17 Haziran 2015

ASKERİ HAREKAT İÇİN TÜM KOŞULLAR OLUŞTU

150 yıl önce Kırım'da Türkiye'ye oynanan oyunun aynısı bugün Suriye üzerinden oynanıyor. Türkiye'nin yeniden diriliş çabaları, günümüzde, "danışman", DAEŞ ve PYD üzerinden engellenilmeye çalışılıyor.

İnrgilizler, 150 yıl önce "Türkiye'nin zayıf ve güçlü halinin kendi çıkarlarının zararına olacağını, bu yüzden Türkiye'nin Kırım savaşında desteklenmesi gerektiğine" inanarak mühimmat, askeri ve diplomatik yardımda bulundular.

Yıl, 1865. Lord Palmerston: "Türkiye bizim istediğimiz gücün altına düşerse onu besler tekrar o güce kavuşmasını sağlarız. Ama bizim belirlediğimiz çizginin üzerinde bir güce de erişirse onu biz durdurur istediğimiz seviyeye çekeriz."

Türkiye, AK Parti ve kurucu lideri Recep Tayyip Erdoğan ile bir ivme kazandı. Ekonomik, sosyal ve siyasal olarak bir zamanlar 1 dolara muhtaç olan Türkiye dünyaya kredi verir hale geldi. Bu durum Batılı sömürgecileri rahatsız etti.

Irak ve Kürt petrolleri Türkiye üzerinden dünyaya pazarlanıyor. Suriye'de Türkiyesiz bir adım atılamıyor. Türkiye, Körfez'de askeri üs kurdu. Afrika'da onlarca elçilik açtı. Batı Ekonomik krizle boğuşurken, 300 milyar Euroluk yatırım yaptı.

Türkiye Batıyı oldukça rahatsız etti ve piyasaya DAEŞ, PYD ve Türkiye'deki "İngiliz diplomalı"lar üzerinden

Uluslararası ilişkilerde teslimiyetçiliğe dayanan monşer diplomasisini terkedip, bağımsızlık ve kendine özgü politikalar benimsemenin bu yönde bir dış politika anlayışına yönelmenin doğal sıkıntılarını yaşıyoruz.

Bulunduğumuz coğrafya üzerine geliştirilen stratejilerin hemen tümü insani değerleri bir kenara iten kurallar silsilesine sahip olunca bizim duygusal bakış açımız haliyle başarısızlıkları da tetikliyor.

Ortadoğu coğrafyasını satranç tahtasına çeviren müttefiklerimiz ve muarızlarımız uluslararası ilişkileri, Lord Palmerston felsefesi üzerine oturmuş ve çıkarlar her şeyin önüne geçmişken, bizim dış politikamızı, 1915-1923 Osmanlı coğrafyasını baz alan bir temele oturtmamızın tabii ki bazı artçı sarsıntıları olacaktı.

1865'te, Kırım Savaşı'na katılmalarının izahını yapan Lord Palmerston, Osmanlı Devleti için Türkiye ismini de kullanarak, "Türkiye bizim istediğimiz gücün altına düşerse onu besler tekrar o güce kavuşmasını sağlarız. Ama bizim belirlediğimiz çizginin üzerinde bir güce de erişirse onu biz durdurur istediğimiz seviyeye çekeriz" ifadelerini kullanıyordu.

Palmerston, Kırım Savaşı'nda Osmanlı'nın yanında yer alırken aynı zamanda Rusya'yı Karadeniz ve Boğazlar'dan uzak tutmayı, Hindistan yolu ve İngiliz ticaretini güvence altına almayı hedefliyordu. Bunun yolu da Osmanlı'nın toprak bütünlüğünü korumaktan geçiyordu.

1874-1865 arası dönemde İngiliz dış politikasında yerleştirilen bu felsefe halen geçirliliğini korumakla birlikte Amerika Birleşik Devletleri dahil Ortadoğu satrancında hamle yapan hemen herkes aynı felsefeye sahip.

Bugün Yemen'den başlayıp yanıbaşımızdaki Suriye'ye kadar uzanan kontrollü gerilim aksındaki gelişmelerin tamamı da neredeyse bu felsefenin tetiklediği gelişmeler.

