22 Ocak 2017

At ve Kültür

Önceki yazımda 2005 yılında UNESCO Genel Konferansında imzaya açılan “Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi”ne işaret etmiştim. Batı 2001 BİLDİRİ'sindeki  “Kültürel haklar, evrensel, bölünmez ve birbirine bağlı olan insan haklarının ayrılmaz bir parçasıdır” ifadesiyle “Kültürel Hak” kavramı kabul etmişti.

Günümüzde Müslümanlar “İnsan Hakları” kavramının gereklerini yerine getirerek “evrensel değerlerden” uzak olmadıklarını kanıtlamaya çalışıyor. Geçmişte de bu, ‘civilisation' kavramı üzerinden apalojist (apologize: özür dileyici; apologetic: savunmacı) söylem ve tutumlarla yürütülüyordu. Nitekim Müslüman aydınlar Renan Müdafaanâmesi'ni bu apologetic psikolojiyle yazdılar. Ernest Renan (d. 1823 - ö. 1892) 1883 yılında Sorbonne'da verdiği konferansta İslam'a “dinlerinin terakkiye mani olduğu” iddiasıyla saldırınca buna “cevap verilir.” Bu cevapların ikisi çok bilinir: Namık Kemal ve Cemalettin Efgani. Ancak Ataullah Bayezidof'un “İslâm ve Medeniyet” başlıklı risalesini de hatırlamalıyız. İslâmcılık düşüncesinin halef ulema ve aydınları da Renan'a dolaylı olarak cevap verdiler: “İslâm mâni-i terakki değildir” dediler. Bu apalojizmin siyasal alana tercüme edildiği de söylenebilecektir. Türkiye'nin “Sanayileşme Davası”“bin yıllık adalet düzeniyle” terkip edeceğini söyleyen siyasal hareket “Dünyaya ilmi öğreten Müslümanlar olmuştur” dedi. Oysa Müslümanların 1400 yıllık tarihinde örneğin Hiroşima-Nagasaki'yi kitlesel anlamda yok edecek bilim anlayışı doğmamıştır. Batı'ya bu bilimi biz öğretmedik, bize ait değildir.   Teknolojiyi toplumsallaştırmanın “zihniyet ithali” olduğu, “geçimlik ekonomi”yi tasfiye edeceği düşünülemedi. “Sanayileşelim (teknolojik modernleşmeyi tamamlayalım)” fikrini savunanlar halkın değil “devletin teknolojileşmesi” gerektiğini göz ardı etmektedir. İnsanlar sanayileşmez, devletler sanayileşir. İnsanların sanayileşmesi felaket olabilir.

Tuncer Baykara'nın “Osmanlılarda Medeniyet Kavramı ve On Dokuzuncu Yüzyıla Dair Araştırmalar” (IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2007) kitabında 1826 sonrası el sanatlarının çöküşüyle ilgili çarpıcı tespitleri var.

Baykara'ya göre Civilisation kavramının Osmanlı ülkesindeki en önemli etkisi Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasıdır. Ocağın kaldırılmasıyla (1826) ona bağlı kurumlar da lağvedilmiştir. Kitapta “Türk El Sanatlarının XIX. Yüzyıldaki Gerilemesi Üzerine Düşünceler” makalesinde “At” ile ilişkilendirilmiş sosyo-ekonomik yapının siyasetle nasıl yok edildiği anlatılıyor.

Türklerin yaşamında at aslî konumda bir hayvandır: “Türkler at ve koşum takımı bakımından kendi özelliklerini ortaya koymuşlardı. Türk süvarisi, dünyanın en güçlü ordularından biri sayılıyordu. II. Mahmud Türk ordusunun başarısızlığında Türk usulü eğerden şüphelenip onu terk etmiştir. II. Mahmud, 1826 sonrasında Avrupa usulü eğerli ata binmiş, giyimini de ona göre düzenlemiştir (…) Bilindiği gibi at koşum ve takımları, ham deriden başlayan, demir aksamıyla tamamlanan önemli bazı yan imalatı gerektirir (…) Osmanlı sarayı, el sanatlarının en önemli alıcısı, sanatkârın en büyük hamisi ve teşvikçisi (…) iken, ihtiyaçlarını başka yerlerden karşılar olmuştur (...) Padişah artık Avrupalıların eşyalarını kullanıyor, kullanılmasını destekliyordu” (Baykara, 2007: 281-282).

