02 Kasım 2022

Yönetimde başarı

 Yönetimde başarılı olmak için yöneticilerin seçimle başa gelmeleri yetmez; aynı zamanda yaptıkları işlerin adalete, insan haklarına, sosyal adalete, eşitliğe, özgürlüğe, hukuka uygun olması da gerekir. İlk devlet başkanı olan Allah’ın Resulü (SAV) ve ondan sonraki İslam devlet başkanlarının ilk dördü, dönemin koşulları ve yöntemleri doğrultusunda, toplumun çoğunluğunca kabul edilmesi biçiminde (Biat) başa geçmişler ve yukarıda sayılan özelliklere uygun mutlu ve huzurlu bir yönetim ortaya koymuşlardır. Ancak bu parlak dönemden sonra Şam valisi Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye, bu kuralları hiçe sayarak önce kendisini, daha sonra ise oğlu Yezit’i diğer adıyla Yezit el Humuru (İçkici Yezit) halife olarak atadı. Böylece seçilmiş devlet başkanlığı yani halifelik, saltanata yani güç kullanarak başa gelme biçimine evrildi.

Müslümanlar, “.... ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin!..... (Nisa:59)ayetinde geçen “sizden olan yöneticiler” kavramının çerçevesini iyice düşünmeden yanlış yorumlayarak işin kolayına kaçtıkları için Muaviye ile oğlu Yezit’i “sizden olan yöneticiler” yani buyruklarına yüzde yüz uyulması gerekenler olarak kabul edip boyun eğdiler... Gece ve  gündüz sarhoş gezen, Hz. Hüseyin’in katili, Mekke ve Medine’yi yakıp yıkan, suçsuz, inanan kardeşlerimizi şehit eden bu adamın bizden olması mümkün müdür? Eğer Yezit bizdense; o zaman biz kimdeniz?

Bizden olmak demek: Şairin, ”Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,/Gelir adl-i ilahi sorar Ömer’den onu!” (Mehmet Akif Ersoy) biçiminde dile getirdiği gibi Hz. Ömer olmaktır.

Hz. Ömer (R.A), arkadaşı Hz. Sa’d ibni Ebi Vakkas’la (R.A) İran’a ticarete gittiklerinde eşyalarını bıraktıkları yerde bulamazlar. Hükümdar Nüşirevan-ı Adil oğlunun bu işi yaptığını öğrenir ve eşyalarını geri verir. Hz. Ömer (R.A) ve arkadaşı sabahleyin çıkışta bir insanın ikiye bölünmüş vücudunun her bir parçasının şehrin giriş kapısının iki yanına asılı olduğunu görürler. Bu parçalanmış vücudun Nuşirevan-ı Adil’in oğluna ait olduğunu ve babasının onu  cezalandırdığını öğrenirler. Mısır Valisi Hz. Sa’d ibni Ebi Vakkas (R.A), bir Yahudinin arsasında cami yapmak ister. Yahudi, bunu istemez. Karısı, ”Halife’ye git şikayet et!” der. Yahudi, önce önemsemez, ısrarlara dayanamayıp sonunda yorucu ve uzun bir yolculuktan sonra Medine’ye varır. Devlet başkanının nerede olduğunu sorar. Oradakiler: ”İşte şu ileride gördüğün devesini ilaçlayan kişidir.” derler. Yahudi, ümitsizce: ”Ben dememiş miydim ki gitmeyeyim, işte haklı olduğum ortaya çıktı. Devlet başkanı, son derce gösterişli, şa’şalı bir sarayda oturup etrafında vezirleri, hizmetçileri, yelpaze yapanları olmalıydı. Bu nasıl devlet başkanıdır ki kimsesi olmadığı için devesini kendisi ilaçlıyor!” der içinden. Sonunda çaresiz devlet başkanına derdini anlatır. Hz. Ömer (R.A) hemen yerden bir kemik parçası alır ve üzerine bir şeyler yazıp: ”Bunu götür, valiye ver, o sana yardımcı olur.” der. Yahudi, eve gelip kemiği bir yere atar ve valinin yanına gitmez. Karısı ona: ”Herif, sen bu kadar yol gittin, eziyet çektin, valinin yanına gitmek iki adımdır. Git de yapmazsa yapmasın; o zaman biz de başımızın çaresine bakarız.” der. Yahudi, karısının ısrarıyla valiye gider ve kemiği kemiği verir. Vali kemiğin üzerindeki yazıyı okur okumaz, oturduğu koltuktan ayağa kalkar ve tir tir titremeye başlar. Yüzü sapsarı kesilir, hemen görevlileri çağırtır ve: ”Derhal adamın arsasını geri verin, cami yapmaktan vaz geçtim!” der. Adam, öyle etkilenir ki: ”Ben arsamı almaktan vaz geçtim, arsam da bu adalete feda olsun, ben de Müslümanım bundan böyle. Acaba kemiğin üzerine ne yazmıştı Hz. Ömer? sorusunu sorduğunuzu buradan duyar gibiyim. Şunu yazmıştı: ”Biz Nuşirevan’dan daha adiliz!”  

Bunları anlatmamdaki amacım; üzeri kabuk bağlamış eski yaraları kaşıyıp yeniden kanatmak; böylece ortalığı karıştırmak değildir. Ancak M. Akif’in de uyardığı gibi ders alınması için anlatıyorum bunları elbette... Üstat, bizi şöyle uyarıyor:

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?

«Târîh»i «tekerrür» diye ta’rîf ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Çağımızda artık saltanattan söz etmek olası değil elbette; ancak yöneticilerin dikkat etmesi gereken şu ki seçilmelerine ve uzmanlara danışmalarına rağmen işin uzmanı olmayanları ya da kötü niyetli koyun postuna bürünmüş çıkarcı kurtları yetkilendirirlerse başarısız olurlar. Bu başarısızlıkların da faturası yöneticilere kesilir. Günümüz deyimiyle bürokratların beceriksizliği ya da çıkar düşkünlüğü yüzünden bütün bir yönetim başarısız kabul edilir.