22 Nisan 2019

YSK’ya mı sormalı kamuoyuna mı?

Bir havuzdaki suyun temiz mi yoksa kirli mi olduğunu nasıl anlarız? Elbette havuzdan alınan numuneleri tahlil tüplerine koyar, analiz ettiririz. Peki analiz neticesinde suyun ağır ölçüde enfekte olduğu tespit edildiği hâlde, “bizce bu sonuç tüplere konulan numuneyi bağlar, havuzun geriye kalan suyu içilebilir” diyen birileri hakkında ne düşünürsünüz? İstanbul'da tüm oyların sayılmasını reddeden YSK işte bize tam olarak bunu söylemiş oldu. Ak Parti'nin, seçim sonuçlarını değiştirmeye yönelik örgütlü bir müdahale tertiplendiği bilgisini ispatlamak üzere gelişi güzel gösterdiği numune sandıklardan bu veriyi doğrulayan deliller fışkırdı. Sandıkların sadece %10'u tekrar sayıldığında Ak Parti'den çalınmış on yedi bin oy tespit edildi. Bu sayı arada var olduğu söylenen otuz bin adet oy farkının, pusulaların sâdece %10'u kontrol edildiğinde bile on üç bine indiğinin ispatlanması, tespit edilmesi demekti. Matematiksel olarak gayet basit bir içler dışlar çarpımı var ortada; %10'u 17.000 olan sayının %100'ü kaçtır? YSK hem sorudan hem cevaptan kaçtı? Kendi kaçmakla kalmadı hem soruyu hem de cevabını kamu oyundan kaçırdı. Sandık havuzundan aldığımız numunelerden iltihap akıyor ama seçimin geriye kalanını temiz kabul ediyorum, “içilebilir” dedi.

Bu gerçekten anlaşılabilir bir durum değil! Üstelik tekrar sayıldığı söylenen %10'un içerisinde tuhaf bir oldu bitti ile başında Ak Parti ve MHP müşahitleri olmadan açılan ve buna rağmen sayılmış kabul edilen dört yüz sandık da var! Eğer sandık başına üç yüz oy düşüyorsa, toplamda yüz yirmi bin oy... Bütün bu tespitler ortadayken sokaktaki insanlara siz İstanbul seçimlerinde hile yapıldığına inanıyor musunuz diye sormak gerçeğin netliğini karartmaya yönelik bir operasyondur. Çünkü vâkıalar inancın konusu değildir. 31 Mart'ta yerel seçimlerin yapıldığına, Binali Yıldırım'ın ya da Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul belediye başkanı adayı olduğuna inanıyor musunuz diye sormak kadar abestir böyle cümleler kurmak ve yazmak. Sayılar ve tespitler ortada efendiler...

Belirlenmiş yasal görevlendirme listelerinde olmadığı hâlde seçim sandıklarının başına musallat edilmiş ilgisiz ve karanlık binlerce ismi, tahrif edilen seçmen kayıtlarını, imzasız, mühürsüz ve değiştirilmiş sonuç tutanaklarını, sürekli bir partinin aleyhine bir partinin ise lehine gerçekleşmiş kaydırmaları, oy kullandırılmış kısıtlıları hiç gündeme bile almadan söylüyorum bunları. Sadece, öyle ya da böyle tekrar kontrol edildiği kabul edilmiş %10'luk oy pusulası üzerinden tespit edilen, çalındığı muhkem ve sabit olan on yedi bin oya bakarak söylüyorum. Ama yine yukarıda sayılan, tespit edilen bulgulara istinâden şunu da sorayım hem YSK'ya hem de kamu oyuna;  31 Mart 2019 İstanbul yerel seçimlerinde yapılabileceği hâlde yapılmamış başka bir usulsüzlük, tahrifat ve kanunsuzluk biliyor musunuz? Sizin arşivlerinizde ya da literatür de meselâ şu yapılmamış diyeceğiniz başka bir usulsüzlük, tahrifat ya da kanunsuzluk var mı? Gerçekten merak ediyorum.

Kılıçdaroğlu ve yumruk

Kemal Kılıçdaroğlu dün Ankara Çubuk'ta katıldığı şehit cenazesinde sert şekilde protesto edildi ve bu sırada şehidin köylüsü ve yakını olan bir ihtiyarın attığı yumruk yüzüne isabet etti. Tatsız ve üzücü bir durum elbette. Ama benim amalarım var!

Her şeyden önce Kemal Kılıçdaroğlu'nun, fidan gibi şehitlerimizin şehadetini, onların yiğitliğini, onların katillerinin mel'unluğunu bırakıp bana atılan bir yumruğu konuşmaktan men ederim herkesi demesini beklerdim. Mağduriyet, haksızlık, yiğitlik, kahramanlık kavramlarının bu hadisede bu kadar yer değiştirmesine seyirci kalamam demesi gerekirdi meselâ... Yirmisinde can vermiş kahramanların naaşları ortada dururken yumruktan mağduriyet ve kahramanlık hikâyesi apartmaya çalışmayı utanç verici bulurdum. Kaldı ki enerji bakanı Taner Yıldız cenazede yumruklanarak burnu kırıldığında CHP Milletvekili Umut Oran saldırganı alnından öpmüş ve parti olarak da demokratik tepkidir filan demişlerdi. Bakın bu hadisede ne demokratik tepki diyen var ne de ihtiyar köylüyü alnından öpen.

Yine de – harflerin dizilimine hiç takılmadan -  YPG'yi bir terör örgütü olarak görmediğini söyledikten sonra aynı yapı tarafından şehit edilmiş askerlerimizin cenazesine gitmek kendisine göre de çok provokatif bir eylem değil mi? Üstelik bunu 25 Ağustos 2016'da Artvin'de içinde  bulunduğu konvoya düzenlenen PKK saldırısına benzetti.  Yine böyle PKK ve HDP ile eş güdümlü hareket etmekle suçlandıkları ve kamuoyunda ciddi şekilde bir infialin oluştuğu dönemdi. Konvoyu saldırıya uğradı ve koruma görevi yapan bir askerimiz şehit edildi. O saldırıyı hatırlatmakla Kemal Kılıçdaroğlu hayırlı bir iş yaptı. Hiç unutmayanlar vardı zâten.