Teknoloji değişimi, ata bağlı el sanatlarını ve ticareti yıkmış, ordu-millet bağını kopartmıştır. Padişahın “Batı eğeri” kullanmasıyla binlerce esnaf-zanaatkâr iflas etmiştir. “Batı'nın tekniğini alalım” fikriyle hareket eden Osmanlı Sarayı, kendi halkını iktisadî anlamda çöküşe sürdü ve yoksullaştırdı.

At (ve devenin) iktisadi hayattan çıkarılmasına ilişkin bir diğer örnek de II. Abdülhamit'ir. Osmanlı'da demiryolu (ağırlıklı olarak) II. Abdülhamit döneminde yapılmıştır. İzmir-Aydın arasındaki demiryolu sonrasında yerel esnafın çöktüğünü görüyoruz. At ve deve ile yürütülen mal sevki, yol boyunca kervansaray-hanlar ile büyük bir kesimi ticari hayata dâhil etmekteydi. Bu ticaret çiftçinin ihtiyaçlarını toptancılardan veresiye ile karşılamakta olduğundan çok boyutluydu. Ticari hayatta veresiye alış-verişin anlamı “kredi kullanmak”tır. Toptancı esnaf, üreticiye ertesi hasat zamanı getireceği mahsul karşılığında faizsiz kredi açmaktaydı. Demiryolu ile yüzlerce yıllık ticari zincir çökmüştür. Çiftçi artık küresel pazarla rekabet etmek zorunda kalmıştır. Mahsul, demiryoluyla doğrudan İzmir'e inmek suretiyle aracı toptancılar ve meslekler (hanlar, kervansaraylar, deve katarları, hayvan yemi tüccarları, vs) tasfiye edilmiştir. Çiftçinin ihtiyacı olan krediyi karşılamak için de İzmir'de bankalar açılmıştır. Çiftçi, mahsulün seneden seneye değişken verimine bağlı olarak sabit borçları erteleyen, yeniden yapılandıran toptancıyı kaybetmiştir. Bankalar verimsiz geçen yıllarda borçlarını ödeyemeyen çiftçilerin topraklarını haczetmektedir. II. Abdülhamit devri iktisadi politikaları sonrası çiftçiler topraklarını kaybetmiştir.

Tuncer Baykara'nın “II. Mahmud, Spor ve Eğlence” başlıklı makalesinden de kültür değişmesi (tekniğin değişmesi) bahsiyle bağlantısı nedeniyle bahsetmeliyiz: Avrupalılar cirit'i vahşi ve sert buldukları için olsa gerek (1826'dan sonra), artık İstanbul sokaklarında cirit oynanmaz olmuştur. Yüzlerce atlının katıldığı cirit oyunları, harp için de talim hazırlığı sayılabilir. Cirit, insanı atla kaynaştıran, saldıran ve geri çekilen rakibe karşı hem atılgan bir beden hazırlayan ve hem de zihni olarak harp taktiği kazanmasına fırsat veren, hem de grup halindeki oyuncuların birlik ve beraberliğini sağlayan bir idmandır. Siyaseti belirleyen “Civilisation”, cirit oyununa karşı tavır alınmasında etkili olmuştur. Zira “medeniyet” ülkelerindeki spor, cirit değildir. Bir süre cirit oyununun yerine bir şey konmamıştır. II. Mahmud, İstanbul'da cirit oynanmaz olunca halkını eğlendirmek için yeni askeri birliklerle hemen her gün resmigeçitler düzenlemiştir. Çok sonraları İngiltere'den gelen futbol bu boşluğu dolduracaktır

Eğlence alanında da değişmeler yaşanmıştır. Helva sohbeti, Husrev Paşa tarafından kötülenmiştir. O vakte kadar sadece Frenklerin kendi aralarında icra ettiği balo, bu tarihten itibaren Türklerin de katıldığı eğlence haline gelmiştir. Helva sohbetinin kötülenip balo işinin gerçekleşmesinde “Civilisation” kaygısı etkili olmuştur (Baykara, 2007: 136-138). Kültür değişmesini icbar eden ihtiyaçlar değildir; Batı'nın kavramsal zeminini doldurduğu değişmelerdir.

XIX. yüzyıl Avrupa'sının dünyayı istila gerekçesi “civilisation” meselesiydi. Fransa, Cezayir'i bu kavramla işgal etmiştir. “Civilisation”a kavuşturmak için “barbar” Cezayir'i işgal eden Fransa'nın ardından, İtalya da 1911'de “insanlık adına ve uygarlık için” Trablusgarb'a girmiştir. Batı'nın yeni işgal kavramı “Kültür Hakkı” oldu.