15 Aralık 2015

Ankara, İstanbul ve Sur: Üç ayrı dünya

 Geçen Hafta önce Ankara, ardından İstanbul ve en son Diyarbakır'da olma fırsatı yakaladım.

Her yerin kendine göre gündemleri vardı. Ankara'da nispeten Hendekler ve Öz yönetim meseleleri konuşulurken, İstanbul'da bu konulardan eser yoktu. Kimse hendeklerden ve öz yönetimlerden haberdar bile değildi. Biz girdiğimiz ortamlarda konuyu anlatınca “öyle şeyler de mi oluyordu” havası vardı. Belki en sıcak ortam Diyarbekir'deydi.

Diyarbekir'de iki uç ilçeye gittim, biri birkaç deneme sonucu hendek meselesinden vazgeçilen Bismil, diğeri Kulp ilçesiydi. Kulp'ta ciddi bir tedirginlik hâkimdi. En uzak ilçe olması sık sık kesilen yolları ve en son Dr. Abdullah Biroğul'un şehit edilmesi nedeniyle ne olabilir soruları hâkimdi. Halk PKK'nin önümüzdeki süreçte ne yapabileceğini merakla takip ediyor. Kulp'ta kimse bölgedeki Hendeklerden ve yeni “Şehir savaşı” konseptinden memnun değildi. Kaldı ki sürdürülemeyecek bir çatışma ortamının da gelecekte ne getirebileceğini kara kara düşünüyor. Bismil'de ise nispeten daha yumuşak bir hava var iki mahallede hendek hikâyesinin halkın da desteğiyle boşa çıkarılmış olması yakın zamanda yeni bir çabayı getirmeyeceğini işaret ediyor. Halk açıkça hendekle bu iş olmaz, diyor.

Geçtiğimiz Cuma günü 17 saatliğine Sur'da sokağa çıkma yasağına ara verildi. Cuma namazını o çok özlediğimiz İslam Âleminin 5. Haremi Şerifi Diyarbekir Ulu Camiinde kıldık. Sur'a girerken halkın bir an önce çatışma alanını terk etmek için verdiği çabaya şahit olduk. Elinde taşıyabileceği her hangi bir eşyasını alan bir an önce bir zamanlar Peygamberlerin ve Sahabelerin dolaştığı mübarek topraklardan çıkmak için çabalıyordu. Halk ne olduğunu anlayamıyordu. Polis içeri girişlerde ciddi kontroller uyguluyordu. İkinci bir kontrolden geçtikten sonra sokağa çıkma yasağı uygulanan bölgeye girilebiliyordu. Polis kontrol noktasından elli metre uzakta PKK'lilerin kontrol (!) noktalarına takılan halk düştüğü acizliğe hayıflanıyordu. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. İnsanlar yeniden sokağa çıkma yasağı gelmeden sadece Sur'dan bir an önce çıkmak için çabalıyorlardı. Halkın yüzünden dokuz günlük stres ve yorgunluğu net biçimde okunuyordu. En çok duygulandığım yer ise Ulu Cami karşısında orta yaşlı bir annenin dökülen şeker kovasını en az beş kişinin toplamaya çalışırkenki iş birliğiydi. İnsanlar bu zor günlerde birbirlerine daha çok sarılıyormuş, bir kere daha anladım. Kurşunlu Cami yandı diye feryat eden anne bir daha ağlatıyordu bizleri… Bellerinde silahlarla dolanan yaşı en fazla 20 -25 olan gençler gelenden geçenden bazılarından kimlik soruyorlardı. Ama en korkuncu daha bir yıl önce Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından enfes bir şekilde onarılmış Kurşunlu Caminin yüzyıllardır ayakta kalmış halinin harap edilmiş durumuydu…

Polis acele edin her an yeniden sokağa çıkma yasağı gelebilir diyordu. Hatta barikatları geçerken yaşlıların ellerindeki eşyaları alıp onlara yol verip bir an önce uzaklaştırmaları, lütfen acele edin demeleri sokağa çıkma yasağının geçici olduğunu zaten gösteriyor gibiydi. 

Ve saat 16 da yasak yeniden geldi. Sur'la irtibat yeniden kesildi. İçerde kimse ne olduğunu bilmiyor. Kim öldü, kim kaldı. Bildiğimiz tek şey Sur'da, özellikle bir bölgede, ciddi bir yıkım var. İnsanlar can derdinde, mal canın yongası olsa da vazgeçilmez değilmiş. 

Günden geriye kalan en önemli cümle şuydu: ‘kim buna sebep olduysa, Allah belasını versin'di. Hesap görücü olarak esas ‘Hesap Günü' bekleniyor, artık. Allah kerimdir. Bir kere daha anladık.

Yüreği yanık Sur'a selam olsun…