01 Haziran 2015

YILDÖNÜMÜNDE GEZİ'NİN KARANLIK GRUPLARI

Türkiye'nin bugünkü siyasi yelpazesinin fotoğrafını 28 Şubat'ın o despotik anlayışına borçlu olduğunu hep savunmuşumdur.

Cumhuriyetin kuruluş sürecinde gizlenen dayatmacı, ötekileştiren ve dışlayıcı zihniyetin 28 Şubat ile doruğa çıktığı muhakkak. Ülkedeki ezilmiş kesimleri geniş bir zamana yayılan süreçte kenetlendiren de bu olguydu zaten.

Aslına bakılırsa, bu kenetlenme 28 Şubat öncesinde filizlenmşti.

28 Şubat'ı getiren koşullar da ötekileştirilen, başkalaştırılan ve dışlanan kesimlerin kenetlenme sinerjisinin her alanda hissedilmesiydi.

İşte bu sinerji, 28 Şubat'ın, despotizmi meşru kılan, inancı hakir gören, yok sayan ve cezalandıran anlayışıyla tavan yaptı.

3 Kasım 2002'de AK Parti'nin elde ettiği zafer, bu despotizme bir toplumsal cevaptı.

Bu kesimler neden AK Parti'de toplandı sorusunun cevabıysa; 'Recep Tayyip Erdoğan'ın ezilmiş sessiz çoğunluğun sesi olması, o kesimi kucaklayan bir lider profili çizmeyi başarmasıydı.'

Bu profil, AK Parti teşkilatlarının kimi zaman insanüstü seviyeye varan çabasıyla, siyasette zor kırılan bir rekoru; 9 sandık (6 seçim 2 referandum 1 de cumhurbaşkanlığı) başarısını getirdi.

Yapılan kamuoyu araştırmaları bu zafer silsilesinin artarak devam edeceğinin de işaretleriyle dolu.

Bu tabloyu resmettikten sonra 31 Mayıs2013'te Sırrı Süreyya Önder'in şovlarıyla başlayıp 1 Haziran günü tavan yapan, Taksim'den başlayarak 50 civarında ilde 90'ı aşkın noktada gerçekleşen eylemlere dikkat çekmek istiyorum.

Farklı görüşlerin siyasal iktidar uygulamalarına yönelik tepkilerini demokratik kurallar çerçevesinde dile getirilmesinde hiçbir sakınca yok.

Nihayetinde o siyasal iktidara oy veren varsa vermeyen de var. AK Parti açısından bakınca %50 oy verene karşın % 50 de vermeyen var.

Geri kalan bu yüzde 50, gelişmiş demokrasilerde, karşı çıkışlarını muhalefet partileri etrafında dile getirir. Bu dile getiriş, siyasal söylemin dışında zaman zaman da açık hava toplantıları ve mitinglerle icra edilir.

Sanırım Taksim'deki eylemlerin altında yatan gizli tehlike de bu tanımın karşılık bulmamasıyla ilgiliydi.

Talepleri olanlar, uygulanan iktidar politikalarına itirazları bulunanlar, seslerini duyuracak bir siyasi çatı eksikliği hissediyor belli ki.

Muhalefet deyince CHP-MHP'yi işaret ettiğimizi bilmek için kahin olmaya gerek yok. Ama bunun cevabı da bu partilerin yönetim anlayışlarında gizli.

CHP kendi tabanının taleplerini parti politikaları haline dönüştürecek bir ivmeyi kazanamadı bir türlü.

CHP, Suriye'de halkını katleden Esad için taşıdığı endişeyi, Esad'ı meşrulaştırmak için harcadığı enerjiyi, kendi tabanının tepkisini, taleplerini ve karşı çıkışlarını dillendirmek için harcamadı maalesef.

MHP'nin durumu biraz farklı. Zira MHP özellikle son dönemde, tabanının öfkesini siyasi zeminde tutmayı başaracak söylemler kullanıyordu.

Her ne kadar birçoğumuz karşı çıksak da Devlet Bahçeli, "Vur de vuralım öl de ölelim" sloganlarına, "merak etmeyin onun da zamanı gelecek" cevabı verirken, tabanının kontrol altında tutmayı da başarıyordu aynı zamanda.

O dönem sokak anarşisinin içerisine lokal gruplar hariç örgütlü olarak ülkücüler dahil edilemediyse, bunu, Bahçeli'nin bu sağduyulu ve usta manevrasına borçluyuz.

Peki bugün? Bugün böyle bir kalkışma yaşansa muhalefetin duruşu ne olur? Zannımca o gün sokakları terör arenasına dönüştüren Gezi kalkışmasının arkasındaki marjinal gruplarla CHP'ye bugün açık bir şekilde MHP-HDP ve her türlü varlığıyla Paralel Örgüt de katılır.

2 yılda halka temas etmesi beklenen muhalefetin geldiği nokta halkla asla barışık olmayan marjinal örgütlerle temas noktası maalesef.

Unutmayın, Fetullah Gülen'in Gezinin körüklendiği günlerde apar topar samanyoluhaber.com'dan kaldırılan "Dikleşmeden dik durma" tavsiyesiyle Paralel Yapı'nın Gezi terörünü körüklediği hamleler arasında bir ilinti olup olmadığı hala çözülemedi. Bunun resmi kaynaklarca özülmesi durumunda o planın büyük resmini eksiksiz çizebiliriz diye düşünüyorum.