Anlamak için ha gayret

Dünyadaki yapı taşlarını yerinden oynatanlar kimlerdir?

Organize topluluklar mı?

Yoksa tek bir ağızdan çıkan sözler yüzünden mi yıkılıyor yapılar, tarihler, sistemler, devletler?

Bağlı olduğumuz iplerle elimizi kolumuzu sallandıran bir “üs” mü yoksa birkaç kişinin eğlendiği bir oyunun içinde miyiz?

Bir gün uyanmıştık ve her günkü gibi açmıştık gözümüzü. İşlerimizi yoluna koyup, başladık günü yaşamaya. Birileri bize dedi ki; “Sanıyor musunuz ki aslında gördükleriniz yapıyor bütün bunları? Dünyada ne dolaplar dönüyor. Sırtımızı dayadıklarınız ya düşmansa… Aman dikkar!”

Bir afallama dönemi geçirdik. Büyük ve görkemli mazimiz kabul gördü, başarılı geleceğimiz yollarımıza serildi sanmıştık; ama iş öyle değildi. 

Bizde asıl uyanışa doğru yol aldık o zaman. Sahi, işler ne yaparsak yapalım düz gidemiyordu bir türlü. 

Her şey olduğu gibi devam ediyor, kimse dur diyemiyordu. 

Bütün beter kişiler, organize olup bir kaynaktan aldığı emirlerle hayatımızı mahvediyorlardı. Ne denirse densin artık uyanan düşüncemiz uyumayacaktı.

Mantıklı bir teorinin ardından gelen tuhaf teorilerle beslenip sürüklendik.

Kime borçluyuz, kimden emir alıyoruz, ipler kimin elinde… sorup durduk.

Belki de bu yüzden hâlâ yerleşik bir toplum huzurumuz yok.

Her birimize Allah’ın yüklediği sorumlulukları unutturacak kadar kafamız karışık. Çünkü daha önemli bir sorunumuz var: Ne yaparsak yapalım olan bitenin değişmeyeceğine inanıyoruz. 

Biz kaydırmadığımıza emin olsak bile birileri her keskin dönemecin ardındaki sağlam dayanakların altına yerleştirdiği bilyelerle kaydırıyor gerçekliği. 

Eğer hareket etmiyorsam katkım olamaz, ben hiçbir kötü niyete dâhil olmadım, diyorsak yanılıyoruz. Çünkü hareketsiz durabilmek imkânsız. Hereketsizliğe niyet etmişseniz sürükleniyorsunuz zaten.

Büyük belalı makinelerin çarklarına gönüllü hizmet eden de var etmeyen de mecbur kalan da…

Hiç hayati bir karar aldınız mı?

Ölümünüz ve yaşamınız üzerine bir seçim yaptınız mı?

Kimse olmasa da buradayım, yalnızlığını yaşamak zorunda kaldınız mı?

Dünyada birileri her gün katlanıyor bu seçimlere.

Diğer taraftan dünyanın huzur ve barış bozucuları tam mesai yapıyor. 

Bahislerini bire beş bire yüz bire bin oynuyorlar.

Âleme zarar verenleri, suçluları, tahrikçileri, azmettiricileri görüp onlara kızarken bu mahvoluşu izlerken kendimizi ne kadar suçluyoruz?

Biz ne kadar sorumluyuz bu düzenden biliyor muyuz; düzeni ne kadar umursuyoruz?

Hayatta kalmak, savaşlardan en az yarayı almak, hammadde rezervlerine sahip olabilmek gibi önemli kaygıları yoğuruyor dünya. 

Tüm bu çıkar çatışmasının ortasındaki kampımızda bir o taraftan bir bu taraftan gelen ışığa dönüyor gözlerimiz. 

Sorgulamadan, bilmeye uğraşmadan, günde üç öğün aşın gerisinde kalanı düşünmeden geçirdiğimiz ömrümüz yönetiyor bizi. Sorgusuzluğumuz, sessizliğimiz yönetiyor. 

Birilerinin zorla ipleri ele geçirmesi yüzünden böyle olduğumuzu düşünüp teskin oluyoruz, rahatlıyoruz. 

Öyle rahatız ki düzen böyle ve biz de ona ayak uyduruyoruz mecburen.

Asıl dert, hayatımızın bir gününün bile değerini anlayamadan, onu doldurmadan geçecek bir ömür sürme ihtimalimiz. Çünkü kimseyle kendimizin ve başkalarının hayatı için pazarlığa girmeyiz, hiç ölümden dönmeyiz, ölmeyiz biz!

O zaman nasıl anlayacağız onları. Mültecileri, işgal altındakileri, vatanı, inancı, canı uğruna savaşanları. 

Geriye dönüp yıkıntılarımıza bakalım önce. Zamanında almayı unuttuğumuz kararlarımıza. 

Bir gayret gerek, anlamak için. 

Neden yaşadığımızı... 

Neden öleceğimizi...