Vesileler önemlidir

Öteden beri ömrün aşamalarının temsilini yansıtmışız mekânlara. Ev ise bütün ömre adanmış. Yuva ismini iriliği ya da ufaklığından değil, muhafaza maharetinden almış. Bütün canlıların hayat idamesini mümkün kıldığı gibi, insan için de mahrem bir sığınak olmuş.

Bizde ev mübarektir. Dua ile çıkılıp dua ile girilir. Dışarıya çıkan adım bir niyettir. Bir hayrın peşine gidildiği umut edilir. Dönülürken de bir hayırla dönüldüğü…

“Ev halkı/ahalisi” denir içindekilere. İlla ki bir kalabalığa işaret eder. Bir çocuk paylaşıma dair ilk tecrübesini evde yaşar. Saygı ve sevgi hiyerarşisini öğrenir. Yaş katmanları değişen bir ahaliye işaret eder bu hiyerarşi de.

“Kol kırılır yen içinde kalır” sözünün ilk karşılık bulduğu yerdir. Zira ev mahremdir. Evi, evdekileri koruyan, derdi kederi dürüp büken bir mahremiyet çeperidir. Bu mahremiyet halesi, diğer evlerle bağ kurmaya engel değildir. Yakınlık derecesine göre genişler ve daralır.

Elbette eve dair bu tanımlama, bugünün ortalamasını yansıtmıyor. Halen ev hayatını, topluma ve ev sakinlerine özel bir prensiple yaşamaya çalışan ve kadim değerlerin destek krişlerini eksik etmeyenler olsa da evler artık daha az kalabalık veya daha yalnız.

Biz kalabalık evleri terk edeli çok olmadı hâlbuki. Ama bu kadar kısa zamanda tekil yaşamaya yönelik hızımız geçmiş özlemlerimizi galebe çaldı. Büyükşehirlerin öncülüğündeki Batılılaşma sonucu sessiz evler de çoğaldı. Birkaç nesil bir arada yaşamanın ne kadar güç olduğuna dair serzenişler gürleşti.

Ev yalnızca uyumak, kişisel eşyaları depolamak, daha özgür olmak için sanki. Dış dünya ile bağı yokmuşçasına… Dış dünya ile etkileşimse evin içindeki insan inşasına göre. Bu inşadan söz edilemezse dışarı ile sağlıklı bir bağdan da söz edilemez. Mahallenin ölümü de bu yüzden.

Mahalle, medya dilinde cenah/taraf/yan olarak adlandırılan kavram değil elbette. Süreç içinde birbiri ile iletişim kurmuş, hemhâl olmuş haneler silsilesi. Şimdi mahalleler de tıpkı haneler gibi. İsimler, kişiler var ama onlardan, onlarla ilgili bir iz yok. Ruhu çekilmiş bir kent kesiti görüntüsündeler. Üstelik bu geleneksel sokak kültürünün yaşandığı yerlerde bile yaygınlaşan bir durum.

İnsanın ev dediği yer neresi ise orası insana yurttur, sıladır. Tanışların, aşinaların beldesidir. İnsan muhteşem bir mimari eser içinde yaşasa da tanışı ve aşinası olmadığı hiçbir yere sıla diyemez. Onun için her yabancılık bir gurbet izi taşır. Benzen de izden fazlasını taşır.

Bizler gurbetin aşinasıyız. Bu toprakları, ağır ve acılı gurbet imtihanları yoğurdu. Hâlâ dinlediğimiz hikâyeler var ve yakınımızdaki savaşlar yüzünden bizim sılamız başkalarına gurbet olur. Ki biz biliyoruz özlemeyi, evladı ebeveyninden ayıran hayat gailesini, daha iyi yaşamak için yollara düşenleri, yolların perişanlığını, bitmez hasretleri, kavuşamayanları, kavuşup mutlu olanları…

Gurbette olan sılanın değerini iyi bilir. Ev ve mahalle formunu kaybedenin ise ne sıla ne de gurbet fikri var. Yalnızca kendine ve kendi geleceğine bakma, ardında kalana kayıtsızlaşma hâlini yaşıyor.

Bu durumda asıl olması gerekeni hatırlatacak vesilelerden ilham almak gerekiyor.

Peygamber Efendimiz (sav), ümmetinin geçmiş ümmetlere nazaran ömürlerinin kısa olmasını ve az ibadete imkân bulacaklarını düşünerek üzülürdü. Allah, Efendimiz'in (sav) bu derece kederlenmesine razı olmadı, Kadir Sure-i Şerif'ini indirdi ve Kadir Gecesi'nin bin aydan hayırlı olduğunu müjdeledi. Müslümanlar o geceyi yaşamanın ümidi ile arayıp durdular. Bu bir kurtuluş arayışıydı. Zira vesileler önemliydi.

Ramazanlar da birer vesile… Ramazan'ın huzurundan bütün seneye bir pay kalsa, kendimize dünyadaki konumumuzu ve ne için burada olduğumuzu hatırlatacak uzun bir soluk olsa…

Ramazan'ı yaşama gayretinde olanlar için birinci gün ile sonuncu gün aynı olmaz nitekim. Kişiye has bir güzellik hâsıl olmuş, zamanın ve mekânın getirdiği kargaşaya ara vermiştir. Üstümüze yapışan mahallesizlikten ve insansızlıktan en azından sıyrılma ve aslına dönme fikrini uyandırmıştır.

Toplum bütün bu kaybettiklerini, fert kendini bulmadıkça bulamayacak. Sağlıklı bir bütün oluşturmak ve eksikleri telafi etmek için “tekler”in gurbetten sılasına/aslına dönüş yolculuğunu tamamlaması, en azından buna niyetlenmesi şartı var.