26 Şubat 2018

Artan dehşet haberleri, cihat, kısas, tebliğ ruhu…

Hani bir söz vardır, “İnsanlara güvenimi kaybetmektense paramı kaybetmeyi tercih ederim.” Çok doğru bir söz. Yani şuan yaşıyor olduğumuz toplumsal güven krizi, aslında ekonomik krizden daha vahim bir durumdur. Bir yandan cinayet, bir yandan dolandırıcılık, en vahimi de tecavüz haberleri ile sarsılıyoruz. Olayın failleri ise öğretmen, doktor, eş, şoför, bakıcı, baba…  İnsanın terki diyar edesi geliyor.

Bütün bu kötülüklere karşı dehşete kapılıyor, moral bozukluğu içinde iç enerjimizi yitirmeye, endişeye kapılmaya, güven bunalımına düşmeye, kabuğumuza çekilmeye ve düşünce üretmek yerine, çaresiz bir ruh haline bürünmeye başlıyoruz.

Belki, gözümüze gözümüze sokulan dehşet haberlerinin, tüm ayrıntı ve sarsıcılığı korunarak duygusal tahrip dozajı yüksek halleriyle sunulmasının amacı da budur!

İyilerin kabuğuna çekilmesi, kötülerin cesaret alması…

Zeytin Dalı Operasyonu ile cihat ruhunun alevlenmesi, böylece toplumsal öz güveninde artması, şer odaklarını elbette rahatsız etti.

Paralelinde askeri cihat ile birlikte ahlaki cihadında gündeme gelmesinden yüksek endişeler duyarak duygusal tahrip ve ümitsizlik üzerine bir psikolojik harekât başlattılar.

Dehşet ve tecavüz haberlerinin kasıtlı olarak arttırılması ve detaylandırılması bir psikolojik harekât olsa da, ne yazık ki ahlaki olarak pekte iyiye gitmediğimiz gerçeğini kabullenmemiz gerekmektedir.

Önemli olan, yıkılmadan sağlıklı düşünmek ve askeri mücadeledeki kararlılık ve ciddiyetle aynı dozajda bir ahlaki yükseliş operasyonu başlatmak. Şeytani terör hedeflerini yerle bir etmektir.

Başkada çaremiz yoktur. Yoksa “Ya ma´rufu (iyiliği) emreder, münkerden de (kötülükler) nehyedersiniz, yâhut Allah şerirlerinizi hayırlılarınıza mutlaka musallat edecektir. O zaman hayırlılarınız dua etse de duaları kabul edilmez.” (Tirmiz'i Kitabul Fiten) hadisi şerifinde uyarıldığımız faciaya düşmemiz yakındır.

Neler yapılabilir?

En çok konuşulan şey cezaların caydırıcı olmayışı ki, doğru bir tespit.

İtalya'dan alınan ve bu zamana kadar 54 kez değişikliğe uğrayan bir ceza hukuku ile adaleti sağlamanın pekte mümkün olmayacağını anlamak zor değil. Açıkçası hangi hukuk adamı tarafından yapılırsa yapılsın, hiçbir insan, bir suçtan dolayı mağdur olan kişinin acısını aynı ölçüde anlaması ve bu mağduriyete karşı suçluya hangi ölçüde bir ceza ile karşılık verilebileceğini tespit etmesi mümkün değildir. Bunu ancak Yaratan bilir. Bu sebeple ceza hukukumuzun ilahi kaynaklı İslam Hukukundan alınması gerekir. Zira “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Ta ki suç işlemekten sakınırsınız” (Bakara 179) ve “Eğer ceza verecekseniz size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” (Nahl 126) ayetlerinde belirtildiği gibi, en adil olan cezalandırma yöntemi kısastır.

Hükümetten gelen son açıklamalara bakıldığında idam cezası çok yakında çıkacak gibi dursa da, idam kavramından ziyade “kısas” kavramının hukuk metinlerinde yer almaya başlaması çok önemlidir. Zira kısas her zaman idamla sonuçlanmaz. Suça göre değiştiği gibi, cinayetlerde fidye karşılığı affetme yetkisini de öldürülen kişinin varislerine verilmiştir. (Bakara 178)

Yine sevindirici bir açıklama da, Sayın Reis-i Cumhurumuzun zina yasasının tekrar çıkarılması gerektiği ile ilgili sözleriydi. Aynı konuya kesinlikle eşcinselliğinde, sapıklığı arttırıcı bir hastalık olarak değerlendirilip, türüne göre tedavi, önlem veya ceza bağlamında girmesi gerekir.

Caydırıcı ve önleyici yasalar sadece suçluya yönelik değil, suçu teşvik edici unsurlar içinde düşünülmelidir. RTÜK kurumunun kapsam ve yetkileri arttırılmalı. Sadece içerik olarak değil, 25. kare ve daha ileri teknikler kullanılarak gizli kodlama ve bilinçaltı oluşturma yöntemlerine karşıda denetim sağlanmalıdır.

Caydırıcı cezaların çıkmasından çok daha önemli olan konu ise, söndürülmek istenen tebliğ ruhunun şahlandırılmasıdır.

Ne zaman bir hoca efendi kendisine sorulan yüzlerce meseleye cevap verdiği gibi, cinsellik ve cinsiyetle ilgili bir konuda, ayet ve hadisler ışığında açıklama yapsa, hemen linç kampanyaları başlatılmaktadır. Böylece Allah rızasını gözeten âlimler itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Maalesef bu hoca efendilere yeterince sahip çıkamamaktayız.

Bence Diyanete değil, Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak bir heyet kurulmalı, toplumdaki seçkin kişiler bir araya getirilerek iyilik topluma yayılmalıdır.

STK'lar bağlamında ise İHH'nın organize ettiği “Diriliş Buluşmaları” benzeri çalışmalar artarak devam etmelidir.

Meyhane, kahvehane ayırmadan kapı kapı gezerek insanımızla kucaklaşan, ince ruhlu gönüllü tebliğciler de maalesef çalışmalarını zayıflatmış gözüküyor. Aynı namaz gibi tebliğ konusunda da her Müslüman sorumludur ve şuurlanmalıdır.

Tebliğ operasyonları başlasın ki dualar kabul olsun. Bereket kapıları açılsın. Yağmurlar, karlar yağsın İnşaAllah.

Silahlı terör örgütleriyle birlikte sapıklığı yaymaya çalışan şeytani terör odakları da yok olsun. Âmin.