31 May 2016

Atamız hangi Âdem?

Âdem'in tek olmadığı birçok Âdem ve Havva'nın yaratıldığı düşüncesi zaman zaman karşıma çıkıyor.

Süleyman Ateş'in bir yazısında bu düşünceyi savunduğunu görüyoruz: “Halife, iki anlama gelir. Birinci anlamı, giden birinin yerine gelen kimsedir. İkinci anlamı, birinin adına yönetimi ele alan, hükümdar demektir. Birinci anlam esas alınırsa Adem'den önce insanların olduğu, bozgunculukları yüzünden helak edilen o insanların yerine Adem'in yaratıldığı anlaşılır. Muhammed Abduh (tefsirinde-LB) bu mana nazara alınırsa ayette, Adem'in, yeryüzünde ilk akıllı canlı (hayvan-ı nâtık) olmadığı, ondan önce insanların bulunduğu, onların yok olmasıyla Adem'in onların yerine getirildiği, önceki insanların bozgunculuk yapmış olduklarını görmüş olan meleklerin, bunun da ötekiler gibi bozgunculuk yapacaklarını düşündükleri, yani içlerinden geçirdikleri fakat Allah'ın, bu yeni insan Adem'in, onlar gibi olmayıp bilimi geliştireceğini anlattığı belirtilmiştir (…)Heysem, Nehcu'l-Belâğa'ya yazdığı büyük şerhte, Muhammed Bakır'ın şöyle dediğini aktarmıştır: Babamız olan Adem'den önce bin kere bin, ya da daha fazla Âdem geçmiştir (…) Seyyid Reşid Rıza da tefsirinin 4'üncü cildinde, hocası Muhammed Abduh'un görüşlerini özetliyor. Abduh'a göre Nisa Suresi'nin birinci ayetinde Allah'ın, bir tek nefisten birçok erkek ve kadın yaratıp yaydığı anlatılmaktadır. Burada bir tek nefisten Adem'in kastedildiği hakkında bir kesinlik yoktur” (Süleyman Ateş, Adem'den önce insanlar yaşadı mı? Vatan Gazetesi, 20 Temmuz 2004).

Hidayet Şefkatli Tuksal da bazı ayetlerde geçen “nefs” kavramından hareket ederek bir değerlendirme yapmaktadır.

Tuksal'a göre “Kur'an ayetlerinde kadın-erkek insan türünün yaratılış biçimi ve evreleri anlatılır. Burada bir problem yoktur. Fakat özellikle kadın cinsinin ilk yaratılışının, bu ayetlerin kapsamında değerlendirilmesi noktasında sorun çıkmaktadır. Çünkü bu genel yaratılış kriterleri, Hz. Adem'in şahsında örneklenirken, eşinin yaratılışı ile ilgili ayrıntılı bir açıklama yapılmamaktadır: “Rabbin meleklere şöyle demişti: Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Ona en uygun biçimi verip Kendi ruhumdan kattığım (üflediğim) zaman, onun önünde yere kapanın!” (38 Sad 71-72) (…) Hz. Adem'i, insan soyunun temsilcisi olarak takdim eden bazı ifadeler, [“Sizi bir tek nefisten yaratan O'dur” (6 Enam 98) ve “Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini var etmiştir” (39 Zumer 6) gibi]  ayetlerin, Tevrat bilgileri doğrultusunda değerlendirilmesi sonucunda, onu, kendisinden kadın insanın yaratıldığı ilk erkek insan konumuna yerleştirmektedir (…) İlk kadın insan, birçok ayette insan soyu için genel bir ifade olarak kullanılan ‘topraktan yaratılma' olgusundan istisna edilmekte ve ilk erkek insandan yaratılmış olmaktadır. Böyle bir istisnanın kabulü ise, kadın-erkek tüm insan soyunun topraktan yaratıldığını ifade eden ‘genelleme' cümlelerinin anlaşılmasını oldukça zorlaştırmaktadır. Nefs kelimesine yüklenen anlam, insan soyunun biyolojik özü olan bir ‘canlı öz'şeklinde kabul edildiğinde ise, farklı bir yorum ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, canlı öz, erkek ve dişi olarak şekillenmekte, bir tek özden (nefisten) eşi de yaratılarak, bir çift canlı öz yaratılmış olmaktadır. Bu canlı öz, (…) ileri sürüldüğü gibi, insan olma süreci tamamlanmış bir erkek kişi değil, erkek olma potansiyelini de dişi olma potansiyelini de içinde barındıran, temel bir insanlık potansiyelidir” (Hidayet Şefkatli Tuksal, Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri, Otto Yayınları, 2012: 76-77).

