29 Haziran 2018

Yozlaşmayı yabancılaştırmak: Nietzsche Karamazov Hıncı

Cüneyt Arkın'ın Hınç filminde ilginç bir sahne vardır: Eski Polis Kemal ile Mafya lideri Hasan ile aralarında geçen konuşmada sana bağlı bu her şey sana bağlı diye başlar mafya Hasan. Biliyorum bir zamanlar hızlı bir polistin. Ateş gibi. Değdiğin yeri yakardın. Kötüleri bitireyim derken, kendin hayatını bitirdin. Ama karşılığında ne gördün? diye sorar. Kemal Ben halk için çalıştım diye cevap verince Ne oldu sonunda ne verdi sana halk, hep aldılar, senden aldılar hep, işini yarınlarını umudunu aldılar, doymadılar. Bu sana ders olmalı şeklinde karşılık verir. Bu sahne yozlaşmış bir çağın mafya suretinde canlandırılan engizisyoncusunun bir idealiste decadans cevabıdır. Düzene uymadın düzen seni kustu mesajı engizisyoncu zihniyetin zavallılığından başka bir şey değildir. Bilmez ki çınarlar ayakta ölürler. Filmin sonunda halkın nankör demiştin yanıldın halkım kendine yapılan iyiliği de kötülüğü de unutmaz diyerek öldürür Hasan'ı ve onun temsil ettiği zihniyeti. Hınç yozlaşmaya alternatif bir ıstırap ve irade ise putları kıran bir musahhihe dönüşür. Değilse kin, öç çürümedir. Bu sahneyi izlerken akla Dostoyevski ve Nietszche geliverdi.

Modern çağ var ettiği tanrı ile insanları inançtan daha önemlisi tevhidden kopardı. Nietzsche Tanrı öldü dediğinde herkes onu ateizmin havarisi diye düşündü. Belki de o tanrı yaratanlar böyle düşündürmek istedi. Cahiliye Araplarının acıkınca yedikleri putlarına benzer bir hal tekerrür ediyordu. Dostoyevski Karamazov Kardeşler romanında İvan Karamazov dilinden bu tanrıyı eleştirir. Nietzsche ile çağdaş olan Dostoyevski sanki onun söylemek istediklerini şerh eder ya da Nietzsche ona düşülmüş bir şerhdir.

Bu Tanrı'yı yaratanlar ne yaptılar. Öncelikle dini decadans kavramlarla sekülerleştirdiler. Hz. İsa'nın  çöl taşlarının ekmeğe dönüşmesi sınavını terse çevirerek dinin ruhu ekmekle değiştiren hokkabazlar hayatı yozlaştırdılar. “Şu çıplak, kızgın çöl taşlarını görüyor musun? Onları ekmek yap, insanlar minnetle, uysal bir sürü halinde hem peşinden koşacak, hem nimetlerini geri alırsın diye korkudan titreyeceklerdir. Ama Sen insanları özgürlükten yoksun etmek istemedin, bu teklifi geri çevirdin; ekmek pahasına satın alınan itaatin değersiz olduğunu düşündün. ‘Yalnız ekmekle yaşanmaz' diye karşılık verdin” şeklinde engizisyoncuyu konuşturan Dostoyevski Nietzsche'nin Zerdüştle varmak istediği yeri feth ediverir. Uysal bir sürü kılan Tanrı'nın ölümünü ilan etti Nietzsche. Daha doğrusu yanlış nedensellikle ego kavramına göre yozlaştıran düşünceydi ölen. Engizisyoncu'nun, Bu işi biz, Senin adını yalandan kullanarak yapacağız sözleri Hristiyanlığın sekülerleşmesinden doğan modern imgenin nasıl bir aldatmaca olduğunu ortaya koyar. Biz de Senin sözünle, Senin adına hüküm sürdüğümüzü söyleyeceğiz. Yani tekrar aldatacağız onları, çünkü Seni bir daha yanımıza yaklaştırmayacağız. Hayatın yozlaşıp değerlerin değersizleşmesi dediği mesele Karamazov İvan'ın yazdığı hikâyenin satırlarından Nietzsche'nin önüne dökülüverir. Sekülerleştirilen din akabinde köleleşen sürülerini var ediyordu.

