Alp Tegin-Sebük Tegin/Gazneliler yahut Biz(im) Türklerin İslamlaşması
Türklerin İslam’ı kabulü konusunda Alp Tegin ve Sebük Tegin yani Gazneliler’in ilk zamanlarının, aydınlatıcı fikirlere yol açabilir. Türklerin İslam’a girişlerine dair yazımızda gösterdiğimiz üzere bu iki önemli şahsın serencamı esaretten devlete giden yolda yaşadıkları, hususen gulam oluşları ve sonrası Türklerin İslam toplumunda yer almasına dair önemli bilgileri aşikar ediyordu. Bu bilgilerimizi genişletme sadedinde Nizamülmülk’ün Siyasetname’de Samanîler’in gulamlarını yetiştirmesine dair aktardığı değerli bilgiler vesilesi ile gulam olduktan sonrası hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Onun verdiği malumatı muhteva değerli kılan diğer bir yan ise Nizamülmülk’ün gulamların eğitimine dair nazari olarak verdiği malumatı Alp Tegin ve Sebük Tegin üzerinden örneklendirmesidir. Bu bakımdan Alp Tegin ve Sebük Tegin’in Pendnamesinde anlattığı hususları Nizamülmülk’ün Samanîler ve gulamlarına dair anlattığı bilgilerle birleştirdiğimizde resmi biraz daha net görmeye başlıyoruz. Türkler adeta İslam’a giriş ve bu toplumda gulam sıfatı ile yer alışları esnasında devlet kurmaya ehil olacakları bir eğitim içerisinden geçmişlerdi.
Nizamülmülk
Sebük Tegin’in Buhara pazarında Alp Tegin tarafından satın aldıktan sonra
yaşadıklarını aydınlatıcı mahiyette bilgiler vermektedir. Bir gulam satın
alındıktan sonra neler yaşardı? “İmdi,
Sâmânîyân zamanında gulamlarla ilgili olarak uygulanmakta olan güzel bir âdet
var idi. Gulamın bulunduğu hizmetin ölçüsü, kabiliyet ve liyakati nispetince
tedricen payesi yüksekilmekteydi. Örneğin bir gulam satın aldıklarında, bir yıl
boyunca zendenicî kaftan ve yeğni bir çizmeyle kuşanıp piyade olarak rikâb için
istihdam edilirdi. Bu süre zarfında bu gulamın gizliden yahut açıktan at
binmesine müsaade edilmez; şayet bindiği ortaya çıkarsa cezalandırılırdı.
Çizmeyle bulunduğu bir yıllık hizmet süresi dolunca otağbaşı hacibe, hacib de
durumu padişahın bilgisine arz ederdi. Ardından altına işlenmemiş deriden bir
eyer vurulmuş, sade deriden yularlı bir Türk tayı verilirdi. At ve kamçıyla
yerine getirdiği bir yıllık hizmet süresi dolunca ikinci sene ona beline
kuşanması için kalaçûr adı verilen kılıç; üçüncü sene huzurda kuşanmak üzere
sadak ve kırban; dördüncü senesinde daha has bir eyer, yıldızlı bir gem, bir
kaftan, halkalı bir çomak; beşinci senesinde kendisine belinde asık bir kadeh
ile şakilik ve âbdârlık buyrulur; altıncı sene camedârlık vazifesini üstlenir;
yedinci sene tek kişilik çadır buyrularak siyah ipliklerle örülmüş keçe bir
külah başında. Gence işi bir kaftan sırtında, visakbaşı unvanıyla bir tepeli ve
16 kazıkla kurulan çadırdan sorumlu tutulup emrine yeni satın alınmış üç gulam
verilirdi. İşte böyle her sene makam ve mevkii, emrindekilerin sayısı ve
derecesi hayl-başı olana dek yükseltilirdi. Liyakat, maharet ve cesareti,
önemli meselelerin üstesinden gelişi, hamiyeti ve hünkâra bağlılığı herkesçe
tasdik olunsa bile otuz, otuz beş, kırklarına varmadıkça kendisine vilayet
idaresi yahut başka devlet işi verilmezdi. (Nizamülmülk, Siyasetname, Çev.
