05 Ağustos 2023

Arz-talep kıskacına hapsolan sanat eğitimi açmazı

Bile-isteye sanat eğitimi almış biri olarak şöyle bir cümle kurmam hoş görülebilir umarım:

Memleketimizin eğitim sistemine göre, sanat ile ilgili ve ilişkili bir hedefiniz yoksa sanat eğitiminden mahrum kalırsınız; çünkü sanat şuuru kazandırmak adına verilen eğitimin sanatla ilişkisini çözmek de yine sanattan haberli olmakla mümkün.

O zaman sanat eğitimi salt sanat için verilmiyor mu?

Aslında bu sorunun doğru cevabı, hayır. Diğer taraftan Türkiye söz konusu olduğunda, bilhassa Cumhuriyet’in kuruluşu itibariyle okullarda verilen sanat eğitimi, toplum mühendisliği adına hep önemli bir paydaya sahip oldu. Bu da sanatın ideolojik bir silah olarak görülmesini kolaylaştırdı, inançlı kesim için tehlike arz etti ve toplum hafızasına öyle yerleşti. Kültürel iktidar meselesinin merkezinde ve tarihçesinde de yine bu kadim sanatları hiçe sayan, zihinleri bulandıran toplum mühendisliği var. Bu ayrı bir yazının konusu.

Bu yazının meselesi, ilköğretim ve liseden mezun olmuş milyonlarca ferdin günden güne hakiki sanata daha yabancı oluşu, incelik ve feraset kazandıracak bir sanat eğitiminden mahrum kalışı.

Türkçe ve Edebiyat derslerine bakınca;

Okullarımızda ilköğretim sürecinde, okuma-yazma eğitiminin ardından dilbilgisini de içeren Türkçe eğitimi veriliyor. Belirli kurallara dayandırılmış dilbilgisi eğitimi, kıdemli edebiyat örneklerini içerse de öğrencilere teknik bir ders olarak yansıyor. Türkçenin güzelliğini ve lezzetini ortaya koyan metinlerin birer sanat eseri olduğu gerçeği, sınav çabası yüzünden öğrenciye neredeyse hiç aksetmiyor.

Lise dönemindeki edebiyat eğitimi de kısmen böyle. Edebiyatın bir sanat kolu olduğu kuru bir bilgi olarak aktarılıyor. Coğrafyamızdaki edebiyat akımları dönem dönem inceleniyor, şiir yazım kuralları ve vezinler öğretiliyor, edebiyatın kendisinden ziyade tarihçesine ağırlık veriliyor. Evet şiir tahlilleri, hikâye tahlilleri, roman tahlilleri çok kıymetli. Ancak bu tahlillere geniş yer ayrılması biraz da eğitimcinin denetiminde.

Eğitimci denetimi de birkaç yönüyle tartışmalı. Edebiyatın yorumlanabilir oluşu ve sanat ciheti kimi eğitimcilerin gündeminde değil. Diğer taraftan eğitimcinin ideolojik tavrı, edebiyat adına orta konmuş eserlerin -öğrenci adına- hangisinin sanat olup olmadığını da belirliyor. Zira bu konuda milletçe bir uzlaşma içinde olamadığımızın resmi, en net okullarımızda ve eğitimcilerimizde beliriyor. Dolayısıyla edebiyatın bir sanat türü olduğu meselesi çoğu kere ikinci planda kalırken kısmen “teknik” bir ders olarak okutuluyor ve öğrencinin okuyabileceği kitaplar ve onlara getireceği yorum da eğitimcinin tercihlerine terk ediliyor.

