01 Temmuz 2017

Aslında olan…

 

24 Haziran'da Yeni Söz'de “Bir kahkaha efekti olarak Ercan Kızılateş” yazısı yayınlandı. Bunun üzerine Kanal D hemen aynı gün ana haber bülteninde adı geçen failin uyuşturucunun etkisi altındayken çekilmiş görüntülerini verdi ve Ahmet Hakan “zaten böyle bir eylemi ancak bu tür biri yapabilirdi” filan diyerek haberi bitirdi. Kanal D'nin konuyu sonlandırma haberi aynı zamanda kıvrak bir manevra ve işaret fişeği sayılabilirdi. Belirlenen rotada haftalarca pupa yelken yüzdürülecek, güvertesi tıka basa yaygara dolu, hedefe bodoslama dalarak ağır yara vermesi için özenle denize indirilmiş hayalet geminin dibi, bir yazıyla delinmişti. Şimdi bu provokasyon mevzii, fazla kayıp vermeden ve açığa düşmeden özenle terk edilmeliydi.

Ama müfterilerin talihsizliklerine bakın ki mizansenin ifşâ edileceğini bilemediklerinden, o yazıyla aynı gün şarjöre iki haber daha sürmüşlerdi. Saldırganın babası Halil Kızılateş'den o biçim şok sözlerdi;  şortlu kız için ‘o da ramazan ayında öyle giyinmeseymiş' demişti. Böyle babadan böyle oğuldu. Üstüne üstlük saldırganın kız kardeşi Bircan Kızılateş de Melisa kızdan şikâyetçi olmasın mıydı? Vay anasını sayın seyircilerdi. Dinci çomarlardaki arsızlığa bak sen şimdiydi. AKP diktasından yüz bulup yaptıklarını bir görün heleydi. Adalet için yürüyen dizlere şimdi daha bir derman, gözlere daha da bir fer gelmez miydi? Ve daha neler nelerdi…

Ama tuhaftı! Habertürk, Hürriyet, Milliyet, Posta, Evrensel, Birgün, ve Sözcü gibi gazetelerin her birinde babanın açıklamaları ‘çarşaf çarşaf' yayınlandığı hâlde hiç birinde bahsi geçen Halil Kızılateş'e ait tek fotoğraf bile yoktu. Aynı durum kız kardeş Bircan Kızılateş için de geçerliydi. Niyeydi acaba?

Şayet o ailenin iyi kötü gerçekten dindar sayılabilecek bir yapıları olsaydı, hele o babanın başında diyelim ki hasbelkader bir örme takke bulunsaydı, büyük şehirde ikamet edenden tutun mezrada meskûn olana kadar, o adamın yüzü ve sesi belleğine kazınmamış kimse bırakmayacaklardı. Ama fotoğraflar buna uygun değildi. Bilakis ailenin politize olmuş aleviliklerini, kaç nesildir süregelen CHP ve sola aidiyet çizgilerini afişe eden bir görüntüleri vardı. Mademki fotoğraflar kurgulanan mizansenle pompalanan sanrıyı bozuyor ve gerçek duruma ilişkin güçlü ipuçları veriyordu; o zaman saklanmalıydılar. Ne de olsa bir taraftan haber diliyle bir yandan sosyal medya trollerinin çirkef yorumlarıyla, babanın zihinlerdeki meçhul suretine çoktan bir takke ve sakal çizilmiş, kız kardeş de bir şekilde tesettüre sokulmuştu. Masal anlatılır, devlerin, perilerin ya da Kandahar padişahının imgesini, dinleyen her zihin kendi hayal aynasına çizerdi zaten…

Ülkemizin esas sorunu şu; Bizim basın ve yayın organlarımız gibi gözüken, ama aslında sürekli olarak Türkiye'ye ve halkına karşı karanlık mahfiller adına kaos operasyonları düzenleyen bir medya organizasyonu tarafından sürekli sokuluyoruz.  Artık bu durumun Türk Milleti'nin karşısındaki en önemli milli güvenlik sorunu olduğu fark edilmeli. Gerçekler ve olgularla bir oyun hamuru gibi oynuyorlar. Onlardan illüzyonla beslenen, vehme dayalı “önemler” ve sûni gerçeğimsiler oluşturuyorlar. Bakın Melisa'nın adını şimdi herkes biliyor ve Türkiye kaç haftadır onu konuşuyor. Aleviliği bir inanç olarak bağlamından koparıp ideolojik saplantılarının yedeğine çeken bir provokatör tarafından kısa şortuna tepki gösteriliyormuş gibi yapılarak yanağından iteklendi. Ama tank paletleriyle refüjler arasına sıkışarak başı kopan ve gövdesi tanınmaz hale gelen genç kadının ismini bilmiyoruz. Hayatını, hikâyesini, hayallerini bilmiyoruz. Kimin çocuğuydu, sözlü mü evli mi, anne mi, bilmiyoruz. Savaş uçaklarından insanlarımızın üzerine atılan sığınak delici bombaların etkisiyle kopan kafası başkanlık külliyesinin çatısına savrulan kadın hakkında da hiçbir şey bilmiyoruz. Bu medya onların isimlerini, fotoğraflarını senin karşına getirmez. Vatanı ve mukaddesleri için ölenlere içlerinde kocaman bir kin saklıdır. Milletin imanıyla biçimlenmiş yaşam biçimlerine bırakın saygıyı, tahammülü yok nefreti çoktur. Sadece günah ve tefessühün alabildiğine yaşanabilmesi ve olağanlaşması için, diline doladığı bir mantradır hayat biçimi özgürlüğü mavalı.

Kemal Kılıçdaroğlu hakikaten masum ve mazlum olanlar için, gövdeleri tank paletlerinin altında ezilen genç kadınlar için asla yürümez! Ama yürüseydi ona ve eylemine asla önem vermezlerdi. Gerçeği katiller lehine çarpıtarak ifsat ettiği için ona değer veriyorlar ve beraber iş tutuyorlar.  Bu millete karşı göğüslerinde taşıdıkları kin, ağızlarından, klavyelerinden, sayfalarından ve ekranlarından taşarak hep birlikte katillerimizi ve ihaneti onore etmek için yürüyorlar.