Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (154)
- “Yüzyıllarca içinde insanların Tanrı’yı andıkları bir binanın müze yapılması, hem insan ruhuna bir tecâvüz, hem o binaya karşı en alçaltıcı muameledir. Bunun kötülüğünü idrak etmek ve tamir etmek, her şeyden önce bir insanlık borcudur. […] İnsanların Tanrı’ya ibadet ettikleri bir yerin, zorla ibadet yeri olmaktan çıkarılması, vicdan hürriyetine açık bir tecavüzdür. […] Ayasofya’yı, Türk, mertçe vuruşarak Bizans’dan almıştı. Şimdi o, hile ile ve ihanetle Türkten alınıp Bizans’a verilmiş bulunuyor. Hak, ergeç yerini bulacaktır!” (TMD İstanbul Şûbesi’nin -18 Nisan 1952’de neşrettiği ve aşağıda tam metin hâl̃inde ik̆tibâs edeceğimiz- “Ayasofya Beyânnâmesi”nden)
- “Biz bu haksız tecavüzlere fikir kılıçlariyle
çarpışarak şeref, haysiyet, ilim, ahlâk cihadı yapmak suretiyle karşı koymağa
karar verdik. Siz, Roma’da Hıristiyan
mahallesini yaktırdıktan sonra Romalılara, ‘Şehrinizi Hıristiyanlar yakıyor’
diye mazlumlara karşı tahrik eden ve bu kıt’ada ilk defa ‘Bir Allah’ın adını
tebcil eden masum insanları sirklerde vahşi hayvanlara parçalattıran Neron’u
taklit ediyorsunuz. Biz de, kendisine Hakk’ın emaneti olan mukaddes dâvadan
‘vazgeç’ diyenlere, göz yaşları ve içindeki isyan yıldırımlariyle dönüp de
‘Güneş’i sağıma, Ay’ı da soluma koysalar yine bu işten vazgeçmem!’ diyen büyük
Peygamberimizin izinden yürüyoruz. Millete söz verdik! Vicdana söz verdik!
Allah’a söz verdik! Eğilmeyiz, dönmeyiz ve dimağımızdaki son hücrenin hayatı
bâki kaldıkça, bu mukaddes dâvadan vazgeçmiyeceğiz!” (TMD İstanbul Şûbesi’nin -9 Ocak 1953’te
neşrettiği ve yine aşağıda tam metin hâl̃inde
ik̆tibâs
edeceğimiz- “Son Hadiseler ve Biz” başlıklı Beyânnâmesinden)
- İlh…
İşte size Cem’iyetimize
âbıhayât olacak, onu ebediyen huzûr, refâh ve saâdet içinde yaşatacak bir dünyâ
görüşü!
İşte size “çeyrek asırdan
beri bütün mânevî temelleri kundaklanan” Anadolu Milletinin, dirilişinin
müteharrik kuvveti olsun diye, öz bağrından çıkardığı bir Muhyî Teşkîl̃ât!
Öyle bir dünyâ görüşünün
dâvâsını güden böyle bir teşkîl̃ât, ancak baş tâcı edilir,
faâliyetlerine canla başla iştirâk̃ edilir, asîl hedeflerine
ulaşması için fedâk̃ârâne çalışılır, ter dökülür, mal harcanır ve nihâyet,
son raddede, elzem olursa, şehâdet şerbeti de içilir!
Harâmîlerin taarruzu
Menhûs istismâr düzeninden,
ondan beslenen harâmî hayât tarzlarından vazgeçemiyen Mütehakkim Zümrenin, bu
gibi muhyî teşkîl̃âtlara da, neşriyât ve Dâvâ Adamalarına da tahammülü
olamazdı. Binâenaleyh cem’iyetteki bu kıpırdanışı, henüz rüşeym hâlinde iken
öldürmeyi pl̃anladılar ve buna da geniş mik̆yâsta muvaffak oldular.
