Yakamızı bıraksalar da…

Medya, kamuoyu oluşturan herhangi bir tartışmayı memleket genelinde ele almak yerine, şehirliler özelinle sınırlandırma alışkanlığından vazgeçebilmiş değil. Son yıllarda köy kültürünün yok oluşu ve nüfus çoğunluğunun şehirliliği hazmedemeyişi üzerine konuşuluyorsa da en azından köy-şehir melezliğinin (banliyö, kasaba vs.) mevcudiyeti üzerinden bile şehirli genellemesinin haksız bir yaklaşım olduğu üzerinden bir hassasiyet geliştirmek gerekiyor.

Bilhassa mübarek Üç Aylar'a girdiğimiz şu vakitler, İslami ilimler konusunda ayyuka çıkan “şahsi görüş” yarışıyla hiç olmadığımız kadar karşı karşıyayız. Fıkhi ilimlere dair köşetaşlarımız olan âlim ve velilerin içtihatları üzerine modern söylemler geliştirmeyi amaç edindiğini iddia eden ve durumu hepten çıkmaza sokan güruh, dini, günah-sevap ayarlı sayısal denklemlere indirgeyen meseleleri önceliyor.

Son yıllarda dergâh kültürünün toplumun genel kabulüne çok yaklaştığına tanıklık ettik. Uzun yıllar boyunca kati yaptırımlar sonucu yaşanan büyük sessizlik, kapalı kalmış tasavvuf alanına duyulan merak ve yasaklardan yılmış kalplerin açlığı ile son buldu. Dayatmacı ve inatçı yaklaşımlar büyük ölçüde kırıldı. Yalnızca merak yüzünden bile olsa, dergâh kapılarını aşındıran insanlar çoğaldı. Hz. Mevlâna (k.s.), Yunus Emre, İbn Arabî (k.s.), Abdülkadir Geylanî (k.s.), Şah-ı Nakşibendî (k.s.), İmam-ı Rabbanî (k.s.), Niyazî-i Mısrî (k.s.) ve daha birçok âlim ve velinin hayatları merak konusu oldu, yazıldı, okundu, filme alındı, hikâyeleştirildi ve nasihatleri her yaştan insanımızla buluştu.

İslam'ın sözde etrafımızı hendeklerle çevreleyen, Müslüman'ın çağ ve sosyal hayatla ilişiğini kesmesini mecburi kılan bir din olduğuna dair yanlış algılar kırıldı ve dinî yaşayışın kişinin kendini en güzel şekilde yeniden inşa etmesini sağlayan bir gönül yolculuğu ve muhabbet havzası olduğu anlaşıldı. En azından merak edip talip olana bu dinî cihetler de malum oldu.

Bu süreçte tasavvuf literatürü, şerhlerinin sıhhatliliği üzerinden tartışmaya açıldı; insanların tasavvuf ve dergâh kültürüne olan merak ve ilgisinden nemalanmak ve asliyeti aşındırmak isteyen cahil edebiyatçılar peyda oldu, çok satıp kafaları karıştırdı. Bütün bunlara rağmen “bulanlar arayanlardır” sözü nispetinde, hakikatin peşine düşenler hatırı sayılır bir birikimle karşılaştılar ve ülke sınırını aşarak başka İslam beldelerindeki tasavvuf gelişiminin izlerini sürdüler. Hayatının olgun çağlarına dek İslam'ı layıkıyla benimsememiş olanlar bile bu sayede dünyalarını değiştirdiler.

Bugün bütün bu uyanışları, savaşların gölgesinde konuşuyoruz artık. Bir Kurban Bayramı'nda yanlızca bayram akidesini yerine getirmek için evden çıkan Yasin Börü'nün kasti olarak IŞİD'çi olmakla damgalanıp katledildiği bir zamanda yaşamanın ağırlığı altında eziliyoruz. Tanımlar ve kavramlar yer değiştiriyor. Birlik, bütünlük adına ve bir dinî vecibe olarak vatanı sevmek ve onu savunmak bir fikir olarak bile küçümseniyor kimi çevrelerce. Uluslararası siyasi yaptırımların Müslümanları birbirinden düşüren “mezhep” ayrılıkları karşısında aciz kalıyoruz.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, ülke gündeminde başköşeye oturan dinî tartışmalar yüzünden, İslam'a tutunmaya çabalayan kitlelerin adımlarını küstürmeye, manevi ve uhrevi hasletlerimiz yara almaya başladı. İnsanların birbirilerine bakışını yumuşatacak, var olan ve olası karşıtlıkları giderecek, gönül yorgunluklarımızı tedavi edecek o kadar söylem varken, milletçe içinde olduğumuz çatışmalar hiç yaşanmıyormuş gibi, yaşanan dünyaya kayıtsız, zamandan habersiz, kör ve sağır dimağların fıkıh ezberlerini yarıştırmalarının ne tür bir bunalımın ifadesi olduğunu tanımlamakta güçlük çekiyoruz.

Malum; mübarek Üç Aylar'ı yaşıyoruz. En azından şu sıra satır ezbercileri yakamızı bıraksalar da dünyanın cinnet vakitlerine tanık olmaktan yorulanlar, türbelerde, dergâhlarda, bir gönül insanının dizinin dibinde dinlense. Üç günlük dünya misafirliğimizin daha fazla tadını kaçırıp bizi de vebal altında bırakmasalar. Anadolu irfanının kendilerini nasıl yargılayacağını iyi düşünseler de yalnızca okuyan yazan şehirli insanın âlim-cahil muhasebesi üzerinden tantana çıkarmaktan vazgeçseler. Anadolu terbiyesinden ve görgüsünden nasiplenseler de kendi cümlelerini Allah'ın emriymiş gibi sunma cüretini bırakıp hadlerini bilseler.

Ve medya merceğini biraz irfan ehline çevirse de, ümmi yaşayışla toprağın varlığına gücü yettiğince şükreden ve kalbinde nifak barındırmayanları artık bu kadar üzmese…

Üç Aylarımız mübarek olsun…