​Yol

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

 

Kervanlar varmış eskiden. Çöllerde, taşlı yollarda, dağlarda, geçitlerde bir uçtan diğer uca uzanan kervanlar. Sırtı yüklü develerin sıralandığı, yularından tutan sürücülerin yanından yürüdüğü, ip gibi birbirinin peşi sıra ticaret için yollara düşen...

Issız, kimsesiz, bomboş arazilerin sesi sedası olurlarmış. Sebebi, bir şekilde yaşamakmış. En zoru da olsa en kolayı da.

İnsan boyun eğmemiş. Kızgın güneşe, dar azığa, az suya ve ayağı sürekli batıp çıktığı için yürümeyi o denli zorlaştıran kumlara, taşlara, çamurlara, yarlara rağmen...

Taşımış baharatları, kumaşları, emanetleri, insanları; işleyen çarka diş olmuşlar kervanlar. İpi hiç kopartmamışlar.

Gravürlerde görürüz bazen, bazen de bir ressamın tablosunda. Yürüyerek kat edilen, seyri günlerce süren, binlerce kilometrelik izi tozu belli olmayan ama ezbere bilinen yolların yolcuları, kervan sahipleri vardır.

Bugünden uzak, apayrı bir hayata dair, her biri bir ömür gibi süren bu yolculuklar, adına yapılan saraylarla korunmuş. Kalın taş duvarlı, gökyüzüne değil de yeryüzüne yâren, genişçe inşa edilmiş, uzun kervanları andıran yapılar.

Kervansaraylar görkemli kapıları, eşkıyaya geçit vermeyen duvarlarıyla bir ülkeden diğerine güvenli geçiş temin etmişler yollara dizilerek. Hanlar seyyahlara ev olmuşlar.

Gün gelmiş sanayi, devrimini yapmış. Malzemede en çok demiri, çeliği, betonu sevmiş. İnsanı maddeye hizmetli tayin etmiş. Devasa, elin uzanamayacağı yapılar inşa etmeye davranmış.

Sonraları raylar yol olmuş. Lokomotifinden püsküren dumanla taşımışlar develerden bozma vagonları. Tren kervanların yerini alınca düdüğü de ulak oluvermiş.

Zaten gelip çatmış makinenin kuşattığı dünya zamanları.

Makine elektrikle petrolü ustaca hazmetmiş, mekaniği otomatiğe evirmiş.

Sonrası zaten bilinen hikâye. Dijitalleşme, yapay zekâ yayılımı ve bitmeyen arayıştan doğan kaos…

İyisiyle kötüsüyle teknoloji hayatı kolaylaştırdıkça hızını daha fazla zorluyor insanlık. Madem öyle daha fazlası olabilir, haydi kimse yetişmeden varalım yolun sonuna diyor. Sonra önüne, bir öncekinden daha hızlı varması gereken yeni bir yol çiziliyor.

Her gün zaman daha da daralıyor yaşamak için. Artık günler yetersiz.

Yolculuk hızlandıkça yolculuklar, yolcular çoğalıyor. Bekleyenler, çabuk gelineceğini bildikçe daha sabırsız. Daha çok hasrete gark oluyor, daha çok vuslata eriyoruz. Nasılsa hepsi kısa sürüyor.

Bir ömre binlerce kilometre sığıyor.

Altmış gün artık üç saat olmuş artık. Defalarca gidiyoruz uzun upuzun üç saatleri.

Eskiden ömür tükenirmiş de yol tükenmezmiş. Çocuklar büyürmüş kervanlarda, elbiseler, eşyalar eskirmiş, insanlar dünya yolculuğunu tamamlarmış yine de bitmezmiş o yollar.

Şimdi yollar aceleci, biz ise daha aceleciyiz. Eskimiyoruz artık yollarda, yolları eskitiyoruz.

Eskiden kalma hanlar, kervansaraylar “müzelik” şimdi. En viranelerinin taşlarında bile eski diyemeyeceğiniz arkaik bir duruş var. Zamansızlığı simgeliyorlar. Dünya labirentinde yol işaretleri gibiler. Her birine bir renk, bir biçim, bir seda sinmiş hayata dair.

Asırları devirmiş yol üstü yapılarının yanında cahil kalıyor modern insan. Emanet misafirlerinin esintileri arasında dehşete düşüyor. Mekâna muhtaçlığını kavrıyor.

Yol mekân değildir. Hayattan bir güzergâh parçasıdır. Öğretici, demletici, damıtıcı, tanıtıcıdır. İnsanla kesiştiği her an başka bir tecrübe yazar kader.

Yolun kadim ve hünerli öğreticiliğinden pay alan, pay çıkaran olmamak ne elem; olmak ise ne saadet şimdi.

* * *

Künye: Yol; karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik; karada insanların ve hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer anlamlarına gelir (TDK Türkçe sözlük)