"Yârin kapısı"ndan huşû ile girilir
Hayatımız kapılarla çevrili, kapılardan girer çıkarız her gün. Evimizin kapısı, işimizin kapısı, hükümet kapısı… Bizim muradımız zâhirî kapılar değil. Gönlümüzü inşirah ettirecek, kalbimizi ve îmanımızı tezkiye edecek ilâhî aşk tâlimiyle açılan kapılardır. Bu mânada kapı tekke ve dergâhtır. Mürşid-i kâmillerin gönül evi ve mânevî makamlarıdır... Şeriat, tarikat, mârifet, hakikat kapıları ateşten bir îman ve cezbeyle girilecek kapılardır.
Esasında tek kapı var, bütün kapıların Allah’a, yâni yâr-i zülcelâl’e açıldığı kapı. “Yârin
şifa kapısı” bu… O’nun (c.c.) kapısına varmadan önce bir ehl-i dil’in, bir
mürşidin, bir gönül efendisinin kapısında tâlim etmeli önce.
GİDECEĞİMİZ BİR
“KAPI” OLMALI
Kendimizi bulmak istiyorsak
bir “Kapı” aramalıyız. Gönlümüz “ışk” sız, yâni aşksız kaldığında ve itikadımız
zayıfladığında varacağımız bir şifa kapısı olsun. Dost kapısı, gönül kapısı,
rıza kapısı, tarikat kapısı, yâni bir yola girme kapısı... Çilesi çok olan Yokluk Kapısı’ndan
girmek zor. Üftâde Hazretlerinin, kendisine mürid olmak için gelen Aziz Mahmud
Hüdâyî Hazretlerine, “Burası yokluk kapısıdır, biz de fakirlik kapısının
kuluyuz. Senin ilmin, malın, şânın var, bir araya gelip bağdaşamayız. Bizim
gibi kulların Allah’tan başka hiçbir şeyi yoktur…” dediğini dikkate almak
lâzım.
BU KAPILARDAN GİRMEK
İÇİN TÂLİM GEREK
Mücadelesi ve mücâhedesi bin miligram olanlar için tövbe kapısı açık.
Kapısından girmeye tâlimli olanlar için “İlim Kapısı” var. Hazret-i Peygamberimizin,
“Ali ilmin kapısı, kim ilim isterse bu kapıya gelsin”
buyurdukları kapı... Dost sinesine ulvî
yakinlik kapıları vardır mübarek kişilerin. Bu kapıların imtihanı da çok
ağırdır. Bir ömür yakınında bulunduğu zâtın îmanıyla îman, ameliyle amel ederek,
onun risâletine sâdık, yâni sıddık olmakla, teslimiyetle, itaatle,
fedakârlıkla, uhrevî dostluk ve muhabbetle açılan bir kapı bu… Efendimiz
Âleyhisselâtüvesselâm nezdinde Hz. Ebubekir’in “yakınlık” kapısının açık olması
bu kapının en yüce misalidir.
BİR’E KAVUŞTURUCU
İLÂHÎ KAPI
Kapıların en cezbedicisi, yâni Bir’e kavuşturucusu Yâr Kapısı’dır. Ne
kadar dindar olurlarsa olsunlar, dünya kokanların bu kapıdan girmeleri zor.
