VF kat sol
VF kat sağ

22 Nisan 2021

​YALNIZLAR BAKANLIĞI

İnsanı, maddenin esaretine hapseden ve hazzın dipsiz kuyularına atan batılı ülkeler şimdilerde toplumsal sorunlarına çözüm bulmaya çalışıyorlar. Bunun en çarpıcı ve son örneklerinden biri ise yakın zamanda icat ettikleri “yalnızlar bakanlığı.” Önce İngiltere sonrasında Japonya yalnızlar bakanlığını kuran iki ülke oldu. Peki, neden böyle bir bakanlığa ihtiyaç duydular ve onları buna zorlayan şey neydi?

Önce maddenin ve maddiyatın bağımlısı yapıldı insan. Daha lüks, daha konforlu ve daha gösterişli bir yaşam oldukça cezbediciydi. Daha sonra haz odaklı yaşam sevdirildi, insana. Dünyaya bir kez geliyoruz öyleyse yeryüzündeki tüm hazları yaşamalıyız fikri, modern batının yeni inancıydı. Doyumsuz ve sadece bireyin kendi duygularının tatminini önceleyen vahşi bir yaşam biçimiydi bu. Ve bu çürütücü, yok edici haz arayışı tüm batı toplumlarına sirayet etti.

Maddenin boyunduruğuna ve hazzın esaretine sokulmuş toplumlar, önce aile kurumunu feda ettiler. Parçalanmış ailelerde anne babalarından mahrum büyüdü çocuklar ve çocukluk çağı biter bitmez ailesini terk etme fikri aşılandı genç kuşaklara. Bu özgürlüğün kapısını aralamaktı onlar için. Ailenin çöküşü, beraberinde hem biyolojik çöküşü hem de sosyal ilişkilerin tükenişini getirdi.

Milyonlarca insanı barındıran mega kentlerde, bir başına yaşanılan, sözüm ona modern bir toplum inşa ettiler. İçinde tek bireyin yaşayabildiği 20-25 metre kareden ibaret “kapsül evler” de bugün yalnızlar bakanlığını kuran Japonya’nın dünyaya armağanıydı. Haber bültenleri ölen ve cesedi aylar sonra bulunan, ölen fakat evlatları tarafından dahi sahiplenilmeyen ve defin işlemleri yapılmayan insanların ibretlik sonlarını aktardı, modern batı şehirlerinden.

Oysan insan, yaratılış fıtratı gereğince yaşamak için sadece havaya, suya ve besinlere değil diğer insanlara da ihtiyaç duyar. Konuşmak, paylaşmak, etkileşim içinde olmak ister. Bir ailesi, en gizli sırlarını dahi paylaşabileceği bir eşi, onu yaşama bağlayacak çocukları ve hayatın zorluklarına karşı güvenebileceği akrabaları ve dostları olsun ister. Aile içi bağların ve sosyal ilişkilerin, insanın yaşam doyumunu ve mutluluk düzeyini artırdığını kanıtlayan yüzlerce araştırma var. 

Sadece kendisi için yaşaması, daha iyi yaşamak için de daha fazla para kazanması fikrine ek olarak haz odaklı yaşam alışkanlığı, özellikle batılı ülkeler olmak üzere, küresel ölçekte toplumsal ve sosyal sorunlara yol açtı. Öyle ki sadece Japonya’da bir yıllık süreçte intihar nedeniyle yaşanan ölümlerin sayısı, koronavirüsün yol açtığı ölümlerden daha fazla. Küresel ölçekte bakıldığında, toplumsal sorunların, intihar vakalarının, antidepresan kullanımlarının, refah ve eğitim düzeyi yüksek fakat sosyal ilişkileri ülkelerde daha yoğun olduğu görülebilir.

Son zamanlarda medyada sıkça görülen ve gençlere dönük “aileni terk et”, “akrabalarını terk et”, “arkadaşlarını terk et” şeklindeki mesajların arka planında çocukları ve gençleri her türlü istismara açık hale getirme ve toplumun temel dinamiklerini bozma fikrinin olduğu aşikâr. Kendi toplumlarını yok eden ve insanının içini boşaltan bu hayasız akının hedefi bin yıldır hiç değişmedi. İnançlarımızı, değerlerimizi, kültürümüzü, ailemizi ve çocuklarımızı elimizden aldıklarında onların her türlü sömürüsüne açık hale geleceğiz. İşte bu yüzden onların savaş halinde oldukları, yıkmaya ve bozmaya çalıştıkları bize ait olan her ne varsa ona sahip çıkalım. İnancımızı, değerlerimizi, kültürümüzü samimiyetle yaşayalım ve çocuklarımıza yaşatalım. Birbirimize sıkı sıkı sarılalım ve bu “modern yalnızlığa” yenik düşmeyelim. Bu konuda Peygamberimiz Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” (B6011 Buhârî, Edeb, 27).

Vesselam…