02 Eylül 2016

15 Temmuz önce devlete milat olmalı…

Çok eskileri bir kenara bırakalım.  Çok partili hayata geçtiğimiz günden bu yana Batı'lı hiçbir gelişmiş ülkenin bırakın yaşamasını hayal bile edemeyeceği siyasi emelleri aşikâr yığınla kirli ve şaibeli olay gördü bu ülke.

Hangisini sayalım?

Darbeleri mi, suikastları mı, faili meçhulleri mi, şantajları mı, yakıp yıkılan köyleri mi, şüpheli ölümleri mi, bombalanan dağları, evleri, çocukları mı, provokasyonları mı, kültürel varlıklarıyla birlikte harabeye dönen kadim şehirleri mi?

Onlarca siyasetçi, akademisyen, yazar, bilim adamı kirli cinayetlerin kurbanı oldu.

Çorum, Maraş, 1 Mayıs, Sivas, Başbağlar, Hayata Dönüş, Gazi Mahallesi, Gezi, 6-8 Ekim gibi kırım senaryolarında yüzlerce insan katledildi.

Taşdelen, Pınarcık, Güçlükonak, Bilgeköyü, Uludere katliamlarında acımasızca insanlar öldürüldü.

Sadece son 14 ay içerisinde, her vicdanlı yürekte acıyı, tedirginliği ve öfkeyi tetikleyen 25 canlı bomba ve bombalı araç saldırısı yaşandı.

Suruç'ta patlayan bombayı Sultanbeyli, Ankara 10 Ekim, Sabiha Gökçen, Sultanahmet bombalı saldırıları takip etti.

17 Şubat ve 13 Mart Ankara, İstiklal Caddesi, Bursa, Gaziantep, Diyarbakır, Sancaktepe, Dürümlü'de aynı maksatlı bombalar patladı.

Sadece Ağustos ayında Sur'da, Kızıltepe'de, Diyarbakır'da, Van'da, Elazığ'da, Bitklis'te, Gaziantep'de ve Cizre'de patlatılan bombalarda çok can gitti.

Anlayacağımız her biri kendisini ‘karanlık yıllar' olarak tanımlatan zaman dilimlerinden geçilmiyor tarihimiz.

Son 60 küsur yıllık zaman içinde hangi tarif bir ‘milat' niteliği taşır?

27 Mayıs 1960 mı?

12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 15 Ağustos 1984, 21 Mart 1992, 28 Şubat 1997, 14 Ağustos 2001, 17-25 Aralık 2013 veya 15 Temmuz 2016 mı?

Başlangıç tarihini daha gerilere de götürseniz, bu zaman dilimleri içinde yaşanan lânet olaylardan bir başka biriyle de başlatsanız sonuç değişmeyecek; Batı'nın bir tekini dahi epey zamandır deneylemediği bir yığın travmatik zamanı yaşadığımızla kaldık.

***

Kuşku yok ki en son yaşadığımız 15 Temmuz'u, kirli, şüpheli, şaibeli olaylara kapılar açan bütün bu zamanlardan ayrı bir yere koymak gerekiyor.

Bunun sebebi dillere sakız edilen ‘15 Temmuz, ülke tarihinin en trajik, en vahim, en alçak saldırısıdır' sözleri değil ama.

Bence 15 Temmuz'u diğerlerinden farklı kılan en önemli nokta, hangi siyasi görüşten, dinden, mezhepten, etnisiteden olursa olsun halkın büyük bir çoğunlukla, ilk kez devletin toz kondurulmayan memurlarının da vahim yanlışlıklar yapabileceğine şahit olmasıdır.

Evet, hem devlet hem de herkes için milat olması gereken asıl gerçek budur.

Yıllardır bu ülkede memur (devlet) adına körü körüne yapılan savunmaların da, aşırı alınganlıklarla tekrarlanan ezberlerin de altüst olduğu tarihtir 15 Temmuz.

Bir ülkede onca zamandır doğru bilinenlerin sapına kadar yanlış; yalan, karalama, dedikodu, gammazlık diye göz ardı edilen, hasıraltına itilen iyi niyetli ve haklı şikâyetlerin ise doğru olabileceğini bu kadar geniş bir kesime ilk kez 15 Temmuz göstermiştir çünkü.

Elbet de yaşanan trajedileri, acıları, kederleri suiistimal etmek isteyen, şikâyetleri başka hesaplar derdine devlet aleyhine kullananlar da olmuştur, olacaktır.

Fakat devletin anlı şanlı generallerinin, valilerinin, kaymakamlarının, hâkimlerinin, savcılarının, emniyet müdürlerinin, belediye başkanlarının, rektör ve dekanlarının, başhekimlerinin de verilen görevleri türlü maksatla suiistimal edebilecekleri bütün çıplaklığıyla 15 Temmuz'da döküldüyse devletin de kendini bir silkelemesi gerekiyor artık.

Çünkü insanlar Bağlarbaşı'nda katledilen köylülerden Sivas'ta yakılan canlara, Uludere'de katledilen köylülerden Elazığ Emniyeti önünde patlayan tonlarca bombaya kadar her alçak kurguda, devletin art niyetli yüksek bürokratlarının olabileceğini biliyor artık.

Siyasi suikastlardan Gezi'deki çadırların yakılmasına, Gazi'deki sokak gösterilerinde öldürülenlerden şehirleri teröristlerden kurtarıyoruz diye harabeye çevirmelere kadar her yerde devletin türlü şekilde kutsadığı kurumların parmağının olabileceğini de.

O halde eğer 15 Temmuz FETÖ veya bir başka cehennemi bağın müritliğini halkın ve devletin daha müreffeh olması için çabalayan memurluğa tercih eden alçaklar sürüsünün pekâlâ olabileceğini gösterdiyse…

Devletin memurlarının yaşanan karanlık, kirli, şaibeli ölümlere, katliamlara, kalkışmalara yetki ve mevkisinin gücüne sığınıp yardım ve yataklık edebildiğini gösterdiyse, devletin bunlardan olumlu dersler çıkarıp, kendini yeniden kurgulamasında kullanması gerekir.

Her olayda bilip bilmeden memurundan yana tavır alan, onlara toz kondurmayan, memurları için burnundan kıl aldırmayan, kurumlarını türlü şekilde kutsayan ve bu yüzden istemeden de olsa FETÖ türü örgütlerin palazlanmasını da sağlayan ‘klasik savunmacı devlet' görüntüsünden vazgeçilmelidir.

‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın' desturuna inanmış bir devletin, suça karışmış memurlarının soruşturmalarının savsaklanmasına, suçluların kamu vicdanını yaralarcasına cezalandırılmasına seyirci kalmalardan da.

Kendisinin ve halkının güvenliği için her memuruna verdiği görevi, hukuk devletine yaraşır kurallar çerçevesinde takip eden, olayların hiçbir suiistimalle maruz kalmamasına çabalayan bir devlete dönüşmek, tüm acılarına karşın yaşadığımız onca şerrin herkes adına en hayırlı hayrı olacaktır.