Yorum
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
Her birimiz
iyi ya da kötü yaşanmış, az ya da çok hatırlanabilir çocukluklar geçirdik. O
zamanlar her eşyanın, insanın, yeryüzünde ne varsa her şeyin ebadı cüssemize
göreydi. Biz küçüktük, onlarsa büyük. Zaman içinde büyüdük, bu defa onlar
küçüldü.
Hakikati
böyle değil oysa. Bütün şeyler olduğundan büyük ya da küçük değil, hepsi kendisi
kadar. Cüssemiz ne kadarsa o kadar algılıyoruz. Her şey bizim ölçümüze nispet
ediyor.
Çocukluğumuz
hayatımızın merkez üssü gibi. Bir şekilde kayıt altına alınan durumlar ve
duygular, sonraki yıllarda, çoğu kere yaşandığı anlardan daha etkili biçimde
zihin ve duygu dünyamıza yön verebilecek keskinlikte oluyor. Olumlu olduğu
kadar olumsuz tarafları da var. Ve elbette insan zihni, bu olumsuzlukları da
aşabilecek güçte olduğunu çoğu kere o günlerle yüzleşerek anlıyor.
Kendindeki
aksamaları görerek düzene sokmaya çabalayan herkes bir şekilde çocukluğuna
yolculuk yapıyor. Bu da gelişim göstermek, tekâmül etmek demek.
Çocuklukta
yaşananlar belki dimağı yanıltabilirse de duygular yanılmıyor. Çocuk zihni her
şeyi dolaysız algılayan şeffaf bir kayıt odası.
İnsanın
duyuşsal sürece yani soyut verileri (duyguları) algılayabilir ve ifade edebilir
olduğu döneme adım atmasıyla yorumlama başlıyor. Duyarlılık ölçüsüne göre önce
kişi hayatında olup biten her şeyin kedince bir yansımasını zihnine kaydediyor.
Bu kayıt, çocukluktaki gibi doğrudan ve istem dışı değil, bir bakıma ayırt
edici, seçici bir süreç olarak işliyor.
Hayatla
arasında “kendisi”ni koyan insan için artık her yansıma bir şarta bağlı olarak yine
kendi kabulüne sunuluyor. Bir şeyi görmesi ve algılaması bile kendince makul
bir şarta bağlı.
Hayat boyu
ailede başlayan eğitimlerin ardından okulda ya da hayatın için bir şekilde
sosyalleşme ihtiyacı duyuyoruz. Dolayısıyla bize ulaşan veriler, hayat süremiz
boyunca devamlı artıyor. Bir şekilde algılamak, anlamlandırmak, ayıklamak ve
öyle depolamak istiyoruz. Bunu zaman zaman disipline ediyor, zaman zaman
başaramıyoruz. Bizi aşan, engeleyemediğimiz etkiler var. Bu tesir doğrudan bizi
bulmayı başarıyor. Yani bizi aşıyor.
Yine de
insan, etrafındaki verileri zihniyle yüzleştirme meselesinde kontrolü elden
bırakmak istemiyor. Bu dürtü hayatta kalma dürtüsü gibi. İrade, belli
şartlanmalara maruz kalmazsa kolay kolay kumanda edilemiyor.
İnsanlık,
tarihi boyunca bugünkü kadar veriyle muhatap olmadı, onları algılamaya ve
yorumlamaya bu denli zorlanmadı. Günün her anında “ne düşündüğünü” soran,
cevaplarla görüş dayatan sanal sahalarla olduğu kadar hiçbir dönem imtihan
olmadı.
İnsan sosyal
bir varlık ve insanın imtihan sahası da başkalarıyla iletişim kurabildiği her
yer. Ancak iletişim somuttan soyuta, sokaktan ve evden ekrana evrildikçe bu
sanallığın ve soyutluğun sınırlarının belirsizliği içinde gerçeklik algısını
yeniden, yeniden ve topluca sorguladığı ergenlik sürecini üstünden atamayan bir
insanlık çağında buluyoruz kendimizi. Bu veri kalabalığı, muhataplığı, iradi tepkileri
ve yorumları da karmakarışık bir hâle getiriyor.
Çocuklar
için bile doğrudan algılanabilir durumlar azaldı. Eğitimin mekânı değişiyor.
Bir metrekarelik dünyalara evrenler sığıyor. Bu soyutluğu anlamlandırmada
insanlık ne kadar başarılı? Bu sanallığı, soyutluğu gerçeklerden ayırt
edemediğini gösteren infiallerin yaşandığı şiddetin, suçun ve suç biçimlerinin
arttığı bir dünyada zihnî konfordan artık kim söz edebilir?
Nükleer
hiddetin ve şiddetin kıyısındaki insanın ferdî verimliğini, gelişimini ve iradi
iyiliğini gözden geçirmesinin tam sırası.
***
Künye: Yorum; bir olayı belli bir görüşe göre açıklama, değerlendirme, gizli veya hayalî olan bir şeyden anlam çıkarma anlamlarına gelir (TDK Türkçe Sözlük).