VF kat sol
VF kat sağ


​Zan

-Ruznâme; Kelime Günlüğü’nden-

 

Bilginin idrak edilerek yerleştiğini büyükler söylemiş. Yine de yüzünden okumanın insanı -tam idrak yaşanmasa da- olgunlaştırdığına, işe yarar bir zamanda işlev kazanan ara hafızayı doldurduğuna da işaret edilir. İnsan zihni işlev noktasında “kullanıcısını” da hâlen şaşırtıyor ne de olsa.

İnternet, hepimizi bilgiyi sorgulatır hâle getirdi. Yorumun bilgiden daha çok hürmet gördüğü bu âlemde, zaman ve deliller bütün yorumları haklı çıkarmayınca “bilgi ortamlarına” yönelik güven yitimi yaşanır oldu. Elbette bu da bir kaos sebebi. Bunca gürültü arasında sahih sesleri algılama konusunda yetersiz kalıyor insan. Elbette eninde sonunda hakikat kendini belli eder, zaten bu hakikatin fıtratında var. Ancak suizan sebebiyle hakikate geç kalmışlık da bir insanlık gafleti.

“Zan” fikrin de zikrin de belkemiği. Şimdilerde bu durum “algı” olarak tarif edilse de işin özünde zan bulunuyor. Çünkü çoğu kere zannımız ölçüsünce düşünür, söyler ve dinleriz. En güzel sözü sarf eden zannımızca olumsuz bir temsil olduğunda bünyemizde olumlu bir karşılık bulmaz.

Zannın hem olumlu hem de olumsuz tarifi vardır. İlki mesnetsiz bilgi veya kanaat. Diğeri ise üzerine düşünülerek elde edilen kesin bilgi. Zan, dinimizce de “esas” olanın karşısında görülen vehim olarak manalandırıldığı gibi bilgi ve bilme manalarını da karşılamış.  Bu iki farklı ilmî tarife rağmen genel kullanımı “sanmak” üzerinden. Yani kişiye göre beliren yansımaların bir yorumu. Kesinlik ve eminlik içermeyeni tarif ederken kullanılan bir kelime.

İnanan için hayat karşıtlıklar bütünü. Haram-helal, güzel-çirkin, iyi-kötü gibi. Bunlar arasından hep iyi, güzel ve helal olanı seçmek durumunda. Bütün hayatın mayası da bu zaten. Maya iyi, güzel ve helal olduğunda iş, oluş ve düşünüş de o minvalde oluyor. Yani bir şekilde yediğimiz, giydiğimiz, söylediğimiz ne ise ona dönüşüyoruz. İfayı yeşerten nüve ne ise o oluyoruz.

Hayat bir hiç durmadan devam eden neşvünema meselesi. Bunun sağlanması ise mayanın niteliğine bağlı. İnsanın kendi hayatı değişimin ve dönüşümün en kıdemli aynası olduğuna göre, maya değişti mi işlerin değişeceği de muhakkaktır. O çizgiyi fıtrata uyak konumlamak insanın büyük imtihanı.

Zan da bütün bu devinim içinde kendine bir biçim seçiyor. Neşvünema bir güzellik. Bu sağlanmışsa da zan da güzelleşiyor. Aksi hâlde bozuluyor, kötüleşiyor.

Biraz gürültüye kulak kabartınca duyduğumuz bet seslerin temelin de bu var. “Güzel bakan güzel görür” Hz. Mevlâna’nın bu konudaki en meşhur sözüdür. Yüzlerce metaforla bu konuyu defalarca anlatmış, kâh bunu ayna ile izah etmiş kâh insanı insana aynalamıştır. Bir biçimde zannın niteliğinin vazifeyi tamlayan ve tamamlayan bir unsur olduğunu izah etmiştir.

Sui zan, batmayan gemiyi batırır, zalimi mazlum mazlumu zalim eyleyebilir. Doğru bilgiye kavuşmadan öne sürülen tahminleri bilgi gibi aktarmanın vebalini bir düşünelim. Beyandan gayrısına meyletmek bir zamane hastalığı. En zor olan da kabin içindekini bilmek…

“Sû-i zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır.” / “Hüsn-ü zannın fevkinde bir ibadetle, Cenâb-ı Allah’a ibadet olunmamıştır” (Münâvî) diye buyurmuş Peygamber Efendimiz (sav). Zanla harman edilmiş gürültüler ve puslu resimler bilerek veya bilmeden yalana düşmekten, nasihatten pay alamamaktan doğan manzaralar. Hüsn-i zan ise kutlu müjdenin davetçisi. “Kuru” gürültüde hatırı giderek azalsa da…

Ama Yaradan bazen güzel kullarını ve hayırlı işleri sui zanlarla imtihan eder ve sonrasında muhatabına gülistan bahşeder. Bu da hikmet dairesinde bulunan, an içinde niyesine niçinine cevap bulunmayan sırlı bir meseledir zaten.

* * * * *

Künye: Zan; gerçeğini bilmeden ihtimal üzerine hüküm verme, bu yolda verilen hüküm, sanı; şüphe, kuruntu, işkil anlamlarına gelir (Kubbealtı Lügatı).