Mâbûdlarının tabulaştırılıp
bütün bir Millet için perestiş mevzûu yapılmasını istihdâf eden 5816 bunun
içindi, tedhîşçi “İrticâ var” seferberliği bunun içindi, Necip Fazıl Kısakürek,
Osman Yüksel Serdengeçti, Cevat Rifat Atilhan, Hasan Fehmi Ustaoğlu gibi Dâvâ
Adamlarının tedhîşçi yaygarayle sindirilmiye çalışılması, bunlardan bâzılarının
iftirâlarla işkencehânelere atılması bunun içindi, Büyük Doğu gibi Antikemalist neşriyâtı susturma teşebbüsleri bunun
içindi, sudan bahânelerle, Millete büyük ümîd veren TMD’nin feshedilmesi bunun içindi…
Bu Şahısperestler, bizi
rahat bıraksalar, biz onların putperestâne ibâdetlerine mâni olacak değiliz:
“Sizin Dîniniz size, bizim Dînimiz bize!” Vel̃âkin, adamlar, Vicdân
Hürriyetini tanımıyor, ill̃â bizi de kendi İl̃âhlarına ibâdet ettirmek
istiyorlar! Çatışmamız bu yüzden!
Ellerindeki amansız
silâh: 5816
Yukarıda, Mütehakkim
Zümrenin Müslümanlara karşı en amansız silâhlarından biri olan 5816’nın, Meclis
üzerinde kurulan baskıyle, hangi safhalardan geçerek kânûnlaştığını îzâh
etmiştik. Bu kânûn lâyihasına, TMD mensûbu iki Meb’ûs, Said Bilgiç ile Tahsin
Tola da muhâlefet etmiş, bunlardan –TMD’nin 24/25 Temmuz 1952 Kongresinde Umûmî
Reîsi seçilen- birincisi, Meclis’de, L̃âyihanın aleyhinde uzun bir
nutuk îrâd etmişti. Bu nutku, aşağıda, tam metin hâl̃inde nakledeceğiz. Onunla
berâber, Meclis’de îrâd edilen nutuklardan, bu Lâyihaya nîçin ciddî bir
muhâlefet olduğuna ve onun hangi çerçevede tartışıldığına dâir da nümûneler vereceğiz.
Bundan evvel, Meclis ve efk̃ârıumûmiyeyi baskı altında
tutmak için sahneye konulan “Mutlak Şef”in büst ve heykellerine tecâvüz
tertîbini aydınlatmak istiyoruz.
Meclis’den 5816’yı
çıkarttırabilmek için bir tertîb: Heykellere tecâvüz
Mütehakkim Zümrenin
en mühim tahakküm vâsıtalarından biri olan matbûât, 1951 başından beri, her gün
çığlık çığlığa “İrticâ ile mücâdele” kampanyası yürütüyordu ama,
efk̃ârıumûmiyenin ve Meb’ûsların kısm-ı âzamını, hâl̃â, tepelenmesi l̃âzım
gelen bir “İrticâ hareketi”nin mevcûdiyetine ik̆nâ edememişti.
