04 Aralık 2015

Ankara’da gündeme dair sohbetler

Birkaç gündür Ankara'dayım. Birçok görüşme yapma şansım oldu. İnsanların yeni hükümet ile ilgili görüşlerini konuştuk. Güneydoğudaki operasyonları,  gelecekte ne olabileceğini, insanların Türkiye'ye nasıl baktıklarını, Suriye meselesini, Rusya krizini…

Ankara'nın havası hep ağır gelmiştir bana, burada herkesin hesapçı olduğunu düşünürüm. Bazen canlı canlı şahitlik etmişimdir. Belli makamlara gelmiş insanların bir işi yapmaktan ziyade yapmamaya şartlandığına şahit olmuşumdur. Makam sahiplerinin bir işi çözmemek için bin bir dereden su getirişlerine, hantal bürokratik yapının hükümetin dahi elini ayağını bağladığını gördükçe ciddi manada reform yapılması gerektiğini düşünürüm. Bazı bürokratların dinden siyasete her konuda Âlim!  olduklarını gördükçe derin bir ah daha çekerim. Neyse…

Ankara'da birkaç gün içerisinde yine çok şey öğrendim. Özellikle Ankara siyasetinin kalbinin attığı en sıcak mekânlardan biri olan çaycı Nezir'in mekânında Güneydoğu'daki operasyonları konuştuk. İçtiğimiz her kaçak çaydan biraz daha keyif alarak, yanlışları, olması gerekenleri, halkın desteğini ve suskunluğunun ne manaya geldiğini, olanları konuştuk.

Uzun uzadıya anlatmaya gerek yok zira sokaklara çıkan herkes kendince bir şekilde çözüm reçeteleriyle zaten karşılaşır. Öyle ki Kürt sorununda tumturaklı sofralardan, içi şişirilmiş STK toplantılarından, toplumu tanımayan ve toplumda tanınmayan Kanaat önderlerinin (!) mükemmel reçetelerinden ve tabii ki bölgedeki Paralel yapının hala yerini muazzam şekilde koruyan ekâbir idareci takımlarının sabotajlarından konuştuk. Konuştukça konular bir birini takip etti. Güzel bir sohbet oldu. Ufkum açıldı. Görmediğim pencerelerden yeni şekillerde düşünmek için ufkum açıldı. YDG-H üzerine tezler dinledim. Kimlerin hangi bakış açısıyla baktıklarını anlamaya çalıştım. 

Diyarbakır dört ayaklı minarenin ayaklarına yapılan sabotajdan, minare için açıklama yapan Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'nin öldürülmesinden ve tabii ki olayın oluş şeklinden konuştuk. İlk guruptaki polislerin ticari taksiye yaklaşma biçimlerindeki acemiliği, pervasızlığı, şahadetlerini, sokak içindeki polislerin ateş etmelerine rağmen sokak içine doğru koşan iki kişiyi vuramamalarını ve belki de günün en önemli olayı olan Tahir Elçi'nin yerde uzanan cenazesinin halindeki inanılmaz acıyı konuştuk. Bir kere daha yüreklerimiz yandı. Konuştukça yüreğimiz acıdı. Dilimizden dökülebilen kelimeler keşke hendekler olmasaydı, keşke insanlar bir birlerine böylesi düşman olmasalardı. Bu olaylar tarihi dokuyu yıkarken bizlerden de bir şeyler koparıp götürüyor. Artık kan ve gözyaşı olmasın. Kimsenin çocukları anasız ve babasız kalmasın. Tahir Elçi gibi bir değer barışa adım atılması için uğraşırken toprağa düşmesin oldu.

Sohbet öylesine uzun oldu ki, Ankara'nın kasvetli havasını unuttuk, kulaklarımızda fısıltı gibi duran şu esinti kaldı: “ dünyanın Türkiye'ye ihtiyacı var, zaman düşmanlık ve kin zamanı değil”…

Hayırla kalın efendim.