Hali hazırda Tahran Havaalanına Rusya'dan kalkan yaklaşık 20-30 uçak iniş yapıyor. Bunlar yolcu ya da insani yardım malzemesi taşıyor zannederseniz kaybedersiniz. Günlük yaşanan bu hava sirkülasyonunun tek maksadı savaş araç gereçlerinin sevki.

Bizim 3-5 TIR ile oynamak istediğimiz oyunu adamlar günlük 20-30 uçak ile dünyanın gözünün içine baka baka oynuyor.

Sevki sağlanan bu malzemelerin kimi Yemen'e kimi Suriye'ye geçiyor. Tabi İran eliyle.

Bunlara seyirci kaldığımız yetmiyormuş gibi, şimdi içimizdeki belirsizlik ve istikrarsızlığın sonucu olarak kapı komşumuzda yaşananlara da seyirci kalıyoruz.

Suriye'deki kargaşa ortamının hesaplanabilen sonuçlarından biri, bu ülke içerisindeki muhalif Arap gruplarla Türkmenler'in tehcire tabii tutulma olasılığıydı.

Seçimlerin hemen öncesinde başlayan dalga ile tam da bu yaşanıyor. Türkmenler ve Araplar, IŞİD bahanesiyle belli bölgelerden göçe zorlanırken, dünkü yazımda da dikkat çektiğim gibi yerine PKK ve PYD kontrolündeki Kürt gruplar yerleştiriliyor.

Aynı bölgelerde bazı Ermeni grupların da yerlerini koruduğuna dair ciddi bilgiler var. Bu gruplara, Suriye'deki kargaşanın başlamasından once Esed'in tapu dağıttığı ve geniş arazilere sahip olmalarını teşvik ettiğini de unutmayalım.

İşte bu kaos ortamı içerisinde, Türkiye korkunç bir kuşatma ile karşı karşıya. Göz göre göre ve Türk milliyetçiliğinin hamaset söylemlerine esir düşerek batıya kaptırdığımız bölgedeki Kürt kartı, Türkiye'nin tekrar kendi kabuğuna çekilmesi için bir koz haline getirildi. Ve hatta bir adım ötesini söyleyeyim, Türkiye'nin batılılar nezdindeki kabuğu mevcut sınırlar bile değil.  Lord Palmerston'un "bizim çizdiğimiz sınırlardaki gücün üzerine çıkarsa" tanımlamasıyla Türkiye'nin bilhassa son 10 yılda geldiği noktayı kıyasladığımızda o sınırın çoktan aşıldığı ortada.

Ve biz, 2011 Ocak ayında deklare ettiğimiz 1915-1923 Osmanlı Coğrafyası hedefi için elimizde kullanabileceğimiz en önemli kart olan Kürt kartını Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ve Barzani ile ortaklaşa kullanabilecekken, bu bölge petrollerinin Avrupa'ya dağılımı noktasındaki konumumuzu bile kaybetme noktasındayız.

Embeded medya tarafından kafa kesen tecavüz eden ve bu yolla toprak işgal eden bir unsur olarak önümüze konulan DAEŞ, PYD ve Kürt grupların yerleştirilmesi için saha temizleme rolü oynuyor. Bu böyle devam ederse, yönünü Reyhanlı'ya dönen Kürt akımı kanton bölgeler kurmakla kalmayacak.

Bu dünkü yazımda da ifade ettiğim gibi Türkiye'nin Milli Egemenliğine açık bir tehdittir.

Öyleyse yapılması gereken tek şey var. Yukarıda aktardığım Türkiye'yi çevreleme operasyonunun arkasındaki güçlerin koalisyon planını ters yüz edip, bir an evvel MHP destekli ya da bu partinin içinde olduğu milli bir koalisyon oluşturarak bölgeye askeri harekat kararı almak.  Bunun tüm koşulları şu an mevcut...

Bugünkü sınırlarını tehdit eden bir kuşatma operasyonuna seyirci kalacak Türkiye'nin, emin olun yarın bir gün savunması gerekecek bir sınırı bile kalmayabilir.