İlköğretimde, özellikle ilk yıllarda görsel sanatlar (2006’dan önce resim-iş deniyordu) ve müzik, çocukları heyecanlandıran dersler. Bu dersler sayesinde hem tekniğe yoğunlaşmış derslere hem de okuma yazma sürekliliğine ara verilmiş oluyor. Hem eğlence vaat ediyor, hem de mutlu ediyor. Zaten fakültelerdeki sınıf öğretmenliği eğitimin müfredatında bu iki derse geniş yer ayrılıyor. Ancak birçok eğitimci adayı bu derslerde başarılı olamıyor; zaten temelde böyle bir eğitimden mahrum kamış.  Böylece eğitim aktarımı da sınıf öğretmeninin yeterliliği/yeteneği ile doğrudan ilişkili oluyor.

Resim ve müzik eğitimini ciddiye alan kimi eğitimciler, çocukların verimleriyle sergiler açtırıyor, koro ekipleri kuruyor ve birçok etkinlik yapıyor. Ancak kimi veliler tarafından çocukları “fuzulî” yere oyalamakla, sınava hazırlamayı önemsememekle suçlanıyorlar. Onların da zamanla bu hevesleri törpüleniyor.

Elbette bu resim ve müzik derslerinde verilen eğitimin niteliği ve muhtevası ayrı mesele. Bilhassa liselerde âdeta “ayak bağı”na dönüştüğü düşünülen bu dersler, 2020’den sonra seçmeli hâle getirilmiş. Bu çerçevede beden eğitimi ve spor, görsel sanatlar, müzik, sağlık bilgisi ve trafik kültürü gibi derslerin kaderi seçenin elindeydi. Güncel verileri incelediğimde bu derslerin ikişer saat olarak zorunlu derslere dâhil edildiğini gördüm. Seçmeli derslerde ise “Güzel Sanatlar” başlığı altında görsel sanatlar, müzik, sanat tarihi, drama ve müze eğitimi gibi içeriği genişleten ve umut veren başlıklar vardı.

Peki bu “seçme” özgürlüğü sonucu talep ne durumda?

Aslında çocuklar ve gençler, kendilerine tavsiye edilmemiş, gösterilmemiş, izahı yapılmamış, günümüz şartlarına göre internet reklamlarında karşısına çıkmayan hiçbir alana talip olmuyor. Din eğitiminde olduğu gibi sanat eğitiminde de istekli olabilmeleri için en azından aşina olmaları ve bir temele sahip olmaları gerekiyor.

Ailenin sanata yatkınlığı (icra veya seyir) varsa, evin duvarlarında mümkün mertebe birkaç sanat eseri veya kopyası mevcutsa, ebeveyn sanat kitaplarına ilgi duyuyorsa, aile gezmelerine anıt eserler, müzeler, ecdat yadigârları dâhil ediliyorsa, el emeğine hassasiyet ve saygı varsa çocukların aşinalığı da algısı da buna göre şekilleniyor elbette.

Arz-talep meselesine dair güncel araştırma sonuçlarına maalesef ulaşamadım. Bunun bir ihtiyaç olduğunu Millî Eğitim Bakanlığı yöneticilerine iletmiş olayım. Bulabildiğim birkaç rapor, ya nesnellikten çok uzaktı ya da sadece bir ille kısıtlı, ülke geneli hakkında bilgi içermeyen metinlerdi.

Millî Eğitim Bakanlığı’nca hazırlanan yönetmeliğe göre bir okulda bir dersin başlayabilmesi için şubesi fark etmeksizin en az 10 öğrencinin o dersi tercih etmesi gerekiyor. Öğrencilerin seçmeli ders konusunda genelde okul yönetimi tarafından yönlendirildiğine dair haberlerle de karşılaştım. Bu da sınavlara katkı sunabilecak ve belki okul kadrosunun izin verdiği başlıkların tercihine sebep olabilir.

Velhasıl, ayaküstü sorulan “Okuyor musun?” sorusuna bile, “Hayır, hiç okumuyorum. Vaktimi oyunlara ayırıyorum” diye cevap verirken rahatsızlık duymayan, okumayı ve benzeri kültür aktivitelerini gerekli bulmayan gençlere sahip olduğumuza göre kültür sanat eğitimi adına düşünülmesi ve yapılması gereken çok şey olsa gerek.