Mehmeht Taha Ayar, İş Bankası Yay., s.151)” Burada görüleceği üzere 7 senelik bir aşama
ile gulam kırklı yaşlarına kadar devlet hizmetinde çalışıyor ve tecrübe
kazanıyordu. Kabiliyet ve liyakatin burada
merkezde olması ve vurgulanması dikkat çekicidir. Türk devletinin merkezi
kavramlarından olan bu husus gulam eğitiminde de öne çıkıyordu. Ve burada
tedrici yani tecrübe ile orantılı yükseliş ve bu yükselmenin de kabiliyet ve
liyakat ölçeğinde olması sistemi anlamak bakımından önemlidir. İşte Alp Tegin,
Sebük Tegin, Ahmet b. Tolun’un babası Tolun, ve Muhammed b. Toğaç’ın dedesi
Cuff kuvvetle muhtemel hep bu ve benzeri bir yoldan İslam toplumu ve devleti
içinde yer alan Türklerdi. Gulamlara karşı o devrin telakkisini anlamak
bakımından “Nice bir zahmetle
yetiştirilmiş, büyütülmüş köle artık hane halkından sayılarak gözetip
kollanmalıdır. Nitekim âlimler bu hususta şöyle demişlerdir; “ Liyakatli ve
tecrübeli bir köle bin evlattan evladır.” Tek itaatkâr köle bin evlattan evla
ve makbul Evlat, baba ölsün isterken bin yaşasın der kul Dolayısıyla itaatkâr
bir köle 300 öz evlattan makbuldür; zira evlat babanın ölmesini arzu ederken
köle efendisinin ikbalini ister. (Nizamülmülk, Siyasetname, s. 167).”,
tespitleri önemlidir. Eski zamanlarda gulamlardan Osmanlı devşirmelerine kadar
devletin merkezi nizamının esasında yer alan bu memluk, gulam, devşirme
adlarını alan unsurlar önemli roller oynamışlardır. İbn Haldun Mukaddimesinde
akrabalarla(kan asabiyesi) kurulan devletin
zamanla dönüşerek akrabaların yerini gulamların/memluklerin aldığı ve nihai
aşamada merkezileşen hanedanın akrabaları uzaklaştırarak bu unsurlara dayalı
olarak devletin nasıl teşekkül ettirdiğine dair mekanizmayı anlatışı da
hatırlanırsa Türk-İslam devletlerindeki mantığın kendi milliyetine karşı bir
uzaklaşma değil kendi mantığında bir devletin oluşma işleyişinin söz konusu
olduğu da görülecektir.
Nizamülmülk
bu tespitlerden sonra Alp Tegin ve Sebük Tegin ile alakalı bilgiler vererek
onların pazardan sonra yukarıda bahsedilen kariyer süreci sonrası devlet içinde
geldikleri yeri anlatmaya devam eder: “Sâmânîlerin
bir kölesi olup onların terbiyesinden geçmiş olan Alp Tegin, henüz 35’inde
Horasan sipâhsâlârlığına nail oldu. Sâmânîlerin bütün hasletlerini kendinde
taşıyan Alp Tegin sözünün eri, son derece vefadâr, âlim ve basiretli, halkla
iyi geçinen, idaresindekilere müşfik, ihsan sahibi, misafirperver, yüreğinde
Allah korkusu olan birisi idi. Yıllarca Horâsân ve Irak vilayetlerinde hükmeden
Alp Tegin’in himayesinde gulam olarak görevlendirilmiş 1.700 Türk kölesi var
idi. Günlerden bir gün Sultan Mahmud’un babası, Sebük Tegin’in de arasında
bulunduğu Türk soyundan 30 gulam satın aldı. –İşte burada Sebük Tegin Pendnamesinde
anlatılan Buhara pazarındaki satın alınmadan sonraki hikaye başlıyor- Sebüktigin’in
ikbal ve talihinin yaver gitmesinin yegâne sebeplerinden birisi işte bu Alp Tegin’in
onu satın almasıdır. Alptigin’e “ visakbaşılık yapan falanca gulamın öldüğü”nün
haberi verildiği vakit, Sebük Tegin’in satın alındığının henüz üçüncü günü idi,
işte o, Alptigin’in huzurundaki bu 30 gulam arasında kendisi de bulunuyordu.
