşivlerinden özel izinle alınan milli mücadelenin kahraman kadınların fotoğrafları tiyatro oyunu öncesinde sergilendi. Sergiye gelen kadınlara salonda karanfil dağıtılırken, o günün şartlarına göre hazırlanan yemeklerden olan üzüm hoşafı ve üzümlü ekmek ikram edildi.

Karart Kültür Sanat tarafından sahnelenen oyunun gala gösterimi, Eyüp Kültür ve Sanat Merkezi'nde gerçekleştirildi.

Oyunun yazarı İlknur Bektaş, aynı isimle hazırladığı araştırma kitabından yola çıkarak kaleme aldığı oyunda “Kara Fatma”, “Senem Ayşe”, “Şerife Bacı”, “Efe Ayşe” ve “Yirik Fatma”nın hikayelerini konu ediniyor.

Yapımcı Osman Genç de yabancıların kendi kahramanlarını çok iyi anlattığını, Türk kadın kahramanların ise genelde bilinmediğini dile getirdi.

Seyircinin, göz ardı edilen Türk kadınının ne kadar güçlü olduğunu göreceğini vurgulayan Genç, “Bize ait duyguları, daha önceki dönemlerde de yaptığımız gibi, bu tip prodüksiyonlarla geçmişin ve şu anın nabzını tutup seyirciyle buluşturmayı arzuluyoruz. Bu konudaki en büyük isteğimiz de estetik açıdan herkesin beğenebileceği bir iş ortaya çıkarmak.

Olabildiğince kalabalık bir kitleye ulaşmasını ümit ediyoruz.” ifadelerini kullandı.

Oyunda Başak Özel, Adnan Kürkçü, İpek Gürol, Şahin Sancak, Ayşegül Çakır, Oktay Kahraman, Nagihan Yıldız, Göknur Paslı ve Pelin Sagun rol alıyor.

milli-mucadelenin-cesur-ve-kayip-kadinlari-ilgiyle-izlendi

 

 

İSTANBUL KARAMANLILAR DERNEĞİ'NDEN ÖRNEK ÇALIŞMA

İstanbul Karamanlılar Derneği'nin 'Orta Asya'dan Karamana Göç Belgeseli'nin galası ve arabaşı ikramı Karaman'da yoğun katılımla gerçekleşti.
Programa T.C 26. Dönem Başbakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu eşi Dr. Sare Davutoğlu ile birlikte iştirak etti. 
Yoğun bir katılım ile gerçekleşen etkinlikte Ak Parti İstanbul Milletvekili Abtullah Başçı, Karaman Valisi Fahri Meral, Karaman Belediye Başkanı Ertuğrul Çalışkan, Rektör Prof. Dr. Mehmet Akgül'ün yanı sıra ilçe kaymakamları, ilçe belediye başkanları, bürokratlar, basın mensupları, mahalle muhtarlar da hazır bulundular. 
O gün aynı zamanda Karaman'ın yetiştirdiği kıymetli Şair Bekir Sıtkı Erdoğan'ın da doğum günü idi. Manevi oğlu Şair Halil Gökkaya'da programın davetlileri arasındaydı.

dr