Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (101)
Mustafa Kemâl̃’in “fevkal̃âde imtiyâzlı” kız kardeşi, Necip Fazıl’ı hapse attırıyor
Başlıca hedefi, bir şahsî kânûnla Mustafa Kemâl̃’i
tabulaştırmak olan “İrticâ var!” kampanyasına katılanlardan biri de Mustafa
Kemâl̃’in kız kardeşi Makbule Boysan Atadan (Sel̃ânik, 1884 – Ankara,
18.1.1956, Cebeci Asrî Mez.) idi.
Kendisinin nasıl bir şahsıyete sâhib olduğunu, “Mustafa
Kemal’in Âilesi Dîndâr mıydı?” başlıklı araştırmamızda (Yeni Söz, 22.6-5.8.2018, 45 Tefrika), mevsûk bilgilerle îzâh etmiş,
şahsıyet yapısını ana hatlarıyle tahlîl etmiştik. Onları burada tekrâr
etmiyeceğiz; ulaştığımız netîceyi kaydetmekle iktifâ edelim: O da, ağabeyi gibi,
tipik bir Sel̃ânikli idi…
“Heykellere tecâvüz” fiilleri sahneye konuluncıya kadar
Memlekette “İrticâın mevcûdiyeti”ne en âşik̃âr delîl, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’da yaptığı Kemalizmi
sorgulayıcı neşriyâttı ve bu sebeble de o, “İrticâ”ın başı gibi görülüyordu.
Rahmetli Necip Fazıl, birtakım delîller, vesîkalar serdederek Kemalizmin
içyüzünü teşhîr etmiye çalışıyor, Milletimizin Kemalizm ve “Şef”i hakkında müfsid
bir propagandayle, muazzam bir aldatmacayle karşı karşıya bulunduğunu
göstermiye çalışıyordu. Elbette o, bunu, bir ilim adamı yaklaşımı ve üsl̃ûbuyle
değil, şâir, edîb, gazeteci sıfatıyle yapıyor, en mübâl̃ağalı ifâdeleri
kullanmaktan çekinmiyordu; zâten onun san’at̃inin bir vasfımümeyyizi de (Mehmed
Âkif’in ak̃sine) aşırı mübâl̃ağacılıktı. Mâmâfih, Kemalizm hakkındaki
makâlelerinde de karşımıza çıkan çok mübâl̃ağalı ifâdeler, onlardan
ayıklandıktan sonra da, ortada, çok kerre, gâyet sağlam, müdellel, mevsûk
müddeâlar, tesbîtler kalıyordu. O hâlde makâlelerinin (ve
–bil̃âhare-kitablarının) en azından bu cephesi üzerinde durulmalı, bu mâhiyette
olan tesbît ve tahlîllerine cevâb verilmeliydi. İlmî Zihniyetle mücehhez, en
azından fikir haysiyetine sâhib insanlara yakışan tavır buydu…
Fanatik Kemalist cenâhtan hiç kimse böyle haysiyetli,
takdîre şâyân bir tavır takınmadığı gibi, Makbule Hn. da buna hiç teşebbüs
etmedi; bütün bir Mütehakkim Zümreyi arkasına almış olarak ve onların
sözcülüğünü yaparak müdellel fikre zorbalıkla mukâbele etti; Kemalist Totaliter
Rejimin kuvvetini kullanarak Necip Fazıl’ı susturma yoluna gitti; onu hapse
attırdı; Büyük Doğu’nun neşrini –bir,
bir buçuk ay kadar kısa bir müddetle de olsa- sekteye uğrattı…
Necmeddin Sadak’ın 23 Mart 1951 târihli Akşam gazetesinde aşağıdaki haber
okunuyor:
“Atatürkün hemşiresi ‘Büyük Doğu’ dergisi
aleyhine dâva açtı…
“ ‘Büyük Doğu’ dergisinin 12 muhtelif
nüshasında intişar eden ve Atatürk hakkında tezyifkâr ibareleri ihtiva ettiği
iddia olunan yazılardan dolayı Atatürk’ün hemşiresi Makbule Atadan, Ankara
sorgu yargıçlığına müracaat ederek ‘Büyük Doğu’ mecmuası sahibi Necip Fazıl
Kısakürek ve yazı işleri müdürü hakkında dâva açmıştır.
“Ankara sorgu hâkimliği, dün İstanbul
adliyesine sanıklar hakkında bir istinabe talimatı göndermiş, bu şekilde kanunî
takibata girişilmiştir.
“Büyük Doğu sahibi ile yazı işleri
müdürü bugün adliyeye celbedilerek ifadeleri alınacaktır.” (Akşam, 23.3.1951, ss. 1 ve 2)
Hemen bir hafta sonra da, Necip Fazıl tevk̆îf ediliyor ve
apar topar hapse atılıyor! Peki nîçin? Adam cinâyet mi işledi, banka mı soydu?
Ne yaptı? Cürmümeşhûd hâlinde mi yakaladınız? Kalabalık bir mahal̃de bomba
patlatacaktı da ona mı mâni olmak istediniz?
Efendim, yazdıklarıyle kânûnları ihl̃âl̃ etmiş! İhl̃âl̃
ettiği ne mâl̃ûm? Haydi sizde o neşriyâta mukâbele edebilecek kafa yok, hiç
olmazsa mahkemeye çıkarıp müdâfaasını aldınız da âdil bir muhâkemeyle, hâkim
karârıyle kânûnları ihl̃âl̃ ettiğine karâr verdiniz mi? Hem sonra, “fikir suçu”
da ne oluyor? Fikre ancak fikirle mukâbele edilir? Fikir, fikirle, müsbit
delîlle cerhedilir! Müdellel fikre ve hele hele ilmî tesbîtlere zorbalıkla,
hapisle, baskıyle, sindirici vâsıtalarla mukâbele etmek aczdir,
haysiyetsizlikdir, bir insanlık cürmüdür! (Kasdımız, umûmî olarak “mücerred
fikir”, husûsen “müdellel ilmî tesbît”tir; elbette, insanları şiddete,
ihtil̃âl̃ciliğe, tedhîşçiliğe, cinâyete, muhtelif suç ve ahl̃âksızlıklara
teşvîk̆ eden, Temel İnsan Hak ve Hürriyetlerine doğrudan, bizâtihî bir tecâvüz
teşkîl eden, tahrîkk̃âr, hakâretâmîz, müstehcen, cinsî istismârcı ve mümâsili mâhiyetteki neşriyât ve beyânât
müstesnâdır…)
Nasıl oluyor da (zâten tarafgîrliği ve Mütehakkim
Zümrenin hizmetinde olduğu her hâl̃inden belli) bir müddeiumûmînin ithâmı
üzerine bir insanı hürriyetten mahrûm ediyor, hapishâne denilen işkencehâneye
atıyor ve o şartlarda müdâfaanâmesini hazırlamasını istiyorsunuz? Adam, bir
yere mi kaçıyor? Neden onu gayr-i mevkûf olarak muhâkeme etmiyorsunuz? Hiç
olmazsa, evvel̃â –âdil şartlarda- muhâkemesini yapsanız, ancak hâkim karârıyle
mahk̃ûm olduğu takdîrde hürriyetini elinden alsanız ya!
(Solda, Akşam, 23.3.1951, s. 1; sağda, Akşam,
31.3.1951, s. 1)
Kemalizmin
sayısız utanc vesîkasından biri daha… Müdellel, mücerred fikir karşısında
duyulan acz hâletirûhiyesiyle gazâba gelmek, muhâtabını zorbalıkla susturmak,
işkencehâneye yollamak…
***