Alp Tegin’e ölen gulamın visâkının, teçhizatının, hayl ve rütbesinin hangi gulama
teslim etmelerini emretmesi talep edilince onun gözü Sebük Tegin’e ilişerek, “
Şu gulamcağıza bağışladım.” sözünü söylemiş bulundu. Hacip: “ Efendimiz, bu
gulamcağızı alalı daha üç gün olmadı; bu mertebeye erişmesi için 7 yıl hizmet
etmesi gerekmez mi, kendisine bu durumda bunların sunulması münasip düşer mi?”
dedi. Alp Tegin: “Söz ağzımdan çıkmış ve bu gulamcağız onu işitmiş ve itibar
etmiştir. İhsanım ihsandır. Bundan özge işlerde gelenek her ne idiyse
sürdürülsün.” dedi. Sonrasında ona ancak 7 yıl hizmet neticesinde hâsıl
olabilecek o visak takdim edildi. Alp Tegin kendi kendine; “Ancak yedi yıllık
hizmelin getirisi olacak bir rütbenin çiçeği henüz burnunda, toy bir gulamcağıza
nasip olmasının hikmeti ne ola? Belki de kişizade ve istikbal vaat eden, ikbal
basamaklarını tırmanacak birisidir.” diye düşündükten sonra onu imtihan etmeye
koyuldu. Her babtan mevzu bahse konu edip ona: “ Söz konusu ettiğim şeye
mukabelede bulun.” derdi. Sebük Tegin her şeyi hatasız bir şekilde tastamam
beyan ederdi. Ardından Alp Tegin ona, “Var cevâbı getir.” der; Sebük Tegin de
cevabı, götürdüğünden daha yaraşır bir şekilde geri getirirdi. Sınamaları
neticesinde onu günbegün daha mükemmel bulan Alpt Tegin’in gönlünde Sebük Tegin’e
karşı bir muhabbet oluşunca, ona âbdârlık takdim ederek huzurunda hizmet
fırsatı verip 10 yeni gulamı hayline kattı. Sebük Tegin’in günden güne terfi
etmesini sağlıyordu. Sebük Tegin 18’ine basınca haylindeki gulamların sayısı
200’e ulaştı. Oturup kalkması, söyleşmesi, kâse ve sofra adabı, av ve şarap
meclisi, ok atışı ve gûy vuruşu, halkı ve hayli idare edişi hep Alp Tegin’e
benziyordu. Haylindekilerle kardeşler gibi geçinip giderdi. Elinde bir elma
olsa onu on kişiyle birlikte yemeyi arzu ederdi. Huyunun hoşluğu ve ahlakının
paklığından ötürü herkesin sevgisini kazanmıştı. (Nizamülmülk, Siyasetname,
Çev. Mehmet Taha Ayar, İş Bankası Yay., s. 151-153)” Burada bu uzunca anlatıda görüleceği
üzere, önemine binaen kitabın genelinde gözden kaçma ihtimaline binaen burada
ayrıca tefrika etmeyi istedik, gelenek devam ederken Sebük Tegin talihin yaver
gitmesi, kabiliyet ve liyakati ile Alp Tegin’in gölgesinde yetişerek bir büyük
devlet kuracak hükümdar haline
gelmiştir. Liyakat, maharet ve cesareti,
önemli meselelerin üstesinden gelişi, hamiyeti ve hünkâra bağlılığı ve oturup kalkması, söyleşmesi, kâse ve sofra
adabı, av ve şarap meclisi, ok atışı ve gûy vuruşu, halkı ve hayli idare edişi gibi
özelliklerin gulam hayatında ve İslamiyet’e bu yolla intikal eden Türkler için
önemi ve onların liyakat merkezinde bir Müslümanlık ile bu toplumda yer
bulmalarını tespit çok önemlidir. Onlar vasıfsız birer tarla hizmetçisi yahut
kılıç zoruyla itilip kakılan kişiler olmadıklarından ve bunun çok ötesinde
