VATANI ÖNCE DİL SONRA ORDU BEKLER
İçinde bulunduğumuz 2021, Türk tarihi ve
kültürü açısından birçok önemli yıldönümünü barındırıyor. İstiklâl Marşı'mızın
kabul edilişinin 100'üncü yılı olan 2021, aynı zamanda Hacı Bektaş-i Veli
Hazretleri'nin ebediyete irtihalinin 750'nci, Yunus Emre'nin vefatının da
700'üncü yıldönümüne tekabül ediyor.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,
2021 senesini manasına yakışır şekilde İstiklâl Marşı, Yunus Emre ve Hacı
Bektaş Veli yılı ilân edildiğini açıkladı.
Ayrıca UNESCO' da 2021’i ‘Yunus
Emre Sevgi Yılı’ olarak belirledi. Her ne kadar salgın sebebiyle kısıtlamalı
günler, haftalar geçirsek de önemli bir yılın içindeyiz.
Yunus Emre ve Türkçe Yılı kapsamında
'Bizim Yunus ve Dünya Dili Türkçe' temalarıyla Cumhurbaşkanlığı himayesinde
birçok etkinlik düzenlenecek. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan konuyla
ilgili yaptığı konuşmada, “Yunus'u, Mevlâna'yı, Hacı Bektaş'ı, Pir Sultan'ı
velhasıl 780 bin kilometrekare vatan toprağını, sevgiyle, aşkla, kardeşlikle
yoğuran her bir gönül sultanımızı, inşallah yüreklere nakış edeceğiz” dedi.
'DÜNYA DİLİ TÜRKÇE' SEFERBERLİĞİ BAŞLIYOR
Cumhurbaşkanımız, o gün konuşmasında çok
önemli vurgular yaptı. Türkçe ve dil konusunun altını adeta kalın bir çizgiyle
çizerek, "Vatanı önce dil sonra ordu bekler, bunun için Türkçe'mize çok
sıkı sahip çıkmalıyız” diyerek, şöyle konuştu, “Üzülerek ifade etmek isterim
ki, dilimizde çoraklaşma sürecini yaşıyoruz. Yabancı dile verilen önem maalesef
Türkçe'mizi gölgede bırakıyor. Kültür emperyalizmine karşı kuracağımız en güçlü
savunma hattı, öncelikle dilimizi korumaktır."
Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Yunus Emre'nin
700'üncü vefat yılına istinaden 'Dünya Dili Türkçe' adıyla bir seferberlik ilân
edildiğinin de müjdesini verdi.
ÜNİVERSİTELERDE REFORM ŞART
“Üniversitelerde reform şart! Çünkü
üniversitelerimiz çoğaldı, büyüdü, kalabalık hale geldiler. Verimlilik
düzeyleri düşük, bilimsel ve kültürel eğitim konusunda ciddi sorunları var.”
Bu önemli tespitler, dekanlık yapan
Prof. Dr. Ergün Yıldırım hocaya ait.
Yeni Şafak Gazetesi’ndeki köşesinde,
Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan olaylara ve üniversiteler konusunda önemli
tespitlerde bulundu.
Ergün hoca, üniversitelerde sorunların
çok yönlü ve kendi yapılarından kaynaklanan boyutları olduğuna değinirken,
yazısında şöyle diyor, “Akademisyenler yoğun bir klikleşme içinde bulunuyorlar.
Çeşitli sosyolojik ve ideolojik bağlamlarda bu klikleşmeyi sürdürüyorlar. Taşra
üniversitelerinde bu daha da yoğun yaşanıyor. Yerel bağlar, nepotizm,
kayırmacılık ve gruplaşma öteden beri devam ediyor.”
Bir önceki yazısında Boğaziçi
Üniversitesi’nin getto kimliğini bir iki yıl önce CNNTürk’te gündeme
getirdiğini hatırlatan Ergün Yıldırım şöyle devam ediyor, “Henüz
Cumhurbaşkanımız Erdoğan açıklamalarda bulunmadan da eleştirilerimi ortaya koydum.
Sorunlar çok boyutlu. En azından iki cephesi var: Boğaziçi Üniversitesi’nin
akademik gettosu ve rektörlüğün göreve getirilme yöntemi. Boğaziçi Üniversitesi
akademik getto kimliğini korumakta ısrar ediyor. Memleketin zeki evlâtlarını
burada ABD’ye hayran bilinçlere çeviriyorlar. Tornadan çıkmış bu zeki Anadolu
evlâtları elitizme ve batı hayranlığıyla bir an önce batı şehirlerinde
kapitalist ve siyasi merkezlerin kapılarında görev almakla yanıp tutuşuyorlar.
Elbette bu tornadan düzensiz çıkan epey insanımız da var. Hocalar, bu düzeni
sürdürmek için var güçleriyle tepki veriyor. Devlet üniversitesinde, başka
devletlere devşirme yetiştirme rollerine oldukça sadıklar. Protestoların
kökeninde bu var. Tek bir başörtülünün bile asistan olmadığı bu kadro, protestolarını
etkili hale getirmek için başörtülüleri en ön safhaya yerleştiriyorlar. Yeni
“hürriyet kadın” imgesi, başörtü üzerinde piyasaya sürülüyor.
