04 Mart 2016

Anayasal Kurum olma ağırlığı

12 Eylül darbe Anayasası yamalı bohçaya döndü. Kaç defa içinde değişikliğe gidildi, hatırlayan yok. Değiştirilmesi her gündeme geldiğinde ise müthiş bir direnç oluşturularak değiştirilmesi engelleniyor.

Son 35 yıldır her gün Anayasa değişikliği hikâyeleri dinliyoruz, 12 Eylül Anayasası oyladığı günün ertesinde yasama ve yürütmenin iç içe geçmişliğinin sakıncalarını, bu gömleğin dar geldiğini konuşuyoruz. Lakin hiçbir şekilde değişikliğe izin verilmiyor. Birileri aslında Askeri vesayete olan aşkını askeri vesayet ürünü bu Anayasanın değiştirilmesini engelleyerek yapıyor. Aslında malum Anayasa güçler ayrılığı getiriyorum iddiasında olsa bile, sadece güçler arası çatışmayı tetikliyor.

Anayasa mahkemesinin son verdiği Can Dündar ve Erdem Gül kararı da tam olarak bunun bir göstergesi. Vesayetçi bir kurum olan Anayasa mahkemesinin bu Ucube kararına tüm itiraz yolları kapalı, oysaki hukuk yolları tükenmesi halinde kullanılması gereken bir yol hiçbir itiraz olmadan direkt kullanılabiliyor. Hâlbuki başka konulardaki itirazlarda Anayasa mahkemesi diğer hukuk yollarını işaret edebiliyor. Tam da bu noktada Sayın Cumhurbaşkanının itirazı tabir yerindeyse “cuk diye oturuyor”, zaten Cumhurbaşkanı da bu tür bir uygulamanın Anayasa uygunluğunun teminatı olarak o makamda bulunduğuna göre, Anayasa Mahkemesi ve başkanının bu Hukuktan yoksun kararın arkasında durmasına bir itiraz olarak yüksek sesle kendini ifade ediyor. Yasalar çok açık Anayasa mahkemesi gerekçesini açıklamadan bir karar vermemesi gerekmesine rağmen dosyayı bile incelemeden karar verebiliyorsa, tuzu kokutmuştur.

Can Dündar ve Erdem Gül'ün işledikleri fiil, gazetecilik olarak kabul edilemez, bu suçlarını ABD veya Avrupa da her hangi bir ülkede işleseler cezasının bundan daha büyük olacağını başta Anayasa mahkemesi başkanı sıfatı taşıyan zat olmak üzere, hukuktan zerre kadar anlayan birisi hemen bilir.

Şahsen ben Anayasa mahkemesinin zaruri olmadığı kanaatindeyim. Mahkemelerin ve üst mahkemenin vereceği karar yeterlidir, ama darbe dönemlerinde mahkemelerin üstüne bir mahkeme daha kurmak keyfiyetiyle kurulan böylesi bir yapı, hukuku katlederek, hukukiliği tartışılan, siyasi yönü ağır basan bir karara imza atmıştır, bu da demektir ki; Türkiye de Güçler ayrımı değil, Güçler çatışmasına yönelik bir sorunumuz vardır. Bu sorunun çözümü de sivil, demokratik, yüklerinden kurtulmuş gerçek bir Anayasadır.

Anayasa Mahkemesi son kararıyla zaten bize bu gerekliliği göstermiştir. Bu ülkede “Anayasal kurum” olarak önümüze getirilen kurumlara ihtiyaç yoktur. Kurumlar için yasal düzenlemeler yeter de artar sebeptir. Anayasal Kurum olmak sıfatı bazı kurumlara ağır geliyor.

         Meclisteki tüm partiler, olmazsa Ak parti ve MHP yeni bir Anayasa için omuz omuza vermek zorundadırlar. Hiçbir ön şart olmadan bu ülkedeki saçma kararların önüne geçmek, Hukuku garabetlerini sonlandırmak için büyük bir fırsat varken bunu tepmek, seçmenin iradesini tanımamaktır. Kimsenin böylesi bir lüksü yoktur.

         Başkan sistemi tartışılabilir, Parlamenter sistem tartışılabilir, hatta gerekirse krallık bile tartışılabilir, bu ülkenin Ortadoğu gibi bir ateşli coğrafyada hayatiyetini idame ettirmek üzere daha hızlı ve etkin çalışması için ne gerekiyorsa o yapılmalı, Parti görüş ayrılıkları ancak ikinci planda düşünülmelidir.