Aynel yakîn âşıklar ancak girebilirler. Yârin şifa kapından nasıl girilir ve bu
kapının derûnunda neler var, aradan çıkıp, bu mevzuun âliminden okuyalım. Ali Yurtgezen hoca “Evin Mahremi Olmak-Beyit Şerhleri” kitabındaki “Yârin Şifa Kapısı” yazısında Şeyh
Gâlib’in “Gâhi zîr-i serde desti, gâh ayağı koltuğunda / Düşe kalka haste-i gam
der-i lûtf-i yâre düştü (Gam hastası, bazan eli başının altında, bazan ayağı
koltuk (değneğinde), düşe kalka Sevgilinin lütuf kapısına vardı.)” beytini şerh
ederek “Yârin Şifa Kapısı” na ulaşma yolculuğundan bahsediyor. “Tek” kapıya varmak için hamle
yapanlara, gam çekenlere bu yazıdan hülâsa ettiklerimiz derde devadır:
“Beytin zâhirinde gönül derdine deva olması için düşe kalka kendisini
maşûkunun kapısına kadar atan bir âşıkın hâli resmedilmiş. Hasret bir yandan,
sevgilinin istiğnası bir yandan, ağyarın kınaması diğer yandan, âşığı gam
hastası yapmıştır. Mecazî bir aşktır bu. Yemeyi, içmeyi, uykuyu unutturup âşığı
mecalsiz bırakan cinstendir. Ayakta durmaya, yürümeye mecali yoktur. Buna
rağmen bilir ki derman sevgilidedir. Bütün gücünü toplamış; düşe kalka
sevgilinin kapısına varmıştır. Ümidi, sevgiliyi görüp şifa bulmak; kendisini
gamdan azad edecek yârin muhabbet nazarına mazhar olmaktır. Desti, ‘onun eli’
mânasına geldiği gibi, bildiğimiz ‘testi’ mânasına da gelir. Ayak da ‘içki
kadehi’ demektir. Testi ve kadehindeki şarabı içmiş, sarhoş olmuş fakat
kederini dağıtamamıştır. Muradı, bir sâkinin boşalan içki kaplarını doldurması,
ona içki sunmasıdır. Ehli bilir ki şaraptan maksat ‘ilahî aşk’tır. Meyhâne
‘tekke’ veya ‘dergâh’, sâki ise ‘mürşid-i kâmil’ demektir. Dolayısıyla
beyitteki gam hastası sarhoş, tasavvuf yoluna girmiş bir ‘sâlik’tir. İlahî
aşkın tadını almış, fakat kendinden geçecek kadar kanamamıştır. Düşe kalka
ilerleyebildiğine göre hâlâ kendindedir; kesrette kalmanın gamını hâlâ
hissetmektedir. Kendinden ve nefsinden büsbütün geçip kesretten kurtulması
için, daha fazla aşk için feyz ve himmet talebiyle yâr dediği mürşidinin
kapısına varmıştır. Beyitteki üçüncü mâna namaz kılan bir müminin secde hâliyle
alâkalıdır. Elin başın altında olması namazdaki tekbire, düşüp kalkmak rüku ve
kıyama, ayağın koltukta secdeye işarettir. Neticede düşe kalka yârin kapısına
‘düştüğüne’ göre, hususen secde hâli tasvir edilmiştir. Yâr dediği Cenab-ı
Mevlâ’dır ve secde hâli müminin miracı, Rabbi’ne en yakın olduğu andır.”
“YÂR KAPISI VAHDETİN
EŞİĞİDİR”
“Yârin Kapısı” nda başka ne gibi haller yaşanacağını, Ali Yurtgezen
hocanın “Seher vakti çaldım yârin kapısın” yazısını okuyanlar bilirler: “Kapı,
âlem-i melekûtun, âlem-i gaybın, nihayetinde halvet-serây-ı vahdetin eşiğidir;
harem-i visâle mahrem olmak için ruhsat almak arzusunun izhârıdır. Velâkin kapı
sürmelidir. (…) Sûfiyye lisanında feth-i bâb ki ‘kapı açmak’ demektir, sülûkta
makamları aşmak, yahut ruh müşkillerinin halli mânâsınadır. İmdi ‘çaldım yârin kapısın’ ‘seher vakti’ ile
gelince, bu, ‘sabah namazı’ olur. ‘kapıların sürmeli’ olup açılmaması, namazdan
feyz alamamak, hulûs-i kalbi ve huşû’u bulamamaktır…”
Anlaşılan şu ki, “Yârin Şifa Kapısı” ndan girmek her Müslümanın harcı
değil, aynel yakîn makamında olmak gerek.(ilbeyali@hotmail.com)