Kapitalizmin şirketlerine devşirme
düzenini değiştirmeye yönelen akla karşı var güçleriyle direniyorlar. Çünkü
daha büyük bir küresel aklın parçası olarak kendilerini algılıyorlar. Nitekim
bu akıldan da ses geldi. Biden’in bakanlarından birisi mesaj verdi. Bu akıl
küresel, trend, kapitalist ve en güçlü hegemonya. Bu nedenle herkesi amaçları
doğrultusunda bir araya getirebiliyor. Eşcinsel ve başörtüsü burada bir araya
geliyor. Özgürlük, özerklik ve demokrasi en etkili söylemler. Oysa bu
söylemler, tamamen getto düzenlerini ve devşirme düzenlerini sürdürmek için
kullanılıyor. Özerklik derken, bilimsel feodalizmini korumanın peşindeler.
Atamaya karşı çıkarken de “bu düzenimize dokundurtmayız” diyorlar. Çünkü bu
ülkede bin tane hocanın işine son verildiğinde hiçbir şey söylemediler. Çünkü
dört yıldır uygulanan atama yöntemine bir tek kelime etmediler. Çünkü onlar kendi
“mahalle üniversitelerini” korumanın peşindeler.
Garip değil mi? Devletin en fazla
imkânlarla donattığı ve en zeki evlâtların gittiği bu üniversite, kurtarılmış
mahalleyi andırıyor. Türkiye’nin en kurtarılmış mahalle havasını veren en
gelişmiş bir üniversite olması nasıl bir paradoks? Bu mahalle beyaz, elitist,
kibirli, batıcı, seküler ve sol. Bu beyaz üniversite mahallesi, şimdi kazan
kaldırıyor ve “istemezük” diyor. Meseleyi üniversite sınırlarının ötesine
taşıyor. Elbette üniversitelerin kamusal aydınlatma rolleri var. Ama buradaki
aydınlanma despotizmi! Biz en iyi bilenleriz ve sizler de buna tabii
olacaksınız! ABD neo-liberalizmin solcu yeniçeriliği! Kendi toplumlarının
eşitsizlikleri, patolojileri ve cehaletleriyle başa çıkmak için bilimlerini seferber
etmek gibi bir motivasyonları da yok. Amerikan akademik hegemonyasının
ağlarında yaşıyorlar ve bilimleriyle de buna hizmet etmek için yanıp
tutuşuyorlar. Birkaç post-modern felsefe ve sosyal teori ezberleriyle de
muhalif olma illüzyonuyla da keyifleniyorlar.
Boğaziçi akademik mahallenin bu düzeni
daha fazla devam edemez. Ancak buna karşı yapılan eleştiri ve ortaya konulan
mücadele dili de bir hayli sorunlu. “Dilini keseriz” diyen psikopatlar, “gece
gelip yapar, sabah işimize gideriz” diyen cahil profesörler… Rektörlük yönetim
tarzı da artık başka bir sorun. Dört yıldır başlayan ve Türkiye’nin anormal
şartlarında gelişen atama sistemi, yerini istişarenin, seçimin ve katılımın
olduğu bir yönteme bırakmalıdır. Seçim sisteminin çok ciddi sorunlara yol açtığını
yakından biliyoruz. Biz de farklı üniversitelerde, farklı yöneticilikler
yaptık. Taşrada da çalıştık, merkezde de. Bölüm başkanlığı da yaptık, dekanlık
da. Seçim dönemlerinde yaşanan kutuplaşmaları, demokrasi tiyatrosunu, aşırı
kadrolaşma çabaları… Bütün bunlar yine de akademisyenleri rektör belirlemede
tanımazlıktan gelmeyi gerektirmez. Yeni bir katılım, seçim ve tayin sistemi
bulunmalıdır. İktidara geldiği ilk günde YÖK reformu için büyük gayret sarf
eden AK Parti, yeniden reforma yönelmeli. Rektör atama sistemi yerine farklı
bileşenlerin uzlaşmasına ve akademisyenlerin de az çok içine dâhil olduğu bir
sistem getirilmeli. Artık üniversitenin gettolaşma ve merkeziyetçilik arasında
salınıp durmasına son verilmelidir.”
ASIM GÜLTEKİN DERGİCİLİK OKULU
Esenler Belediyesi kültüre ve kültür
insanlarına verdiği önemle dikkat çekmeye devam ediyor. Belediye, geçtiğimiz
yıl genç yaşta kaybettiğimiz Asım Gültekin’in anısına, ‘Asım Gültekin
Dergicilik Okulu’ projesini başlattı.
Ortaokul, lise ve üniversiteli 50 öğrenciye
dergiciliğin öğretileceği, Asım Gültekin Dergicilik Okulu, eğitimlere başladı.
5 ay sürmesi plânlanan ve 14-21 yaş aralığındaki gençleri buluşturan projede,
yeni Asım Gültekin’lerin yetiştirilmesi hedefleniyor.
Esenler Belediyesi ve Uluslararası Genç
Derneği’nin işbirliğiyle hazırlanan Asım Gültekin Dergicilik Okulu kapsamında;
öğrenciler dergiciliğin inceliklerini ve içerik üretmeyi öğreniyor. Gençler
okul bitiminde çıkacak dergiye de içerik sağlayacak.
Bu önemli projede ders verecek isimler
ise şöyle; Süleyman Ragıp Yazıcılar, Yusuf Temizcan, Mehmet Lütfi Arslan,
Mehmet Nuri Yardım, Ahmet Murat, Erol Erdoğan, İsmail Kılıçarslan, Taha Hüseyin
Karagöz, Selim Tiryakiol, Yıldız Ramazanoğlu, Tülay Gökçimen, Ayşegül Genç, Dr.
Abdullah Uçar, Bestami Yazgan, Saadettin Acar, Muhammed Murat Tutar.