girdikleri yeni dinin kendi muhtevası ve gulam sisteminin kişiyi geliştiren
sürecinde yetişerek hayatlarını sürdürdükleri bağlamda İlk Müslüman Türk
devletleri çok güçlü yapılar kurulabilmişti. Türkler ve İslamiyet konusuna bu
manada baktığımızda bazı hususların yerine oturduğu; bazı Türklerin pazardan saltanata giden
yoldaki hayatlarının nasıl geliştiği ve kabiliyet-liyakat merkezinde sistemin
nasıl işlediği görülecektir. Abbasi merkezindeki Samerra devrindeki gelişimi de
bu siyakta okumak mümkündür. Selçuklu devlet nizamı da bu yolda gulamlarını
işte bu temel üzerinden yetiştirerek büyük bir cihan devleti olacaktır. Hülasa
Türkler milli kabiliyetleri ve yeni dinin kendi gelenekleri içerisinde
şekillenen bir şahsiyetle Müslüman Türkler oldular. İşte Abbasiler döneminde
muhtelif şekillerde gerçekleştiğini gördüğümüz İslamiyet’i kabul ve bu toplum
için yer alışına Alp Tegin ve Sebük Tegin’in hikâyesi üzerinden görünenler
böyledir.
Bu
yolla yetişen bu gulamların idare tarzında kutlu bir hal var idi. Zaten kut
haslet olan ve bilgelik olan yere gelmiyor muydu? Alp Tegin’in hayatına dair
aktarılan şu malumatı da hamaset değirmenlerine su taşımadan, akıl ve gönül ile
okumak Türkler, İslamiyet ve devlet konusunu çok iyi bir yerde anlamak
bakımından değerlidir: “Bir gün Alp Tegin’in
gözü atının terkisine bir tavuk ve bir torba saman bağlamış, yoldan geçmekte
olan kendisine ait bir gulama ilişti. Gulamın yanına getirilmesini emretti.
Gulamı huzuruna getirdiklerinde; “Bu bir torba samanla şu tavuğu nereden
buldun?” dedi. Gulam: “Bir köylüden aldım.” dedi. Alp Tegin: “Her ay yirmisi
camegi ve 30 dinar ekmek için olmak üzere 50 dinar aldığın halde satın aldığın
şeylerin bedelini niye ödemiyorsun?” diyerek diğer askerlere ibreti âlem olsun
ve kimse zorbalık yapamasın diye derhal cellât çağırtıp bu gulamın elindeki
torbasıyla oracıkta idam edilmesini, boynuna da el koyduğu tavuğun asılmasını
ve dellalın da her kim benzer bir şeye tevessül ederse onunla aynı kaderi
paylaşacağını duyurmasını emretti. Bu vakadan sonra cümle askerlerin gözü
korktu ve böylece riayetin emniyeti sağlanmış oldu. Her gün köyden ve civar
bölgelerden ordugâha nice erzak yağmaya başladı. Alp Tegin şehir ahalisinin
kılma zarar gelmesine müsaade etmiyordu. Gazne halkı Alp Tegin’ın sağladığı
asayiş ve adaleti görünce, “İster Türk olsun ister Tacik, bize malımızı
canımızı, çoluk çocuk ve kadınlarımızı işte böyle kollayacak adalet ve insaf
sahibi bir padişah gerektir.” deyip şehrin kapısını açarak Alp Tegin’in
huzuruna geldiler. Bu olay üzerine bir kaleye kaçmak zorunda kalan Levîk 20
günün sonunda kaleden çıkarak Alp Tegin’in yanma vararak affmı dileyince Alp Tegin
ona hilat vererek Gazne’yi kendine yurt belleyip kimseyi incitmedi. Ardından
Hindistan’a taarruza geçti. (Nizamülmülk, Siyasetname, s. 161-162).
