20 Kasım 2017

Yahya Kemal şehrinin sokaklarındaki flanör

Şehir bugünlerde en üst makamlardan bile dillendirilen bir derdimiz. Şehir umrandır; umran ise zaman ve mekândaki izimiz. Özellikle tarihi geçmişle, günü birleştiren şehirlerde yaşayanlar için bu mesele çok daha somut olarak göze ve akla dokunuyor. Hayat sürdükleri şehirlerde, kadim umranımızdan ses ve koku duyanlar için günümüzün abus çehreli, demir gövdeli, çimento ruhlu, beton heyulası mekânlara sıkışanlar için bu can acısı daha ziyade hissediliyor. O hüzünlü huzurun umranından ses veren o eski şehir silüetleri, Safranbolu, Beypazarı veya Taraklı gibi yerlerde adeta bir zaman kaçkını gibi bir flanör edasıyla dolaştığımız, kendimize aiti sanki uzaylılar inşa etmiş hayranlığı, romantizmi ve esefiyle gezdiğimiz bu yerler bizimdi. Biz o yerlerdik. Yahya Kemal'in Koca Mustafa Paşa şiirinde dediği üzere: Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada. Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rû'yâda. Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz. Onun şiirindeki şehrin mısralarda ve sokaklarından bir flanör (W. Benjamin'e göre; flâneur, geniş kalabalıklar arasında sıkılmayan, kendini bina cephelerinin arasında evindeymiş gibi duyumsayan kişidir. Flâneur görünüşte tembel, özünde bir gözlemcinin uyanıklığı ile donanmış kişidir) aklıyla gezinmek, bugün yerinde yeller esen bir dünyayı hatırlamak, kaynaklarını tespit ve yenilenme noktasında bize faydalı olabilir. En azından zihnimizi oryante etmiş oluruz.

Nasıl bir yerdi burası? Yahya Kemal merhumun bizi çekip götürdüğü o yerin ruhu neydi, nasıl insanların şehriydi şehrimiz, şimdilerde Ankara Beypazarı'nda, Yaşayan Köy misali örnek projelerle Anadolu kadim Türk evlerinin güzel bir kolajının yapıldığı, mimari örnekleri kaybolmadan adeta bir açık hava müzesi gibi toparlanmaya ve korunmaya çalışıldığı, asude zamanların mahzun hanelerinin sergilendiği, somut ve somut olmayan kültürel mirasımızın gösterilmeye çalışıldığı gayretlerin otantik mekânları nasıldı? İşte şiirinin sokaklarında bir flanör olarak onun elinden tutarak gezdiğimiz o yerlerde Yahya Kemal, aynı şiirinde, bize şehrimizi fısıldar: Serviliklerde sükûn, yolda sükûn, evde sükûn. Bu taraf sanki bu halkıyla ezelden meskûn. Bir afif aile sessizliği var evlerde; Örtüyor fakrı asaletle çekilmiş perde. Kaldırımsız, daracık, iğri sokak, doğru sokak... Her geçildikçe basılmış ve düzelmiş toprak. Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen, Çeşmeden her su içerken: “Şükür Allah'a” diyen Yaşıyor sade maişetlerin en sâfında; Rûh esen kuytu mezarlıkların etrafında. Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerpiçten Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten. Türk'ün âsûde mizaciyle Bizans'ın kederi Karışıp mağrifet iklimi edinmiş bu yeri. Burada afif aileler, asaletli fakirlikler, doğru sokaklar!, lezzetle ve huzurla yenen helal lokmalar, Allah'ın şükrü duyulan, maişetleri saf, belki mütevazı ama ruhları engin insanlar ve ruh esen mezarlarla yan yana geldiği ve gideceğinin muhasebesini yapmış, asude bir mizacın şehrini görüyor flanör gezen zihnimiz. Bir turist gibi hayran ama uzağında kaldığımız dünyamızı özlerken o yerden konuşuyor bize Yahya Kemal.

Yabancılaşmamızı rüya metaforu ile tenkit eder bu yolda Yahya Kemal. Kendimizen uzak düşüp, bir rüya sandığımız öz yurdunun yabancısı olan bizleri ikaz eder: Geç vakit semtime döndüm Koca Mustapaşa'dan Kalbim ayrılmadı bir an o güzel rü'yâ'dan. Bu muammâyı uzun boylu düşündüm de yine, Dikkatim hâdisenin vardı derinliklerine; Bu geniş ülkede, binlerce lâtif illerde, Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde, Manevi varlığının resmini çizmiş havaya. -Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü'yaya. Bizim için muammaya dönüşen bir şehrin silik siluetine bağlanışımız bile ideolojik ve kategorik, kendimizi bile nesneleştiren, idrakinden mahrum kaldığımız bir dünyadayız. Kendi kadim şehrimizi rüya sanrısı ile uzaktan hayranlıkla izliyoruz bir bilinmez şey gibi. Flanör taşlardaki manayı deşifre etse belki orada insanı görecek, abus şehirlerin, beton yüzlerinden mütebessim edalı hoş ahenk şehirleri hatırlayacak idrakimiz, mümkün müdür kim bilir?

