VF kat sol
VF kat sağ

10 Mart 2016

Yargısal otoriterleşme, jüristokrasi ve AYM

“Yüce Divan yargılama yetkisini genel ceza yargılamalarına genişleterek, ceza mahkemesi sıfatına bürünüp, bu hakkı bireysel başvuruda kullanan” bir anlayış, korumakla yükümlü olduğu Anayasa'yı da ayaklar altına almışsa, buna yargısal otoriterleşme ve jüristokrasi demeyelim de ne diyelim.

 Bize gelişmiş demokrasi örneği diye dayattığınız Amerika yok mu; orada bile, bireysel özgürlük, ve ifade özgürlüğü kamu güvenliği söz konusu olduğunda ikinci planda değerlendirilir. Dahası, Millî Güvenlik kavramının çerçevesinin belirlenmesi ve içeriğinin tespit edilmesinde öncelik sahibi olan siyasal otoritedir.

Mesela; ülkenin birliğini sağlamada birinci derecede sorumluluk sahibi olan hükümet, muhalefetin eylemlerinden kaynaklı olarak bu sorumluluğu yerine getirmede zorlandığında, muhalif bloka karşı temel hak ve özgürlüklerde kısıtlamaya bile gidebiliyor sizin Amerika'da!

Yine, Ulusun tehlike içinde olduğu zamanlarda, aşırı ya da yıpratıcı eleştirinin anayasal korumadan yararlanamayacağını ABD Yüksek Mahkemesi şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirlemiş.

ULUSAL GÜVENLİKTE “TAKTİR HAKKI”

Yargıçlar, anayasa ve yasalarla çerçevesi belirlenmemiş olan ifade özgürlüğünü, ulusun ve egemenliğin tehlikeye düştüğü anlarda “taktir yetkilerini” kullanarak belirlemiş ve özgürlüğün sınırlarını daraltmışlar.

Bu arada bil hassa 11 Eylül saldırıları sonrasında, Amerikan Yüksek Mahkemesi, terörle savaş durumunda ifade özgürlüğünün ya da muhalif görüşlerin kamu düzenini bozacak hukuka aykırı hareketleri kışkırtma düzeyine gelmesi durumunda kısıtlanmasını ulusal güvenlik çerçevesinde değerlendirmiş.

Diyelim referans gösterdiğiniz Amerika'ya dair bu görüşler hoşunuza gitmedi; buyurun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemelerine bakalım cesaretiniz varsa...

Bilindiği gibi ifade özgürlüğü, AİHS'nin 10. maddesinde düzenleniyor. İfade özgürülüğü orada da, aynı sözleşmenin 8,9 ve 11. maddelerinde tanımlanan haklar gibi sınırlandırılmış bir hak. 10. maddenin ilk paragrafında ifade özgürlüğünün tanımı yapılırken ikinci paragrafta bu özgürlüğün sınırları tespit edilmiş. Daha ötesi, kamu gücünün ifade özgürlüğü hakkının kullanımına yapacağı müdahaleler nedenleriyle kabul görmüş.

Üstelik “taktir hakkı” AHİS'le sınırlandırılmış olmasına karşın, olayların içeriği nedeniyle yasama ve yürütmeye takdiri bir karar verebilme sahasının bırakılmasının mahkemelerce uygun görülebileceği, bu tür durumların özellikle milli güvenlik ve savunma politikaları çerçevesinde kabul edilebilir olduğu belirtilmiş.

OBSERVER VE GUARDİAN ÖRNEĞİ

Bunun en somut örneği de AİHS açısından millî güvenlik kavramının çerçevesinin belirlenmesinde, AİHM'nin verdiği kararlar ve konuya yaklaşımını da görebildiğimiz Observer ve Guardian davası.

Dava, emekli bir İngiliz İstihbarat Servisi ajanının yazdığı anılarının, Observer ve Guardian tarafından yayınlanması üzerine, İngiliz mahkemesinin 1986 yılında gazetelerin yayınlarının geçici olarak durdurulmasına karar vermesine dayanıyor. İngiliz mahkemesi tarafından verilen karar AİHM'e taşınmış, AİHM ise; yapılan müdahalenin iç hukukta yasal dayanağının mevcut olduğunu dolayısıyla “öngörülebilir” olduğu, yayın durdurmanın amacının millî güvenliği korumak olduğu, “sıkıştıran toplumsal gereksinim” ihtiyacını karşılamak için yapılan müdahalenin amacı meşru hale getireceğinin kabul edildiği sayılan sebeplerle İngiliz mahkemesinin kararının demokratik toplumda gerekli olduğu, ifade özgürlüğünün ihlaline sebep olmadığı belirtilmiş.

AYM GEREKÇELİ KARARINDAKİ ÇELİŞKİLER

Gelelim bizdeki meşhur Vatana İhanet ve Casuslukla suçlanan Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutukluluğuna dair “hak ihlali” olduğu hükmüne varan AYM'nin gerekçeli kararına. AYM, “Dündar ve Gül'ün tutuklanmalarına ilişkin yerel mahkemenin gerekçesinin yetersiz olduğuna, tutuklama kararı veren mahkemenin ‘bariz takdir hatası'na düştüğüne” vurgu yapmış gerekçeli kararında. Ayrıca AHİM kararlarına da atıf yapılmış. Yukarıda örneklendirdiğim kararlar ve yaklaşımlar hem AHİM hem de AHİS'in ifade özgürlüğünün çerçevesiyken AYM AHİM'i nasıl referans göstermiş anlamak zor. Dahası AYM, “bariz taktir hatası”na düşüldüğü kanaatine varmış. Oysa AHİS ve AHİM, yasama ve yürütmeye takdiri bir karar verebilme sahasının bırakılmasının mahkemelerce uygun görülebileceğine yönelik onlarca karara imza atmış.

Mahkemede, “hak ihlali” kararına muhalefet eden üç üyenin de milli güvenlik vurgusu yaparak, milli güvenlik ve kamu düzeni söz konusu olduğunda ifade özgürlüğünün sınırlandırlabileceği hükümlerinin yer aldığı AHİM kararlarını hatırlattığı görülüyor.

AYM'nin verdiği ve yargı kararları açısından Casusluk ve Vatana İhanet eylemlerinin ifade ve basın özgürlüğü parantezinde meşrulaştırılmasının önünü açacak kararın gerekçesi de dahil her noktasında, siyasi otorite ve Devletin başı ile restleşme var maalesef.

Hangi saikler ve ne tür ilişkilerle bu kararı verdiklerini bilemiyoruz; ancak şu bir gerçek ki kendini AHİS ve AHİM'in de üzerinde gören AYM bir yargısal otoriterleşme ve jüristokratik eğilimin cenderesine düşmüş ve onu palyatif hamlelerle bu cendereden kurtarmak pek mümkün görünmüyor. 

“Yüce Divan yargılama yetkisini genel ceza yargılamalarına genişleterek, ceza mahkemesi sıfatına bürünüp, bu hakkı bireysel başvuruda kullanan” bir anlayış, korumakla yükümlü olduğu Anayasa'yı da ayaklar altına almışsa buna yargısal otoriterleşme ve jüristokrasi demeyelim de ne diyelim.

zihnicakir@gmail.com

@zihnicakir