Yukarıda
misâl̃lerle îzâh ettiğimiz gibi, “İrticâ tehlikesi”nin mesnedi, daha ziyâde,
Müslümanların yaptığı bâzı neşriyâttı. Bu neşriyâtta Kemalizm sorgulanıyor,
Mustafa Kemâl̃’in ve Rejiminin bâzı faâliyetleri ve bâzı “Kemalist
İnk̆il̃âblar” tenk̆îd ediliyordu. Fanatik Kemalist Zümre ise, mukâbil delîller
serdederek, ortaya konulan delîlleri, vesîkaları cerhederek bu neşriyâta cevâb
vermiyor, veremiyor, o insanların yanlış düşündüklerini isbât ederek onları ve
onlara inananları dâvâlarından vazgeçirmiye çalışmıyor, fikre zorbalıkla
mukâbele ediyor, onları tedhîşçi çığlıklarla, kahhâr bir kânûn çıkartmakla,
zindânlarda çürütmekle, (böcek gibi) “ezmek”le tehdîd ediyordu…
Bu cümleden olarak,
(“İrticâ ile mücâdele” kampanyasının belki en büyük hedefi olan) Büyük Doğu’da Kemalizm ve “Şef”i
hakkında dermeyân edilen pek vahîm iddiâlara delîllerle îtirâz edilmiyor,
(yukarda îzâhat verdiğimiz vechiyle) 20
Mart 1951 günü, gece vakti, telk̆înle galeyâna getirilmiş zorbalara,
kânûnsuz, tedhîşçi bir nümâyiş
yaptırılarak (“Büyük Şef” devrinde hep mürâcaat edilen bir usûl̃le) bu cenâh
yıldırılmıya, sindirilmiye çalışılıyordu.
Zâten Totaliter
Zihniyet; İlmî Zihniyet ve Felsefî Tefekkür karşısında –müdellel fikir ve
mevsûk bilgi îtibâriyle- dâimâ âcizdir; bu aczini, şiddete, zorbalığa
başvurarak tel̃âfî etme temâyülündedir…
Dîğer taraftan, (19
Ağustos 1949 târihli Vatan’da, hem
Mütehakkim Zümreye, hem de Komünist İhtilâlci Hareketinin lider kadrosuna
mensûb Nazım Hikmet için Af Kampanyası başlatıp –DP iktidârının çıkardığı Umûmî
Af Kânûnuna istinâden- hayâtı şerre hizmetle geçmiş bu sefîh Stalinperestin 15
Temmuz 1950’de hapishâneden tahliye edilmesi ve tahliyesinden bir sene kadar
sonra Sovyet Rusya’ya firâr etmesiyle emeline nâil olan) Yalman’ın “Moskova
tarafından tertîb edilen bir İrticâ hareketi”nin mevcûdiyeti propagandası,
dîğer tâbirle, (Münâfık şahsıyetinin mûtâd tezâhürlerinden biri olarak)
“Mürteci” yaftasıyle Müslümanlara “Kızıl Emperyalizmin ajanları” kisvesini
giydirme maskaralığı da, aklıselîm sâhibleri nezdinde ancak istihzâ ile
karşılanıyordu… (Bu çeşid
hezeyânnâmelerinden bir nümûne: “Memleketimizde devam eden ve gittikçe gayesiz
ve pervasız tavırlar takınan taassup ve irtica hareketlerini ve bu arada modern
devlet nüfuzuna karşı kurulmuş şahsî bir derebeylik sisteminden başka bir şey
olmıyan şeyhliği ve tarikatçılığı, Moskova tipi komünizmin tabiî bir müttefiki
saymak ve ceza kanununda ona göre korunma tedbiri almak doğru olur.” (Yalman,
“Şeyhlik ve Tarikatçılık”, Vatan,
9.2.1951; Akşam, 9.2.1951, s.2’den
naklen)
Velhâsıl, âşik̃âr
idi ki efk̃ârıumûmiyenin ve Meb’ûsların kısm-ı âzamını ik̆nâ için daha müşahhas,
daha gösterişli, daha tahrîk̃k̃âr fiiller l̃âzımdı. 24 Şubat 1951’de,
Kırşehir’deki Büste tecâvüz hâdisesi, Fanatik Kemalistler için, mal bulmuş
Mağribî gibi üzerine atıldıkları bir fırsat oldu…
Bu hâdise, ideolojik mâhiyette değildi; bir
âdî vak’adan ibâretti; l̃âkin Mütehakkim Zümre tarafından bol bol istismâr
edildi ve muhtemelen, alınan netîcelere bakarak, sinsi sinsi, müteâk̆ib heykel
ve büstlere tecâvüz vak’alarının tertîbi için ilhâm kaynağı oldu…