Köksüzlüğe bir şehir üzerinden feryattır Yahya Kemalin bu şiiri. Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan. Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan; Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük; Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük. Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı, Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı. Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda. Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda! Manzarası olmayan, realitesini kaybeder ve nazarı da şaşılaşır, öz varlığını, kendi olma bilinci, insanlık değerini başka manzaralardan devşirmeye çalışır. Kendisini bilinebilir, makul olmaktan çıkaran bir dünya makuliyeti aradığı her yerde ayazda kalacaktır.

Onulmaz bir yaradır köksüzlük, kökünü hissederek başka bir bedende yaşamaya çalışmanın hicranıdır bu. Nurettin Topçu'nun tespitiyle kendimiz dışında nereye koştuysak gurbette kaldık; ama mesele şu kendimizi nerede bulacağız, kendi şehirlerini mahveden bir yabancı için bu o kadar da kolay değil. Bunun yöntemi nedir, bilgisi nerededir; hangi ocaklarda üretilecektir, harekete nasıl geçecektir. Halkının hilkati her semtini bir cennet eden Karşı sahilde karanlıkta kalan her tepeden, Gece bir çok fukara evlerinin lambaları En sahih aynadan aksettiriyor Üsküdar'ı. derken Yahya Kemal Hayal Şehir şiiriyle flanör aylaklığımıza ararken göremeyen idrakimize bir şey fısıldar mı acaba. Üsküdar'ın Dost Işıklarının sokaklarından başka bir ses yetişir tam bu anda: Dünyâ yüzünde, bir sefer olsun, tanışmadan Öz çehrenizle sizleri görmekteyim bu an. Sizlersiniz bu ân'ı ışıklarla Türk eden! Eksilmesin şu mutlu şafaklar bu ülkeden. ! Gönlüm, dilim, kanım ve mizâcımla sizden'im; Dünya ve âhirette vatandaşlarım benim. bahsine mevzu olanlar nerede şimdi? Ân'ı aydınlatan ve Türk eden; yani insanlığın değerlerini var edenler nerede? Muasır alet edevatı kimlik zannedenlerle nereye gidilecek? Yahya Kemal zaman üstü çağdaş olduğu birileri ile aynı vatanın vatandaşı olarak geleceğe yürürken aylak gezen biz yoldaşlarına da şehrin Bilmem kaçıncı fecri vatan toprağında, biz, Görmekle şimdi bir yaşatan vecd içindeyiz seslenişiyle çağrıda bulunur. Kaybolan Şehirde hicranını dillendirirken Üsküp ki Yıldırım Bayazıd Han diyârıdır Evlâd-ı Fâtihân'a onun yâdigârıdır. Firûze kubbelerle bizim şehrimizdi o; Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyle biz'di o mısraları dökülür gönlünden. Kaybolan, giden Üsküp müdür yoksa kaybedilen bir umran mıdır? Bugün çehresi ve ruhiyle yaşadığımız şehirler bizi “biz” yapabiliyor mu? Ankara Kalesi çevresindeki Selçuklu ve Osmanlı terkibi bakiye midir bizim ruhumuz yoksa Kızılay meydanındaki keşmekeş mi? Cumhuriyetin ilk yıllarında Ulus'ta dirilen o güzel mimari dahi sürdürülebilse başkent, bir sanat eseri şehir olabilirdi. Yahya Kemal'in dediğince diyelim her halükarda; Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene, Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene. Şehir bir ideolojik siper değil, insaniyetimizin ve umranımızın hülasa içimizin dışımıza yansıdığı yerdir. İnsanın için neyse işi de o oluyor sanki. Bizden ses ve koku kalmayan çehresi abus şehirlerin yabancı yerlileriyiz. Bu yolda şehir tartışmalarını müteahhitlerin sırtına yıkıp akademik, siyasi ve entelektüel sorumlulukları göz ardı etmenin meseleye kabataslak bir bakış ve eksik bir eleştiri olduğu da unutulmamalıdır.

Yahya Kemal ile umutla bitirelim: Belki hâlâ o besteler çalınır, Gemiler geçmiyen bir ummanda. Flanör yürüyor; Yahya Kemal'in mısralarındaki şehrin asude hatırasıyla hatırladıkları ve unuttuklarının arafında geleceğin yollarında…

Vesselam!

Not: Bir dönem bizim için şampiyonluk, bayrağımızın dalgalanması ve İstiklal Marşımız demek olan, çevre coğrafyamızdaki potansiyelle güncel gücümüzü birleştirmenin çok güzel bir misali haline gelen ve 18 Kasım'da rahmete kavuşan Naim Süleymanoğlu'na Allah'tan rahmet diliyorum.