16 Ekim 2015

Yeni SYKES-PİCOT

Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, büyük devletlerin buradaki çıkarları hiçbir tesadüfe müsaade etmiyor. Bu çıkarlar öylesine sıkı korunuyor ki, müstakil görünen olaylar dahi uzun vadeli planlar sonucunda gerçekleşiyor.

Osmanlı Devleti'nin yıkılışı ve bölünmesi hedefiyle başlatılan Birinci Dünya Savaşı'nın en ateşli zamanlarında, 1916yılında İtilaf devletleri gizli bir anlaşma yaparak Ortadoğu ülkelerinin paylaşımı hususunda anlaşmışlardı. Tarihe Sykes-Picot anlaşması olarak geçen bu plan İngilizler ve Fransızlar tarafından hazırlanmış ve Rusya'nın da rızası alınmıştı.

1917'de Rusya'da ihtilal yapan Bolşevikler anlaşma üzerindeki haklarından ve Çarlık hükümetinin taleplerinden vazgeçseler de, bahsi geçen plan diğer iki partnerin birkaç rötuşuyla işleme konuldu. Artık bölgede sınırları ve varlıkları günümüzde bile izaha muhtaç olacak pek çok devlet bu planla kuruluyor ve İtilaf devletleri tarafından parçalanarak yönetiliyordu. 

Son bir asrı düşünürsek bölgenin en sancılı günlerini yaşıyoruz. Anlaşılan o ki, Sykes-Picot düzeni 100. yılında yerini yeni planlara bırakıyor. Sykes-Picot'yu meydana getiren güçlerin (İngiltere-Fransa)bugünkü etkinliği tartışmalıyken, bu kez ABD, Rusya, İran ve Çin'in sahneye çıktığına şüphe yok. Dolayısıyla yeni düzendeki ilk fark, büyük aktörlerin değiştiği ya da arttığıdır.

Sykes-Picot düzeni kurulurken yerel aktörler aslında çok da fazla dikkate alınmamıştı. Ne etnik, ne de dini kimlik sınırların çizilmesinde önem taşıyordu. Sınırlar çıkarlara göre dizayn ediliyor, yerel unsurlar buna hizmet ettikleri ölçüde işbirliğine layık görülüyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Ermenilerle ve isyancı Araplarla işbirliği yapan işgalciler, Ermenilere istediklerini verememiş ve Araplardan da birlikte çalışmak istemediklerini tasfiye etmişlerdi.

Kurulacak yeni düzende ise, mümkün olduğunca çok yerel aktör devreye girecek ve kimlikler üzerinden talebi olanlarla karşılıklı işbirliğine gidilecek. Karşı kutuplarda olduğu iddia edilen büyük güçlerin bazı etnik unsurlara ortaklaşa destek vermeleri bu konuda ne kadar ortak düşündüklerini belgeliyor.

Hem Rusya'nın, hem de ABD'nin PYD/YPG güçlerini desteklemesi, yeni düzenin nasıl kurulacağı ve aktörlerin nasıl şekilleneceği konusunda ipuçları veriyor. Bölgede her iki kampın destek verdiği her türlü grup varlığını sürdürmekle kalmayacak, çizilen yeni sınırlarla yeni devletlerin inşasında rol oynayacak.

Bu çok aktörlü ve bir o kadar sancılı süreci tayin eden bir diğer faktör ise, Orta Asya'dan ve Hazar'dan Akdeniz'e kadar uzanan enerji koridorlarının kimlerce ve ne şekilde paylaşılacağıdır. Özellikle bu meseleyle bağlantılı şekilde hareketliliğin artması sürpriz değil. Türkiye'yi adeta çevreleyerek bölgede saldırgan bir tavır alan Rusya'nın asıl amacı masada daha güçlü bir konum edinmek.

Etnik ve mezhepsel çatışmalar çok aktörlü ve belki de gelecekte çok devletli çözümler için sosyal/siyasal zemin oluşturmak için körükleniyor. Toplumsal belleklere yüklenen travmalar bir arada barış içinde yaşama ihtimalini dinamitliyor. Türkiye'deki “deneme”lerin bir altında elbette bu hedef yatıyor. 

Bu çatışmalar özellikle İran'ın çok arzu ettiği şekilde ilerliyor ve kültürel olarak çatışmacılığı benimseyen bu topraklarda etnik/dini kimliksel talepleri belirginleştiriyor. İran'ın bu açıdan başarılı olması Batılılar için de gelecekte ikna edici bulunabilir.

Yeni Sykes-Picot'lar için yapılan bu hazırlıklar çok daha kanlı bir dönüşümün habercisi gibi görünüyor. Burada terör örgütlerine yavaşlatıcı bir etken olma ve meşgul etme rolünün düşmesi de dikkate değer.

Gün geçtikçe büyük aktörlerin aslında ne kadar ittifak içinde oldukları ve bu ittifakın nerelere varabileceğini, bunun bölgesel kırılmalara ve sınırlara etkisini göreceğiz.