Abduh-Reşid Rıza ekolünün de “İslâmî feminizm” ekolünün de görüşlerini genel hatlarıyla görmüş olduk. Her iki yaklaşım da insanlığın “tek Âdem”den geldiği fikrini reddetmektedir. Abduh-Reşid Rıza ekolünde Âdem gibi bir çok Âdemler vardır. Hidayet Şefkatli Tuksal'ın “feminist” okumasında ise Âdem ve Havva'nın ikisi de ayrı ayrı canlı öz olan topraktan yaratılmıştır.

Âdem kıssasının bizatihi Hz. Âdem'i değil bütün insanlığın kıssası olduğunu savunan bu görüşe göre “esmae kulleha (eşya bilgisi) öğretilen ilk insanın, ille de ilk Âdem peygamber olması gerekmez. Kıssalar, bütün insanlığı anlatıyor.”

Bu görüşlerin doğruluğu yanlışlığı konusunu tartışmayacağım. 

Âdem öncesinde milyonlarca Âdem benzeri varlık olsa bile insanlığın tek bir Âdem'den başlama zarureti vardır.

Bu zaruret peygamberlerin ana ve baba yönünden, temiz, şerefli bir aileye mensup olmalarından gelmektedir. Hz. Peygamber (asv)'den gelen rivayet de bunu ispat etmektedir: “Ben, cahiliye devrinin kötülüklerinden hiçbir şey bulaşmaksızın, ana ve babamdan meydana geldim. Ben, ta Âdem'den babama ve anneme gelinceye kadar hep nikâh mahsulü olarak meydana geldim, asla zinadan meydana gelmedim!” (İbn-i Kesîr).

İbn Haldun da bu konuyu temel almakta Hz. Peygamber (asv)'in “Mustafa: İstifa: seçilmiş” bir soydan gelmesini Hz. Âdem'e kadar ulaşan soyunun zina gibi bütün dinlerin yasakladığı günahtan korunmuşluğunu öne çıkarmaktadır: “İnsanlar içinde hiç birinin şerefi, Adem'den kendisine kadar olan cedler zinciri içinde kesintisiz bir şekilde sürüp gelmiş değildir. İlahi bir lütuf olmak ve kendisinde mevcut olan sırrı korumak üzere Nebi (s.a.)'ye tahsis edilen asalet ve şeref biricik istisnadır. Nitekim şöyle denilmiştir: Her şerefin ve asaletin ilk hali, harici olmakta (asaletli ve şerefli olmama vaziyetine çıkmakta)dır. Yani (geriye ve eskiye doğru gidilince) riyasetten ve şereften çıkılmakta, aşağı, düşük ve hasebin olmaması haline geçilmektedir. Bunun manası şudur: Her şerefin ve hasebin yok olma hali, var olma halinden öncedir. Hadis olan her şeyin hali budur. Belli bir ailenin asaleti, dört nesilde nihayete erer (…) Dört sayısının dikkate alınması ve muteber tutulması; Bani, Mübaşir, Mukallid ve Hadim (aile asaletinin kurucusu, kurucu ile doğrudan temas eden, taklitçi ve yıkan) tarzındaki dört nesil itibariyledir. Mümkün ve muhtemel olanın en azı budur. (Biri kurar, diğeri kurulanı aynen ve şuurlu olarak devam ettirir, üçüncüsü taklitle sürdürür, dördüncüsü yıkar, mümkün olan akli ihtimallerin ve mantıki tasnifin sonucu budur)” (İbn Haldun, Mukaddime, Dergâh Yayınları, 1. Cilt, 2007: 346-347).

Bu cihetten bakıldığında insanlığın ilk atasının tek bir Âdem'e ulaşacağı kesindir. İlk insan ve bütün mesleklerin piri ve peygamber olarak eşi ile nikah kıyarak aile kurmuş Âdem'e varıyoruz.

Âdem kıssasını “insanlığın hikâyesi” olarak değil, bizzat Âdem'in kıssası olarak anlıyor ve Âdem'in göçebe-vahşi olmadığına inanıyorum. Arkeolojik çalışmalarla bulunan mağaralar, ilk yazıtlar ya da bir takım bulgular, Âdem'in zamanında/öncesinde çok tanrıcı pagan bir dönemin varlığını kanıtlamaz. Paganlık, Kabil'in kardeşini öldürmesi sonrasında ortaya çıkmış bir sapmadır. Kabil, kardeşini öldürdükten sonra Hz. Âdem'in kurduğu adalet yurdundan ayrılıp cahiliye toplumunu tesis etmiştir. İnsanlığın evveline dair bulunan eserler, arkeolojik bulgular bu paganlığa (Kabilciliğe) dair kalıntıdır. Tevhit fikri, mimari ile kendini göstermiyor, paganizm ise tapınışını yeryüzüne kazımak derdindedir. Muhtemel ki Kabil ve onun ardılları meşruiyetini mağara duvarlarına, dikilitaşlara kazıdığı bir “din” fikrinden almak istedi. Habil'in dini eylemi, mimari olmadı.

Habil, “Umrancı” olmadığı için yerde kule-gökdelen-dikilitaş bırakmamıştır.