Yeteneğe eğri bakış

Bugün “yetenek” ile yerini doldurmaya çalıştığımız “istidat” ya da “kabiliyet”, eskilerin kullandığı en güzel kelimelerden. İkisinde de gücün sesi işitiliyor.

İstidat, doğuştandır. İnsanın fıtratında kendine yer bulmuş, keşfe, işlenmeye ve gelişmeye hazırdır. İnsan yaşamındaki psiko-sosyal dinamiklerle kendini gösteren, gelişen, uygun ortam bulamadığında ise küsüp saklanan ve yitirilen vasıflarımızdandır.

Kişinin hangi marifetleri kendinde barındırdığına dair bilincinin oluşması, aslında bir kere söylenilerek geçilemeyecek, alaya alınmayacak, insan şuuru ve ruhu ile “yetenek sahası” üzerine ihtisası bulunan bir erbap tarafından tespit ve teşhis edilmesi gereken ciddi bir mesele.

Yetenek tespiti konusunda kafaların karışık olduğu aşikâr. Çocuk gelişimi boyunca eğilimleri ve kabiliyetleri ölçümleyecek sağlıklı bir değerlendirme olduğunu söylemek zor. Uygun aile hayatının, keşfe teşvik eden eğitim sürecinin ve çevre bilincinin, toplumun her kesiminde bulunmadığına şahidiz.

Mevcudiyetinin endişesi bir tarafa, yeteneğin tanımını yapmakta ve ne olduğuna ilişkin algılarımızı düzenlemekte zorlanıyoruz. Medya, basit ezberlere ve kulaktan dolma yanılgılara inanmaya teşvik ediyor.

Kabiliyetlerin keşfi için eğitim en önemli araç. Öncelik sırasına göre aile, sokak, okul ve bu birimler üzerinde söz sahibi olan şahıslar, hayata hazırlanan çocuk ve gençler için kayda değer birer etki alanı. Onların çizdiği çerçeve çoğu kere mutlak tercih oluyor.

Meydana gelen bu olumlu/olumsuz yönlendirme ile kişi; bir sanat, bir zanaat ya da bir ilmî meseleyi anlama ve geliştirmenin yanı sıra fikir üretebilme gücünü fark ediyor veya edemiyor. Öyle hayatlar var ki farkına varılsa dahi, başta çizilen çerçevenin belirlediği şartlardan ötürü perdelenerek yok sayılıyor ve mecburiyetlerle örseleniyor.

O çok izlenen, ismi “yetenek”li malum yarışma üzerinden yetenek algımızın, bilhassa çocuk ve genç yaştaki bireylerinin algılarının iğdiş edilişiyle karşı karşıyayız. Düşünebilmeyi, öğrenebilmeyi ve interaktif kavramayı yetenek saymayan eğlenceden ibaret bir şovla, yeteneğin yalnızca popüler kimlik kazandıran moda bir aksammış gibi sunuluşuna şahit oluyoruz. Ve parlak keşifleri köreltici dev bir kepenk daha inmiş oluyor böylece.

Dünya medyasına baktığımızda bu algı krizinin nedenlerini anlamamız kolaylaşacaktır. Kendi coğrafyamızda en ön safta yer alan ve yediden yetmişe muhatabı olmamız gerektiği izlenimi uyandırılan popüler her meta, küresel bir yorum.

Dünyadaki sanat, bilim ve teknolojik sahanın ortaya koydukları hatta dinî öğretiler bile “eğlence” kültürüne endekslenip çabuk tüketilebilir, derinliği olmayan unsurlara dönüştürülüyor ve ciddiyetini yitiriyor. Sahayı besleyen şahsi yetenekler de eğlenceye hizmet etme şartlanmasıyla asıllarından uzaklaşmış oluyor. Otaya koydukları her ürün ya da eser de insan fıtratından uzak, olumsuz vasıfları harekete geçiren, verimliliği azaltan ve bütün bu sürece karşı direnişi yok eden sistemin sesi oluyor.

Oysaki dünya ve âhir yolculuğumuz için hangi yola meyledeceğimiz, hangi yöntemin peşinden gideceğimiz ve hangi rehberlerin bize yol gösterebileceği, istidadımızın ve yatkınlıklarımızın keşfi ile mümkün.

Çözüm için uzun süredir aklı baliğ olanların, yeni filizlenen dimağlar için sorumluluk taşıdıklarını bilemeleri önemli.

İnsanın fıtratındakileri ve kabiliyetlerini keşfedebilmesi için kökene inmesi, toplum içinde şahsiyet kazanmanın yolunu bulması ve yordamını kavraması lazım.

Tariflerin ve yöntemlerin izlerini bulma konusunda en avantajlı olduğumuz bir zamanda bile ne kadar zorlanırsak zorlanalım, Kısas-ı Enbiya, kökene inme ve insanlığın kodlarını keşfetmede en önemli eser olacaktır.

Doğru misaller, bugünün ideallerini fark etmemize ve anlamamıza daima yardımcıdır.

İnsanın kendine ve “kedindekine” yolculuğu, keşiften çok daha fazlası için en mühim aracı değil midir zaten?

Zira insan kendini keşfetmeye dursun, kabiliyetler de görünür hale gelecektir.