Karamazov kardeşlerin üzerinden Dostoyevski ikinci yozlaşma alanı olarak mucizeci din anlayışına çekiç indirir. Mucizeci dinin nasıl hurafeci bir ortam var ettiği ve nasıl dinin hakikatle ilişkisini yok ettiğini gösterir. İşte bu dinin tanrısının ölümünü ilan eder Nietzsche. “Senin peşinden giden insanların Tanrıya bağlı oldukları için mucizeye ihtiyaçları kalmayacağını umdun. Ama insanın mucizeyi inkâr eder etmez peşinden Tanrıyı da inkar etmeye kalkacağını bilemedin; oysa bu böyledir, çünkü insan Tanrıdan mucize arar. Üstelik mucizesiz duramayacağı için bu sefer kendisi bir takım yeni mucizeler yaratmaya kalkar. Üfürükçüler, büyücüler, koca karılar önünde dize gelir… İnsanların imanını mucizeye bağlamak istemedin; özgür, açık bir inanç peşindeydin. Kuvvet korkusundan ezilmiş kölelerin yaltaklanıcı hayranlığını değil, özgür içten gelme sevgiyi bekliyordun Sen.”  İşte burada Tanrı'nın gerçeği ile müesses dinin mucizeci tavrın karşılaştırmasından çıkan sonuç hakikatin nasıl perdelendiği meselesinin aşikâr olmasıdır. İşte bu yozlaştıran, köleleştiren Tanrı imgesinin ölümüydü Nietzsche'nin ilan ettiği.

Engizisyoncu haince konuşur; Gökte alacakları ölümsüz ödüllerden söz açarak avutacağız onları. Dostoyevski, Nietzsche ile benzer bir dönemin insanı olarak modernitenin 20. asra giden son kavşağında yaşamış insanlık vicdanının sesleri olarak yaşanan modern şaşılığa işaret ederler. Modernizmin engizisyoncusunun geleneği seküler bir mucizeler hurafesi kılışı Karamazov Kardeşlerdeki Büyük Engizisyoncu bölümünde işlenir. Nietzsche'nin üst insanı taştan ekmek ve kuleden atlayarak ölmemeyi bekleyen üretilmiş değersizliğe alternatiftir. İşte güç istenci dediği de bu yozlaşmaya karşı özgür ve açık inancın var olması dileğidir.

Lafızların mefhumlardan koparılarak ikiyüzlü bir ego tahribatıyla sahte mefhumların sahih lafızların arkasına saklanmasına hayır diyen Nietzsche engizisyoncuların mefhum hokkabazlığına karşı bengi dönüş umuduyla nihayetinde üst insan dediği gerçeğin mefhumun geleceğini anlatır. Tanrıyı öldürmesi, nihilizmi inanca karşıtlık olmaktan öte iki yüzlülüğe bir karşı çıkıştır. Hakikatle aramıza giren her şeye çekiciyle saldırır, bunun yolu ise bunlar yadsımaktır. İvan Karamazov'un dilinden yazılan hikâyede konuşan adeta Nietzsche'dir. Yadsınan inanç değil yozlaşma, yobazlaşmadır. Gerçeğe düşen gölgeye ışık aramak, hurafeleşen hakikati bencilliklerden tasfiye etmek, sürüleşen insanları kendiyle yüzleştirmek, Tanrı örneğinde lafzı gerçek mefhumuna irca etmek gayreti, mucize ve minnete dayanmayan sahih inancı düşünmek…

Hayatı ve değerleri değersizleştiren bu çelişkiyi fark etmek ve hayır demek Dostoyevski'nin Nietzsche'nin Tanrıyı öldürmesine yakın zamanlardaki bu kurgusu zamanın ruhuna karşı ruhun zamana direnişi gibidir. Kapitalizmin şeytanı seküler tuzaklarla güç ve iktidarı mucize ve ekmek üzerinden insanlığa yasak elma olarak yedirerek onu kızıl elmasından mahrum bıraktı. Ebedi tekerrür bakışıyla Nietzsche'nin umut bakidir; üst-insan güç iradesiyle bu şeytanı alt edip özündeki sözle buluşacaktır. Babil Kulesinin yerini yeniden gerçeğin burçları alacaktır. Bir yozlaşma çağıdır bu.

İvan romanda sorar; Öcü ne yapayım ben, canavarlar cehenneme gidecekmiş; cehennem, yaptıkları kötülüğü, mahvettikleri hayatı geri getirebilir mi? Yaşayan modern tanrılara sorulan bir soru gibidir bu. Bosna, Karabağ, Irak, Filistin bir yanda taşların ekmek olmasını, kuleden atlayıp ölmemeyi bekleyen, avunan uysal sürü öte yanda. Çuvaldız neredeydi bu arada?