Kalelerin kapıları Türklere hep asayiş ve adaletin teminatı olmaları sayesinde açılmıştı.
Bu, bir bilgelik ve töre hasleti olarak kutlu bir şey idi. Hülasa bu meseleleri
övgü ve sövgü cehaletinden uzak ciddi bir düşünce temelinde ele almak
zorunludur. Burada gulamlara dair her ayın yirmisinde camegi yani maaş ve ekmek
için 30 dinar toplam 50 dinar aldıklarını da öğreniyoruz. Cemagiyye kelimesi
buradan ta Memlûk Devletinde askerlere verilen maaşın adı olarak Mısır’da
yazılan Arapça kaynaklarda dahi yer alarak geleneğin ve Selçuklu nizamının
nasıl süreklilik arz ettiği de burada görülecektir. Türkler İslam sonrasında
bilgelik ve töre merkezindeki şahsiyetlerini devam ettirdiler: Köylünün malını
kendi gücünden/adamından daha çok önemseyen, riayete emniyet vaad eden,
ahalinin kılına zarar verdirmeyen, malı, canı, kadın ve çocukları koruyan,
asayiş ve adalet teminatı olan nizam Türkistanlıların nizamıdır. Benden olan
gulam değil bir tavuk bile olsa adaletin gereği zorbalığa karşı gereğini yapan
bu nizam aleme düzen vaat etme kabiliyetine sahiptir. Hindistan’a da İslam işte
bunların eliyle ulaşmıştır. Osmanlı askerinin üzüm dallarına astığı paralar
Türkistan’dan gelen bir törenin/şahsiyetin devamıydı. Bütünlük ve süreklilik
görülmeden Türklerin tarihini anlamak zordur. Burada Müslüman Türk olgusunun
Alp Tegin ve Sebük Tegin ile oluşması ile toplumu, devletin teşekkülü ile İlk
Müslüman Türk devletini ve nihayet Gazne benzeri şehirlerin söz konusu olması
ile şehir olgusunu medeniyet merkezli okuduğumuzda İslamî Türk medeniyetinin de
ilk teşekkül numunelerini bu suretle izlemiş oluyoruz.
Bu katmanları anlamadan ve açıklamadan Türklerin
Müslümanlığı hakkında Kuteybe merkezli ucuz yorumlar yapmak mesnetsiz ve
kasıtlı görünmektedir. Sebük Tegin’in kaçırılıp esir edilmesi, sonra Buhara
pazarında satılması ve gulam olarak aldığı eğitim, azad edilmesi ve sonrasındaki
gelişmeler, nihayet Gazneliler hanedanını kurması Türkler ve İslamiyet
konusunda dikkatle okunup anlaşılması gereken hususlardandır. Parçaları
birleştirip bütünü görmeden çok katmanlı bir meselenin aydınlanması da zor
görünmektedir. Samanîler, Türk Hakanlığı/Karahanlılar, Gazneliler ve
Selçuklular’ın İslam oluşu bağlamında Türkistan bir düşünce zemini haline
gelmedikçe yeni din ve ona dair gelişmeleri anlamak zor ve kısıtlı kalacaktır.
Bütün bunların ahirinde, işin sonunda ise gaye noktasında el konulan tavuğa
karşı ödetilen bedel ve adalet teminatı ile açılan şehir kapıları yoksa bütün
bu yaşananlar sadece amaçsız bir hamaset hikâyesi olmanın da ötesine
geçemeyecektir. Amaç ve gaye karıştığında araçların tahakkümünde yabancılaşmak
kaçınılmaz görünmektedir.
Vesselam